ORTA DOĞU ÇIKMAZINDA TÜRKİYE-İSRAİL İLİŞKİLERİ

upa-admin 23 Temmuz 2015 3.671 Okunma 0
ORTA DOĞU ÇIKMAZINDA TÜRKİYE-İSRAİL İLİŞKİLERİ

Türkiye Cumhuriyeti kurulduğu yıllardan itibaren Batı medeniyetini benimseyen bir ülke konumundadır. Laiklik ise, ülkemizin çok önemli bir mihenk taşıdır. Laiklik, anayasaya 1937 yılında girmiş ve Türkiye, bu sayede Batılılaşma konusunda çok önemli bir adım atmıştır. Zira laiklik; Türkiye’yi, sınırını, tarihini ve dini müktesebatını paylaştığı ülkelerden ayıran önemli bir konu olmuştur. Bu yönden bakıldığında, zaten devlet yönelimi ve yönetimi Orta Doğulular tarafından pek benimsenmeyen Türkiye, İsrail ile ilişkilerinde de pek olumlu bir bakış sergilememiştir.

Türkiye Cumhuriyeti, İsrail’i tanıyan ilk Müslüman çoğunluğu barındıran ülke olarak tarihe geçmiştir. İlk günden itibaren ikili ilişkilerinde sıcak ve yararlı ilişkiler geliştiren iki ülkenin ilişkileri, yıllar sonra yaşanan Mavi Marmara krizi ile kopma konumuna gelmiştir. Peki, bu siyasi bunalım gerçekleri yansıtıyor mu?

Giriş paragrafında da belirtildiği üzere, Türkiye ile İsrail’in ilişkileri, İsrail kurulduğundan beri belli bir seyir içindedir. Türkiye, laik bir devlet olduğu için, İsrail’i Arap yoğunluklu Orta Doğu coğrafyasında yeri geldiğinde desteklemiştir. Bu destek, ABD’nin Orta Doğu’ya yönelik politikalarıyla da paraleldir. Türkiye Cumhuriyeti, bilindiği üzere İkinci Dünya Savaşı sonunda Batı bloğuna dâhil olmak için gerekli çabaları göstermiş, hatta Kore’de savaşa girmiş ve sonunda NATO’ya dâhil olmuştur. Türkiye’nin NATO üyeliği, Yunanistan ile yarış halini almış ve iki ülke aynı tarihlerde örgüte üye olarak bu yarışta berabere kalmışlarsa da, bu örgüte üyelik hedefi uzun soluklu bir proje olagelmiştir. Yunanistan etkisi haricinde Türkiye, halihazırda bir Avrupa ülkesi olma yolundaki adımlarını kuruluşuyla birlikte atmıştır. Yine Batı medeniyetine ait olduğu iddia edilen ve Türkiye’nin yakın müttefiki olan ülkelerin desteğiyle kurulan İsrail’e, ne denli uzak davranacağı ise bir muammadır.

Türkiye Cumhuriyeti, özellikle İsrail’in kuruluşundan beri yaşanan savaşlarda duracağı yeri belirlerken duraksamış, hatta zorlanmış, ancak konjonktür İsrail’e yakın bir yerde olmayı gerektirmiştir. Bununla birlikte, Türkiye’nin gerek Sadabad Paktı, gerekse Bağdat Paktı ekseninde Orta Doğu ve yakın çevresinde istikrar getirici bir konumda olduğu da bir gerçektir. Bu istikrar; hem Batılı müttefiklerine yaramış, hem de Türkiye’nin bölgesinde oyun kurucu olması hevesini ortaya koymuştur.

1956 yılında Süveyş Kanalı’nın devletleştirilmesi ve İsrail, Fransa ve İngiltere’nin Arap devletleriyle savaşmasını getiren olay ile birlikte Rusya ve ABD’nin çıkarları doğrultusunda müdahil olması, Türkiye’yi İsrail ile karşı karşıya getirmiş ve Bağdat Paktı’nı İsrail’e denge oluşturacak şekilde örgütlenmeye gitmiştir. Türkiye’nin Batı ile ilişkilerinin tozpembe olmayacağı, 1964 yılında Türkiye’nin olası bir Kıbrıs müdahalesine karşı ABD Başkanı Johnson’un yolladığı tehdit içeren mektup sonrası anlaşılmıştır. Mektup sonrası, Türkiye hükümeti her koşulda Batı’ya dönük yönünü, Arap dünyası ve Rusya’ya da dönerek denge oluşturmaya çalışmış, bu yönelim haşhaş yasağının kaldırılması ve 1974 Kıbrıs Barış Harekâtı sonrası uygulanan ABD ambargosu ile çok daha ciddiye binmiştir. Haliyle, bundan Türkiye-İsrail ilişkileri de etkilenmiştir.

