1942 doğumlu İngiliz gazeteci ve yazar Jonathan Fenby[1], uzun yıllar Reuters, The Economist, The Guardian, The Observer ve South China Morning Post gibi saygın basın-yayın kuruluşlarında görev yapmış önemli bir gazetecidir. Fenby, halen İngiliz The Guardian gazetesinde zaman zaman makaleler yayınlamaktadır[2]. Kariyerinin ilerleyen yıllarında Çin Halk Cumhuriyeti üzerine uzmanlaşan ve Çin tarihi ve siyaseti hakkında birçok kitaba imza atan[3] Fenby, Will China Dominate the 21st Century? (2014) (Çin 21. Yüzyılı Domine Edecek Mi?) adlı 2014 Polity basımı kitabıyla[4] son dönemde dikkat çekmiştir.[5] Aynı zamanda TSLombard grubu Çin Başkanı olan Fenby, kitabının yayımlanmasının ardından 2015 yılında Asia Scotland Institute’de katıldığı bir panelde, kitabında yer verdiği bazı önemli bilgileri dinleyicilerine aktarmıştır. Bu yazıda, yazarın bu panelde ifade ettiği görüşler özetlenecektir.
Panel kaydı
Jonathan Fenby, panelin başında, Çin’e yönelik ilgisinin Hong Kong merkezli South China Morning Post gazetesinde çalışmaya başlamasıyla (1995-2000 döneminde bu kurumda çalışmıştır) ortaya çıktığını anlatmaktadır. 1990’larda Hong Kong ve Çin’de büyük bir değişim ve reform süreci yaşandığını ve 1997’de Hong Kong’un Birleşik Krallık’tan Çin’e bağlandığını hatırlatan Fenby, Çin’in Dünya Ticaret Örgütü’ne üye olma yoluna girdiği ve Deng Xiaoping’in ekonomik devriminin meyvelerini vermeye başladığı bu dönemin çok önemli olduğunu vurgulamaktadır. Mao’nun 1949’da Komünist Devrimi yaparak Çin’i, Deng’in ise 1970’lerde Çin’i küresel ekonomiye açarak dünyayı değiştirdiğini söyleyen İngiliz gazeteci-yazar, Çin’in dünya sahnesine çıkmasının Soğuk Savaş sonrasında küresel siyasetin en önemli olayı olduğunun altını çizmektedir. Çin’in bu sayede önce ekonomik, sonra da siyasi olarak küresel bir aktör haline geldiğini belirten Fenby, 2012 yılından beri Çin Halk Cumhuriyeti’nin lideri olan Şi Cinping’in ise şimdilerde Çin’in küresel siyasetini yeniden tanzim etmeye çalıştığını düşünmektedir.
Will China Dominate the 21st Century?
Daha sonra, “Odadaki Fil” veya “Büyük Ejder” gibi yakıştırmalara konu olan ve devasa bir nüfusa (1,42 milyar) sahip Çin Halk Cumhuriyeti’nin dünya siyasetini 21. yüzyılda domine edip etmeyeceği sorusuna yanıt arayan Jonathan Fenby, Çin’in Konfüçyüs öğretilerine dayanan geçmişi, diğer ülkelerden farklı medeniyeti ve günümüzdeki Konfüçyüsçülük’ten farklı devlet yapısı itibariyle bu soruya yanıt vermenin kolay olmadığını düşünmektedir. Çin hakkında günümüzde akademik dünyada genelde iki tip yaklaşım olduğunu kaydeden İngiliz konuşmacı, bazı düşünürlerin Çin’in 21. yüzyılda bir süpergüç olacağını ve dünya siyasetine yön vermeye başlayacağını düşündüğünü, bazılarının ise Çin’i çökmeye mahkûm bir güç olarak gördüklerini söylemektedir. İkinci tip düşünürlere örnek olarak Gordon G. Chang’i ve onun 2001 tarihli The Coming Collapse of China eserini[6] örnek gösteren (kitapta Çin’in 2012’de çökeceği iddia edilmiştir) Fenby, Amerikalı ünlü Sinoloji Profesörü Richard Baum’dan alıntılayarak, Çin hakkında her iki görüşü de doğrulayacak pek çok kanıt bulunabileceğini belirtmektedir.
