2013 yılından beri İran İslam Cumhuriyeti Dış İşleri Bakanı olarak görev yapan Muhammed Cevat Zarif (1960-)[1], İran nükleer anlaşması başta olmak üzere son dönemde küresel barışa yaptığı katkılarla adından övgüyle söz ettiren çok önemli bir diplomattır. İran tarihinin en etkili Dış İşleri Bakanı olan Zarif, İran nükleer programı konusunda Batı ülkeleriyle sağlanan uzlaşmayı sağlamasının dışında, son yıllarda Orta Doğu coğrafyasında da ülkesinin daha etkin bir dış politika yürütmesini sağlamış ve bu nedenle ülkesinde de sıklıkla övgü konusu olmaktadır. Zarif, geçtiğimiz gün Council on Foreign Relations (CFR) tarafından düzenlenen ve kurum başkanı Richard N. Haass’ın moderatörlüğünü yaptığı bir oturuma katılmış ve güncel gelişmelerle ilgili fikirlerini paylamıştır. Bu yazıda, Zarif’in konuşması ana hatlarıyla özetlenecektir.
Konuşma kaydı
Haass’ın sorusu üzerine konuşmasına Orta Doğu’nun neden bu kadar istikrarsız bir coğrafya olduğuna cevap vererek başlayan Zarif, Allah’ın adı kullanılarak yapılan yanlış işleri kınamakta ve bu konuda hem iç, hem de dış faktörlerin etkili olduğunu söylemektedir. Her ne kadar emperyalist politikalar ve işgallerin bu eğilimde ve özellikle aşırıcılığın artmasında çok etkili olduğunu belirtse de, Zarif’e göre sadece dış etkenleri saymak kolaycılıktır. Zira bölge ülkelerinin içsel sorunları da bu durumda oldukça etkilidir. Bunlar arasında en önemlileri ise, Arap devletleri başta olmak üzere bölge devletlerinin zayıf kurumsal yapıları ve halklarını memnun etmekte yetersiz kalmalarıdır. Ülkesi İran’da insanların Cumhurbaşkanlığı seçimleri için 2 ay önce 10 saat kadar sırada beklediklerini hatırlatan Zarif, bu gibi seçim imkânlarının bazı bölge ülkelerinde henüz olmadığına dikkat çekmiş ve bunun hükümetler ve devletlere yönelik halk öfkesine neden olduğunu iddia etmiştir. Orta Doğu coğrafyasındaki sorunlar için İran’ı suçlamanın şu sıralarda Washington’da oldukça kolay ve popüler bir iş olduğunu belirten Zarif, buna rağmen asıl meselenin Orta Doğu halklarının kendi devlet ve hükümetlerine yabancılaşmaları olduğunun altını çizmektedir.
Richard Haass’ın sorusu üzerine Suudi Arabistan’la ilişkiler konusuna odaklanarak konuşmasına devam eden Zarif, Suudi Arabistan’ın 7. Kralı Selman bin Abdülaziz’in kısa bir süre önce “Veliaht Prens” olarak atadığı Savunma Bakanı Muhammed Bin Salman’ın “Savaşın Suudi Arabistan’da olmasını beklemeyeceğiz, savaşın İran’da olmasını sağlayacağız” sözünün açık bir tehdit olduğunu belirtmiş ve Riyad’ın dünyada birçok köktendinci terörist örgüte yardım sağladığını iddia etmiştir. Zarif, şimdilerde Suudi Arabistan’la Suriye ve Yemen başta olmak üzere birçok konuda karşı taraflarda ve rakip durumunda olmalarına karşın, bu ülke ile çatışma yaşamak istemediklerini ve bunun yerine farklılarına rağmen ortak tehditlere karşı birlikte çalışmak istediklerini söylemiştir. Ülkesinin hem Yemen, hem de Suriye’de barışı sağlamak için birçok çaba gösterdiğini kaydeden Zarif, bu iki ülkedeki insani trajedilere dikkat çekmiş ve özellikle Yemen’deki kolera salgınına referans yaparak, Suudi Arabistan’la savaşmak zorunda olmadıklarını ve bunu istemediklerini açıklamıştır.
Haass’ın hatırlatmasıyla, geçmişte kimyasal silah saldırılarına maruz kalan bir ülke olarak (İran-Irak Savaşı’nda) şimdilerde Suriye’de Beşar Esad rejiminin kimyasal silah kullanarak yaptığı katliamlara nasıl destek olabildikleri sorulduğundaysa, Zarif, bu konuda dünyadaki belki de tek duyarlı ülkenin İran İslam Cumhuriyeti olduğunu, ancak geçmişte kendilerine saldırı olduğunda bunu kimsenin önemsemediğini hatırlatarak söze başlamıştır. Zarif, ülkesinin kimyasal silah kullanımına her koşulda karşı olduğunu söylemiş ve Suriye rejimine yönelik suçlamaların araştırılması ve kanıtlanması gerektiğini iddia etmiştir. Bu tarz saldırıların kanıtlarının bulunabileceğini ama Suriye konusunda ciddi şüphelerinin olduğunu belirten Cevat Zarif, bu nedenle bu konuda harekete geçmediklerini söylemiştir.
