19. yüzyılın ikinci yarısının önemli bir kısmından itibaren, Almanya ve Osmanlı İmparatorluğu arasında önemli bir stratejik işbirliği doğmuştur. Osmanlıların gerileme dönemine girmeden önce herhangi bir ittifak yapmadığı, yapmadığı gibi yabancı ülkeleri üstten gören bir tutumu olduğu da bilinmektedir. Yeniçeri Ocağı’nın kaldırılmasıyla yeni bir ordu kurma peşine düşen II. Mahmut dâhil, tüm reformist Padişahların gerek Fransa, gerek Almanya’dan askeri destek almaya girişmesi ve diğer konularda da uzman kişileri ülkeye getirmesi önemli bir yön arayışı olarak görülebilir. Belki, Fransız İmparatorluğu’nun Bab-ı Ali’de farklı bir yeri olduğunu söylemek yanlış olmaz; ancak, Osmanlıların ilk yüzünü döndüğü ve yardım istedi ülke Britanya’dır. Britanya’ya çok muhtaç kaldığını düşünen Osmanlı İmparatorluğu ise, zamanla Alman İmparatorluğu’na yönelmiş, gerekli teknik ve ticari desteği Almanlardan karşılama yoluna gitmiştir. Birinci Dünya Savaşı’nda da İngilizlerden istediği dostluğu göremeyen Osmanlı İmparatorluğu, soluğu Almanların yanında almıştır.
Biraz da zoraki Birinci Dünya Savaşı’na giren Osmanlılar, güçsüz ordusunun kapasitesi dâhilinde önemli cephelerde başarı kazanmış, ancak, savaşın seyrini değiştirememiştir. Alman ittifakının verdiği güven ile 20. yüzyılın başında da savaşlara katılıp yıpranan Osmanlı İmparatorluğu, Birinci Dünya Savaşı sonrası, Almanya’nın kaderini paylaşarak işgale uğramıştır. Yurdunu başarılı bir şekilde savunan ve Cumhuriyeti kuran Türkiye halkları, kendi geleceğini tayin etmiştir.
İkinci Dünya Savaşı öncesi ve sırasında Almanya ile bazı ekonomik ve siyasi ilişkiler kuran genç Türkiye Cumhuriyeti, savaşın seyrinin değişmesiyle İngiliz ve Fransızların ittifakını çok çetin müzakereler sonrası sağlamış ve Büyük Savaş sonrası kurulacak yeni düzende kurucu unsur olmuştur.
Günümüzde, Almanya sadece Avrupa Birliği sebebiyle ilişkimize hâsıl olan bir ülkeden çok, dış ticaretin ciddi yöneliminin olduğu ülke olmuştur. 2016 Ocak verilerine göre; Avrupa Birliği ile yapılan genel ticaret 2015 Ocak ayına göre yüzde 9,7 azalırken, Türkiye’nin en fazla ticaret yaptığı ülke, 1 milyar 90 milyon dolar ile Almanya olmuştur. Almanya, ithalatta ise, Çin ve Rusya’nın ardından 1 milyar 163 milyon dolar gerçekleştirerek, Türkiye’nin ticarette en önemli ortağı olduğunu tasdik etmiştir.
Gerhard Schröder
Almanya ile askeri projeler, karşılıklı ziyaretleri de işin içine katarsak, günümüzde Almanya çok önemli bir müttefiktir. Helmut Kohl liderliğindeki Almanya ile 1990’lı yıllarda kimlik üzerine kurulmuş Türkiye karşıtı politikaların sonucu AB krizleri yaşanmış, 1997’de Kopenhag Zirvesi sonucu Türkiye’nin AB’ye adaylığı reddedilmiştir. Ancak, Gerhard Schröder’in başa geçmesiyle Türkiye’nin hem AB, hem de Almanya için önemi bir kez daha gözler önüne serilmiştir. Türkiye, sonuç olarak 1999’da, diğer etkenlerin de yardımıyla, Helsinki Zirvesi’nde AB’ye resmen aday olmuş ve üyelik süreci başlamıştır.