Bu noktada Tarih disiplininden yardım almak gerektiğini düşünen Fenby, daha sonra 1830’lardaki Birinci Afyon Savaşı’na odaklanmaktadır. Savaş sonrasında 1842 Nanking Antlaşması ile Birleşik Krallık’ın (İngiltere) bu dönemde Çin’den önemli ticari imtiyazlar elde ettiğini hatırlatan Fenby, bu sayede bazı Çin vatandaşlarının da serbest ticaret bölgelerinde kanun önünde ayrıcalıklar elde edebildiğini söylemektedir. Klasik fiziki emperyalizmden farklı olarak bu dönemde Avrupalıların Çin’e yönelik politikalarının daha çok ekonomik çıkar temelinde oluştuğunu belirten İngiliz konuşmacı, Çin’in Avrupa devletleri, Japonya ve Rusya karşısında bu dönemlerde etkisiz kaldığını belirtmekte ve 19. yüzyılda Çin tarihinde yaşanan önemli olayları sıralamaktadır. 20. yüzyılda da Mançurya’nın işgali ve 1937–1945 İkinci Çin-Japon Savaşı ile bu durumun devam ettiğini belirten Jonathan Fenby, Mao önderliğinde komünistlerin 1949’da iktidarı ele geçirmeleriyle, Çinliler için “utanç yüzyılı” (century of humilitation) olarak anılan 100 yıllık aşağılanma döneminin sona erdiğini belirtmektedir. Ancak 1800’lerin başında dünya üretiminin üçte birine kaynaklık eden bir ülkenin sonraki yüzyılda getirildiği durum nedeniyle Çinliler tarafından böyle adlandırılan bu dönemin asıl sebebinin emperyalizm ve yabancı güçler olmadığını düşünen Fenby, Çin’in iç sorunlarına dikkat çekmekte ve bu dönemde Taiping Ayaklanması (1850-1864) gibi uzun süren ve milyonlarca kişinin (yaklaşık 20 milyon) ölümüne yol açan tarihsel olayların altını çizmektedir. Bu dönemde Çin’de merkezi hükümetlerin tüm ülkeyi kontrol etmekte yetersiz kaldığını vurgulayan konuşmacı, 20. yüzyıl başlarında Çan Kay Şek ve Kuomintang partisinin de bu sorunları çözemediğini ve Çin’in dağınık yönetim sorununun uzun süre devam ettiğini düşünmektedir.
1949 Çin Komünist Devrimi’nin ardından Mao Zedong önderliğinde kurulan yeni düzenin Çin’e merkezi yönetim (birlik) ve bazı alanlarda sosyal gelişim (okuma-yazma oranları ve yaşam beklentisi) sağladığını kabul eden Jonathan Fenby, buna karşın bu dönemde ödenen bedellerin çok ağır olduğunu söylemekte ve “Great Leap Forward” (Büyük İleri Atılım) ve “Büyük Kültür Devrimi” gibi süreçlerin olumsuz yanlarına işaret etmektedir. Bu dönemde yaşanan “Büyük Kıtlık” nedeniyle milyonlarca insanın hayatını kaybettiğini de hatırlatan Fenby, bu nedenle Batılıların Çin devletinin ve halkının “istikrar” konusundaki kaygılarını yeterince anlayamadıklarını, oysa bunun Çin tarihinden kaynaklanan doğal bir durum olduğunu söylemektedir.
Deng Xiaoping
Bu noktada, 1970’lerin sonlarından itibaren Çin’i kademeli olarak dünyaya açan Deng Xiaoping’in dünyayı değiştirdiğini bir kez daha vurgulayan Fenby, Deng’in bu şekilde prestiji azalan Çin Komünist Partisi’nin de yeniden güçlenmesini sağladığını düşünmektedir. Deng’in, danışmanlarının da etkisiyle, Çin’deki ucuz işgücü sayesinde ekonomik olarak yükselebileceğini fark ettiğini belirten konuşmacı, küresel ekonomideki yüksek enflasyon nedeniyle dünya genelinde tüketicilerin de Çin’in küresel piyasalara eklemlenmesini desteklediklerini, ayrıca ABD’nin de hazine ve bono tahvillerini satabileceği yeni bir müşteri olarak Çin’i liberalleşme konusunda teşvik ettiğini söylemektedir. Deng’in Komünist Parti’nin insanların yaşam koşullarını geliştirerek ve ekonomik büyüme sağlayarak ayakta kalabileceğini fark ettiğini ve bu sayede Çin rejiminin dünyada da daha itibarlı hale geldiğini belirten Fenby, bu sayede Çin yönetiminin 1989 Tiananmen Meydanı Olayları gibi krizleri atlatabildiğini düşünmektedir. Bu bağlamda, Çin Başbakanlarından Zhu Rongji’nin de Deng sonrasında önemli bir ekonomik reformist olarak önemini vurgulayan Fenby, Rongji’nin de çabalarıyla Çin Halk Cumhuriyeti’nin 2001 yılı sonunda Dünya Ticaret Örgütü’ne (WTO) üye olduğunu anımsatmaktadır.