Herşeye rağmen, Türkiye-İsrail ilişkilerinin belli bir derinlikte olduğunu söylemek yanlış olmaz. İlişkilerin en yakın olduğu 1990’lı yıllardan günümüze ticaret hacminin genişlediği ve birlikte askeri tatbikatlar yapıldığı doğrudur. Son yirmi senelik dönemde, 2010 yılında yaşanan “one minute” krizi ve Mavi Marmara baskını ticari ve ekonomik işbirliği faslında pek birşey değiştirmemiş göründüğü gibi, aslında bunları daha da artmıştır.

2014 yılı itibariyle dış ticaret hacminin 5,5 milyar dolar olduğundan söz edilmekle birlikte, Türkiye ve İsrail’in sorunlu olan ilişki döneminde dış ticaret hacminin % 90 civarı artmış olduğu görülmektedir. Karşılıklı yatırımlar artmış, Suriye sorununa yönelik ortak askeri bir tatbikat yapılmış, hatta İsrail gazını Türkiye’ye getirmek üzerine anlaşmalar sağlanmıştır. Bilindiği üzere, krizler sonrasında Türkiye Büyükelçisini geri çekmiş ve İsrail’de halen maslahatgüzar düzeyinde temsil edilmekle birlikte, bu ülkeden resmi bir özür beklemektedir. Bunun haricinde, Türkiye olanaklı gördüğü her platformda İsrail’i tenkit etmiş ve gayretlerini İsrail’in Filistin üzerinde uyguladığı savaş suçları üzerine yoğunlaştırmıştır. Resmi özür gelse de, bir tazminat isteği mevcuttur. Ancak görünürde olan bu çatışma hali, ticarete pek yansımamış görünmektedir.

Son yıllarda ortaya çıkan Suriye çıkmazı, Irak’ın bölünmüşlüğü, IŞİD tehdidi ve İran’ın bölgede oyun kurucu olma girişimleri, Türkiye ve İsrail’i aynı paralele getirmiştir. Ancak, olası bir İran karşıtı ittifakta yer alacak ülkelerin bölgeye yönelik hevesleri çok da parlak değildir. Kaldı ki, siyasal söylemler olası bir Türkiye-İsrail ittifakını nasıl açıklayacaktır? Ya da böyle bir ittifak akılcı mıdır?

İsrail’in gün geçtikçe daha da sertleşen söylemlerinden, uzun süreli müttefiki ABD de nasibini alsa da, İsrail’in özellikle Batı’da yalnızlaştığı bir gerçektir. Filistin’in UNESCO’da gözlemci statüsü kazanması, uluslararası camiada Filistin davasına duyulan sempati, AB’ye üye ülkelerin ve çeşitli devletlerin Filistin’i tanıması ve iki devletli bir çözüm üzerinde duruyor olmaları yetmezmiş gibi, P5+1 ülkelerinin de İran ile nükleer müzakerelerini olumlu olarak nihayete vardırmaları, İsrail’i adeta çileden çıkarmıştır. Bu gelişmelerin, İsrail’i bölgede yeni ittifaklar kurmaya iteceği gibi, dış politikada çok daha saldırgan kılacağı da öngörülmektedir. Bu yeni dönemde, İsrail’in Suudi Arabistan ile ortak müşterekte buluşabileceği gibi, Orta Doğu’da yeni atılacak istikrar getirici hamlelere bu ikilinin engel olmaları işten bile değildir.

Türkiye ise, içinde bulunduğu cendereden Orta Doğu’nun yükselen güçleriyle yan yana durarak çıkmalıdır. 1600’lerin Avrupa’sını andıran bu coğrafya, çok iyi analizi ve dikkati gerektirir. Bir anlık yanlış okuma, büyük sorunları getirebilir, nitekim getirmiştir.

İsrail, hattı zatında bir Batı demokrasisidir. İçinde bulunduğu sertlik hali, elbette halkının vereceği nihai bir karar ile bir gün son bulacaktır. Uzun yıllar yanında olan devletlerin eleştirileri, ilerleyen dönemde İsrail’i daha uyumlu bir aktöre dönüştürebilir. En azından uzun vadede, bu durum beklenebilir. Ancak bu süre zarfında iç siyasette puan kazanmak için yapılacak söylemler, muhakkak uzun süre sonra bile bazı sorunlara sebep olabilecektir. Türkiye’nin çıkarı, kendini de ateşe çekebilecek bu bölgede istikrara katkıda bulunmak ve yine bölgede, herhangi bir saldırgan politikaya karşı ön almaktır.

Basri Alp AKINCI

Leave A Response »

Time limit is exhausted. Please reload the CAPTCHA.