29 Mart 2017 gecesi, haber kanalları ve sitelerine MGK bildirisi “son dakika” başlığıyla düştü. Eski dönemlerde olsa, “rejim uyarısı” ya da “askeri vesayetin ciddi bir uyarısı” olarak heyecan yaratabilecek MGK bildirisi, son dönemlerde rutinleşen bir haber olarak yer alabilir ya da gündemde hiç yer kaplamayabilirdi. Oysa siyasal iktidar, Cumhurbaşkanlığı ya da hükümet kanalıyla değil, MGK aracılığıyla “Fırat Kalkanı Harekatı”nın sona erdirildiğini duyuruyordu. Bu önemli haberin, yürütme organı tarafından değil de, MGK gibi “yürütme organı” üyeleriyle birlikte, askeri yetkililerin de yer aldığı danışma organı tarafından açıklanması elbette ilginç bir görüntü oluşturuyordu. Peki son zamanlarda, özellikle Suriye’deki gelişmelerden sonra devamı tartışılan Fırat Kalkanı, neden gecenin bir saatinde kamuoyuna açıklanan bir metinle sona erdirildi?
Nedenlere anlayabilmek için, sürece ve geldiğimiz noktaya iyi bakmak gerekmektedir. Resmi ve gayrı resmi yollarla, Türk ve dünya kamuoyuna yapılan açıklamalarda, harekatta iki temel unsur göze çarpıyordu. Birincisi, IŞİD’i Türk sınırlarından ve Suriye’nin kuzeyinden temizlemek, ikincisi ise, PKK terörünün uzantısı PYD koridorunun Türkiye sınırları boyunca tamamlanmasını engellemek hedef olarak ifade edilmişti. IŞİD ve PYD, FETÖ ağıyla birlikte, Türkiye’ye Suriye sınırlarından, ülkenin metropollerine kadar zarar verirken, IŞİD ve PYD’ye karşı “eş zamanlı mücadele” bu çerçevede anlaşılabilirdi.
40 km. derinliğinde ve 90 km. uzunluğunda, Afrin ve Kobani sözde kantonlarının arasında, ÖSO ile birlikte, El Bab da hesaba katılırsa, 4 bin kilometrekareyi aşan bölge, Türk ordusunun inisiyatifi altına alındı. Ağustos 2016-Mart 2017 arasındaki süreçte 71 askerimiz şehit olurken, sürekli vurgulanan konu, Türkiye’nin içte ve dışta yaşadığı terör sarmalının ve Suriye sınırındaki belirsizliğin kontrol altına alınması gibi bir çerçeveyi ifade ediyordu.
Bu dönemde, Rusya Suriye için hazırladığı “anayasa taslağında”, PYD bölgesine “özerklik” verirken, ABD PYD’nin Fırat’ın batısına taştığı Menbiç’te, Rusya ise Fırat Kalkanı Harekatı ile birlikte, Batı’da kopuk kalan, PYD yönetimindeki Afrin’de askeri varlık inşa ettiler. Hatta bunları “üs” olarak ta adlandıranlar oldu. IŞİD’in ana karargahı Rakka’ya yapılacak uluslararası müdahalede, PYD’nin silahlı kanadı YPG’nin mutlaka yer alacağı, hem ABD’li, hem de Rus yetkililer tarafından defalarca dile getirildi. Oysa Türkiye’de en yetkili ağızlar, hem Rakka, hem de Menbiç’e Türk ordusunun harekat yapacağı sinyallerini verdiler. Bu çıkışlar, ABD’li ve Rus yetkililer tarafından kesinlikle kabul görmedi. Türkiye’nin “koridor”u engellemek adına, güneyden, El Bab üzerinden kurduğu tahkimat, artık harekatın misyonu açısından bazı işaretleri de belirginleştirmeye başlamıştı.