Çin’de günümüzde “kaybedilmiş 10 yıl” gözüyle bakılan Hu Jintao (2002-2012) döneminde de önemli altyapı ve finans gelişmelerinin yaşandığını vurgulayan Fenby, Çin’in bu dönemde Jintao ve Başbakanı Wen Jiabao liderliğinde ekonomik krizden çıkabildiğini ve yeniden yüksek ekonomik büyüme oranları yakalamayı başardığını anlatmaktadır. Ayrıca Çin’i “son Leninist devlet” olarak değerlendiren Fenby, bu sistem içerisinde halen Komünist Parti’nin hükümetten daha güçlü olduğunu; bu nedenle de Çinli devlet adamlarının yapmaya çalıştıkları liberalleşme reformlarına zaman zaman partiden engeller çıkarıldığını açıklamaktadır. Bu bağlamda, Fenby, Çin’in mevcut Devlet Başkanı Şi Cinping’in aynı zamanda Çin Komünist Partisi Genel Sekreteri olduğunu da sözlerine eklemektedir. Daha sonra Çin Komünist Partisi’nin o dönemdeki (2015) ileri gelen mensuplarını (Politbüro üyeleri) tanıtan Fenby, Şi Cinping ve Başbakan Li Keqiang’ın (Li Keçiang) genç liderler olmaları sebebiyle Politbüro ve Çin yönetiminde kalmaya devam edeceklerini; ancak diğer Politbüro üyelerinin 2017 itibariyle değişeceğini vurgulamaktadır. Görev süresi 2022’de sona ermesi beklenen Şi Cinping’in bir yasa değişikliğiyle hayat boyu Genel Sekreter kalmaya çalışıp çalışmayacağını da değerlendiren Fenby, buna ihtimal vermediğini söylemiştir. Ancak Fenby’nin beklentisinin aksine, 2018 yılında, Çin’de Devlet Başkanlarının görev sürelerini her biri 5 yıl olmak üzere iki dönemle sınırlayan anayasal düzenlemenin kaldırılmasına yönelik yasa teklifi Çin Ulusal Halk Kongresi’nde kabul edilmiş ve böylelikle mevcut Devlet Başkanı Şi Cinping’in tıpkı Mao Zedong gibi ömür boyu bu görevde kalmasının önü açılmıştır.
Daha sonra Çin Halk Cumhuriyeti Devlet Başkanı Şi Cinping’i irdelemeye başlayan Jonathan Fenby, birinci nesil Çinli komünist liderlerden birinin oğlu olması sebebiyle “princeling” (genç prens) olarak nitelendirilen Cinping’in kariyerini mercek altına almakta ve geçmiş başarılarını anlatmaktadır. Şi’nin 2012’de Komünist Parti Genel Sekreteri, 2013’te de Devlet Başkanı olması ardından Çin’deki dağınık yönetim sorununu çözmeye karar verdiğini söyleyen konuşmacı, bu bağlamda Cinping’in 4 önemli komite (ekonomik reform, ulusal güvenlik, sibergüvenlik ve Çin Halk Kurtuluş Ordusu’nun modernleşmesi alanlarında) kurduğunu söylemektedir. Bu şekilde elinde büyük güç toplamayı başaran Cinping’in günümüzde dünyanın en güçlü lideri olduğunu iddia eden Fenby, Batılı liderler gibi erken seçimleri ve güvenoyu oylamasını düşünmesi gerekmeyen Cinping’in tüm enerjisini Çin’in gelişimi için harcayabileceğini anlatmaktadır. Çin’de insanların “güçlü lider” olgusuna sıcak baktıklarını ve Şi Cinping’in de Halkla İlişkiler (PR) yöntemleriyle bunu sağladığını belirten deneyimli İngiliz gazeteci-yazar, Cinping’in özgüven anlamında da iyi durumda olduğunu düşünmektedir. Fenby, Cinping’in en önemli projesi olarak ise Yeni İpek Yolu olarak da adlandırılan “Tek Kemer Tek Yol” girişimini belirtmektedir. BRICS Bankası ve Asya Altyapı Yatırım Bankası gibi girişimlerle de Çin’in ekonomik ilerlemesini sürdürmeyi amaçlayan Şi, ayrıca Rusya’da Batı’nın ekonomik yaptırımları nedeniyle zayıflayan Putin rejimiyle de yakın ilişkiler geliştirmektedir. Şi’nin “Çin Rüyası”nı da özetleyen Fenby, partinin güçlendirilmesi, milli birlik, verimli bir parti devlet yönetimi, yolsuzlukla mücadele, gelişen yaşam koşulları, halka daha yakın devlet görevlileri, askeri modernleşme ve bölgesel ve küresel siyasette ağırlık gibi unsurları olan bu vizyonun, Çin’i etkili bir küresel aktör yapmayı amaçladığını vurgulamaktadır. Bu hedefler doğrultusunda Şi Cinping’in ilk olarak yolsuzlukla mücadele konusunda harekete geçtiğini belirten Fenby, Bo Şilay (Bo Xilai) vakasını dinleyicilere kısaca anlatmaktadır.