2007 sonrası AB’ye girme yolundaki Türkiye’nin hem hevesinin hem de ülkede gerçekleştirilmesi gereken reformların azaldığı yönünde eleştiriler gelmekte olup, günümüz Türkiye’siyle AB’nin arası bazı sorunlardan ötürü açıktır. Bu sorunların belki de en başında mülteci krizi sebebiyle oluşan karşılıklı güvensizlik gelmektedir. 2012 yılında başlayan Suriye iç savaşı dolayısıyla yaşadıkları yerlerden göç etmek zorunda kalan milyonlarca kişi, soluğu Orta Doğu ülkeleri ve Türkiye’de almıştır. Bu ülkelerde de rahat olmayan göçmenlerin Avrupa’ya gitmek istedikleri ve bunun sonucunda yollarda bir sürü kişinin hayatını kaybettiğini gören Almanya, önce, göçmenlerin AB’ye ilk giriş ülkelerinde ağırlanmalarını gerektiren Dublin Sistemi’ni kaldırdığını duyurmuş ve Suriyeli göçmenlerin AB’ye hangi ülkeden girdiklerine bakmaksızın ülkelerine kabul edeceğini duyurmuştu. Ancak, bu kişileri nihai hedefinin Almanya olduğunu öğrendikten sonra, Alman kurumlarının maddi ve manevi anlamda karşılamayacakları kadar göçü öngörmesiyle, ilk açıklandığından tam bir ay sonra Dublin Sistem’i tekrar yürürlüğe konmuştur. Türkiye ile olan ilişkileri geren nokta ise, Alman ve diğer Avrupalı hükümetlerin Türkiye’nin göçmenler konusundaki yükünü hafifletmeyip yerine Geri Kabul Anlaşması’nı tekrar pişirip Türkiye’nin önüne koyması ve vize serbestisi sözü ile Türkiye’yi havuç-sopa ikilemi arasında bırakması olmuştur. Türkiye, kendi ülkesi üzerinden Avrupa’ya giden her milletten göçmeni kabul edecek, her geri aldığı göçmen karşılığında ise Avrupa’nın seçeceği bir Suriyeli mülteciyi gönderecek. Akdeniz’deki ölümleri ve yasal olmayan göçün önüne geçmesi planlanan bu anlaşma sonunda eğer Türkiye bazı başlıklardaki reformları meclisten geçirirse, Mayıs ayında Avrupa’ya vize kademeli olarak kaldırılacak. AB’nin Türkiye için gözden geçirmesini istediği 5 konudan terörün tanımının revize edilmesi kriterinin değişmeyeceğinin açıklanması ile vize serbestisinin suya düşmesi gündeme bomba gibi düşmüştür. Bu karar sonrası Türkiye, Geri Kabul Anlaşması’nı askıya alacağını duyurarak Avrupa’ya bir gözdağı vermiştir.
Terör, Türkiye’yi son 40 senedir uğraştıran bir meseledir. Bu meseleyi çözme konusunda ise müttefiklerinden istediği desteği alamamakta ve onlarla PKK üzerinden çok defa tartışır konumuna düşmektedir. PKK’nın terör örgütü olarak kabulü bile çok gecikmiş bir karar olmuş ve Türkiye’nin Avrupalı müttefiklerine karşı güveni azalmıştır. Son olarak terörün yorumunun değiştirilmesinin istenmesini de kendi iç işlerine müdahale olarak göre Türkiye, yalnızlaştığı yönündeki fikirlerini daha da arttırmış ve Geri Kabul Anlaşması’nın yarattığı olumlu hava dağılmıştır. AB’yle gerilen ilişkiler, Almanya’nın “Ermeni Soykırımı” kararıyla daha da çıkmaz bir yola girmiş, Türkiye, AB’yi Geri Kabul Antlaşması’nı iptal etmekle tehdit eder konuma gelmiştir.
AB ile mülteci krizi sebebiyle ortaya çıkan ilişkilerde gerileme ve Almanya’nın soykırım kararı arasında sebep sonuç ilişkisi muhakkak ki vardır. Türkiye’nin elini güçlendiren mülteci krizi sonrası Almanya, özellikle Merkel çok eleştirilmiştir. Türkiye’nin de, özellikle Alman basın ve ifade özgürlüğünü hedef alan açıklamaları ve açılan davalar, Merkel’in ülkedeki prestijini sarsmıştır. Siyasi ve diplomatik bir hamle olan soykırım kararı tam anlamıyla Türkiye’ye ince bir mesaj vermektedir.
Türkiye, son 200 yıldır yüzü Batı’ya dönük modernleşme yolunda ilerleyen bir ülke olarak Avrupalı müttefikleriyle olan ilişkilerini önemsemektedir. Bazı olaylar neticesinde ilişkiler gerilse de Türkiye’nin anı ve geleceği Avrupa’dır. Atatürk’ün de tayin ettiği noktada, Batı, Türkiye’nin kuruluş felsefesinde en önemli yeri tutar. Batı ile Türkiye’nin ilişkileri bazı zamanlar sorunlar yaşasa da bu sorunların üstesinden gelinmiştir. Türkiye’nin Batı kurumlarına dahli onun uzun vadede yararına olmuş, sosyal, hukuk, güvenlik ve ekonomi konularında Türkiye’yi geliştirmiştir. Bu bilgiler ışığında ve Almanya olan ticari işbirliğimizi de göz önünde bulundurarak, ilişkilere nokta konulması çok yerinde olmayacak “soykırım” kabulüne karşı atılacak adımların ise çok dikkatli seçilmesi gerekecektir.
Basri Alp AKINCI
KAYNAKLAR