ABD Dış İşleri Bakanı Rex Tillerson’ın İran’daki muhalif güçlerin barışçıl geçiş için desteklenmesi gerektiği görüşü hakkında fikri sorulan Zarif, Washington’ın İran’da 1953 yılında bir rejim değişikliği yaptığını (Musaddık’a yönelik darbe) ve İran İslam Devrimi’nden (1979) bu yana yine rejim değişikliği yapmaya çalıştığını belirterek, Barack Obama döneminde resmi olarak durdurulan bu politikanın anlaşıldığı kadarıyla yeniden uygulamaya sokulduğunu söylemiş ve zaten hiçbir şekilde uygulamada bunun yürürlükten kalkmadığını iddia etmiştir. Tahran rejiminin gücünü ve yetkisini halktan aldığını söyleyen Zarif, İran’ın bölgedeki diğer ülkeler gibi çeşitli güvenlik şemsiyesi kuruluşlara (NATO vs.) dâhil olmadan ve uzun süren ambargolara rağmen ayakta kalabilmesini, işte bu halk egemenliğine dayalı meşru ve güçlü rejimle ilişkilendirmiştir. İran’a karşı yakın geçmişte herkesin Saddam Hüseyin’i desteklediğini hatırlatan Dış İşleri Bakanı, ülkesinin çok katı ambargolara rağmen ayakta kalmasının bunun ispatı olduğunu söylemiştir. İran Cumhurbaşkanı’nı seçmek için Los Angeles’ta bile 4 saat beklemeyi göze alan vatandaşları olduğunu söyleyen Zarif, bunun İran devletinin halkı nezdindeki gücünü gösterdiğini vurgulamıştır. Tahran’a yönelik rejim değişikliği politikasının asla başarılı olamayacağını çünkü İran’ın başka ülkeler gibi yaşaması için Washington’a bağımlı olmadığını kaydeden Cevat Zarif, tam tersine, ülkesinin ABD’ye rağmen yaşadığını vurgulamıştır.
İran’ın Irak’ta Sünni halkı yabancılaştırdığı ve Irak’ı yönettiği iddialarının sorulması üzerine, Zarif, bölgedeki tüm ülkelerde halkın tamamını kapsayıcı hükümetler kurulmasını gerektiğini ve ABD ve müttefikleri aşırıcı hareketleri desteklemesine karşın, kendi ülkesinin daima aşırıcı hareketlere karşı mücadele verdiğini iddia etmiştir. Richard Haass’ın referans yaptığı New York Times makalesinin son derece yanlı yazıldığını belirten Zarif, ülkesinin Irak başta olmak üzere birçok bölge ülkesinde nüfuz sahibi olduğunu ama bunun Şiiler dışındaki grupları dışladıkları anlamına gelmediğini söylemiştir. Bölgedeki yabancı askerlerin istikrarsızlık kaynağı olduğunu iddia eden Zarif, kendi güçlerinin de Irak başta olmak üzere bölge ülkelerinde bulunduğunun hatırlatılması üzerine, bu kişilerin İran askeri güçleri değil, hükümetlerin davetiyle gelmiş askeri danışmanlar olduğunu vurgulamıştır. IŞİD’e karşı savaşta ülkesinin Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi’ne de destek verdiğini hatırlatan Zarif, her ülkenin yönetiminin kendi halkları ve devletleri tarafından belirlenmesi gerektiğinin altını çizmiştir.
Eylül ayında yapılacak Kürdistan bağımsızlık referandumu sorulduğunda ise, Zarif, İran’ın referanduma karşı olduğunu ve bunun Irak için bir felaket olabileceğini söylemiştir. Bu durumun sadece Irak’ın değil, bölgenin güvenliği için de tehlikeli olacağını vurgulayan Zarif, bölgedeki tüm devletler tarafından da bu görüşün desteklendiğini ve bunu Iraklı Kürt muhataplarına ilettiklerini belirtmiştir. Bu konuda Türkiye’nin durumu sorulduğunda ise, Zarif, Türkiye’nin iç işleri hakkında yorum yapmak istemediğini açıklamıştır.
Konuşmanın genel bir değerlendirmesi yapılırsa, Muhammed Cevat Zarif’in Kürdistan referandumu konusundaki söylediklerinin önemli olduğu belirtilmeli ve konuşmada, Donald Trump döneminde popülist siyasi söylemlerde yeniden hedef tahtasına konulmaya başlamalarına karşın, İran’ın Batı ile iyi ilişkiler kurmak istediğinin hissettirildiği vurgulanmalıdır.
Yrd. Doç. Dr. Ozan ÖRMECİ
[1] Hakkında bilgiler için; https://en.wikipedia.org/wiki/Mohammad_Javad_Zarif.