Şi Cinping
Konuşmasının son bölümünde, kitabına ve panele konu olan soruya yanıt arayan Jonathan Fenby, Çin’in mevcut sistemdeki güçlü özelliklerini; yükselişe devam etmesi, yüksek ekonomik büyüme performansı, istikrar, milli birlik ve muhalefetin olmaması olarak sıralamakta ve son dönemde özellikle enerji sektöründe devlet şirketlerinin yöneticilerinde yaşanan değişime dikkat çekmektedir. Ayrıca hukuk sisteminden bağımsız olarak yapılan yolsuzlukla mücadele hamlesinin Çin’de yönetici sınıfında korkuya neden olduğunun da altını çizen İngiliz gazeteci, bunun bazı olumsuz etkilerinin de olabileceğini söylemektedir. Fenby, daha sonra günümüz Çin sisteminin olumsuz özelliklerini sıralamaktadır. Fenby, bunları; ekonomik büyümedeki yavaşlama, ülke içerisindeki ciddi sosyoekonomik dengesizlik ve eşitsizlikler (gini endeksine göre, Çin’deki ekonomik eşitsizlikler Batı ülkelerinden çok daha fazladır), yaşam kalitesindeki sorunlar (özellikle hava kirliliği), çevresel ve demografik sorunlar, tarım sorunu (1,4 milyar insanı besleyebilmek), inovasyon-yenilik alanında yeterince başarılı olunamaması ve Tibet, Sincan (Doğu Türkistan veya Uygur Sorunu) ve Tayvan sorunları olarak listelemektedir. Bu sorunların Çin’in çökmesine neden olmayacağını da belirten İngiliz konuşmacı, buna karşın Çinli liderlerin bu sorunlar karşısında düşünmeleri gerektiğini belirtmektedir. Çin’in Batı’da daha çok “kısmi güç” (partial power) olarak değerlendirildiğini de belirten Fenby, buna gerekçe olarak da; başka ülkelere olan kaynak bağımlılığı, Kuzey Kore dışında tam bir müttefiğinin bulunmaması, askeri güç bağlamında ABD’nin çok gerisinde olması, ABD’nin Doğu Asya’daki gücü, Pekin’in komşularıyla yaşadığı sorunlar, küresel sorunlar karşısında sorumlu bir paydaş gibi davranmak konusunda isteksizlik (Şi Cinping döneminde bu değişmeye başlamıştır) ve yumuşak güç konusundaki sınırlı etki olarak belirtmektedir. Bu nedenle, birilerinin iddia ettiğinin aksine, Çin’in 21. yüzyılda dünya siyasetini domine etmeyeceğini düşünen Jonathan Fenby, bu bağlamda bazı önemli argümanlar öne sürmektedir. Bunlar şöyle sıralanabilir:
- Değişim ihtiyacı ve bunun bizzat Çin rejimi tarafından da kabul edilmesi. Ancak istikrarın korunması düşüncesiyle bunu gerçekleştirmek konusunda yaşanan zorluklar.
- Toplumun sosyoekonomik gelişimi nedeniyle hukuk devleti ve hesap verebilirlik alanında yaşanacak olan sorunlar.
- Devasa nüfus nedeniyle çözümü kolay olmayan çevresel ve demokrafik sorunlar.
- Reform ve statüko yanlıları arasındaki anlaşmazlıklar.
- Rejimi koruma düşüncesinin en temel ilke olması nedeniyle yaşanılan sorunlar.
- Tek partili Leninist siyasi sistemin doğası.
Doç. Dr. Ozan ÖRMECİ
[1] Hakkında bilgiler için bakınız; https://en.wikipedia.org/wiki/Jonathan_Fenby ve https://www.theguardian.com/profile/jonathanfenby.
[2] Yazı arşivi için; https://www.theguardian.com/profile/jonathanfenby.
[3] https://www.amazon.com/Jonathan-Fenby/e/B001H6KQUK%3F.
[4] Bakınız; https://www.amazon.com/Will-China-Dominate-21st-Century/dp/0745679277.
[5] Kitap hakkında yayınlanan bir değerlendirme için; https://www.globalpolicyjournal.com/blog/21/08/2014/book-review-will-china-dominate-21st-century.
[6] Bakınız; https://www.amazon.com/Coming-Collapse-China-Gordon-Chang-ebook/dp/B000FC1HFU.