PYD ile birlikte herhangi bir askeri angajmana girmeyeceği net olan Türkiye’nin, Suriye’deki askeri varlığı, günden güne büyük bir riske dönüşmeye başladı. ÖSO içindeki unsurların belirsizliği, askeri açıdan kapasitelerinin sınırlılığı, ABD-Rusya-Esad-İran-PYD denkleminde Türkiye’nin Suriye’deki “yalnızlığı”, uygulanan askeri harekatı bir noktaya getirdi. Askeri harekatların temeli, siyasi hedefleriyle ölçülür. Siyasi hedef yoksa, o harekat zaten, zaman içinde anlamını ve varlığını yitirir, yaşananlar bir girdaba dönüşür.
Harekatın sona erdiği 29 Mart’ta ilan edildi, ABD’nin yeni Dışişleri Bakanı Tillerson 30 Mart’ta Türkiye geldi, Başbakan ve Cumhurbaşkanıyla görüştü. Başbakanlıktan yapılan açıklamada, görüşmenin gündemi “IŞİD’in Suriye’den temizlenmesi” ve “Gülen’in iadesi” konuları olarak belirtildi. Dolayısıyla, resmi açıklamaya PYD konusu girmedi. Fırat Kalkanı’nın adı bile, PYD ile bağlantılı olarak gündeme gelmişti. Türkiye, harekat öncesinde, PYD’nin Fırat nehrinin batısına geçmesini, “kırmızı çizgi” olarak ilan etmiş, böylesine bir hamlenin, askeri karşılık göreceğini ifade etmişti. Gelgelelim, Menbiç, hem PYD tarafından ele geçirildi, bir cep oluşturuldu, hem de ABD askeri birliklerince korunuyor? Peki kime karşı korunuyor? O da aslında yanıtı çok sarsıcı bir soruyu ortaya koyuyor.
Türkiye, Fırat Kalkanı sonrasında, IŞİD ve PYD konusundaki önceliklerini korumakla birlikte, kendi eliyle oluşturduğu ÖSO bölgesini, “kırmızı çizgiler”le ve ileri sürdüğü angajmanlarla korumaya devam edecek midir? Rakka’nın banliyölerine giren PYD, merkezine girdiğinde, Türkiye, ABD, Rusya ve İran’a rağmen, tek taraflı bir müdahale yapmayı göze alacak mıdır? Fırat Kalkanı Harekatı’nda şu ya da bu nedenle ABD ve Batı siyasalarıyla uyumlu olarak çekilen Türkiye, sonrası için B planları yapmış mıdır? Exxon’un eski CEO’su Tillerson, petrolcü bir kişi olarak, Kürt petrolünün güvenliği üzerinde hassasiyetle durmaktadır. Barzani bölgesiyle arası gayet iyi olan Türkiye, bu çerçevede Kerkük petrolünün İran üzerinden geçmesi projelerine karşı tedirginlik duymakta, Barzani ile deyim yerindeyse “kader birliği” yapmaktadır. Barzani, PYD ve PKK ile çelişkiler yaşasa da, unutulmasın ki, PKK terörünün ana karargahı Kandil, Barzani bölgesinin kontrolü altındadır. Irak’ta Barzani’ye yapılan siyasal ve ekonomik yatırım, Suriye’de PYD’nin devletleşmesine, sert söylemine karşı, müdahale edecek pozisyonda olmayan dış politikamız, şimdi hem verdiği şehitlerle, hem de 3 milyonu aşan mültecinin oluşturduğu “içimizdeki Suriye” gerçeği ile karşı karşıyadır.
“Emevi Cami’nde namaz kılmaktan, PYD/PKK’nın Suriye’de devletleşmesine” varan kırılmalar, dış politikadaki bilançonun vahametini göstermektedir. Şimdi “hasar tespiti” yaparken, unutulan, “reklam arası” denilen Cumhuriyet’in temel vizyonuna, Atatürk’ün “laik, rasyonel, barışa dayalı” dış politikasına ivedilikle dönme zamanıdır. Daha fazla bedel ödemeden…
Yrd. Doç. Dr. Deniz TANSİ