Özet : Türk dış politikasının son yirmi yıllık serüvenini incelemeye kalktığımızda, özellikle içinde bulunduğumuz 5-6 yıllık son dönemin diğer dönemlere göre -iktidar değişmeyip hep aynı kalmış olsa bile- daha aktif, müdahil ve yakın çevresindeki olaylara karşı tepkisel davranan etkin bir nitelik taşıdığını görebiliriz. Hem dış politikadaki karar vericiler düzeyinde söylemsel/söylem analizi olarak, hem de dış politika analizi bağlamında olgusal ve pratik düzlemde yapılacak her türlü değerlendirme, kuşkusuz, bizi bu sonuca götürecektir. Bu çalışmada ele alınacak konu ise, Türk dış politikasının “hem sahada, hem masada” şeklinde kısaca özetlenebilecek yakın bölgesindeki olaylara karşı benimsediği siyasi ve askeri aktivizmi ele alarak bunun nedenlerini açıklamaya girişmek olacaktır. Sonuç olarak, uluslararası politikanın mevcut konjonktürü içinde Türk dış politikasının bu aktivizmine sistem ile bağlantılı bir anlam verilmeye çalışılarak bazı çıkarsamalar yapılacaktır.
Anahtar Kelimeler: Türk Dış Politikası, Yakın Çevre, Aktif Dış Politika, Ortadoğu.
*********************************************************************************************************
Giriş
Bugün dünya politikası 1991’daki duruma benzer bir biçimde birtakım ideolog ve teorisyenler tarafından yeni kavramsallaştırmalar ve adlandırmalar ile farklı bir döneme ayrılmaktadır. 1991’da Kuveyt Krizi’nin ardından gelen Irak’a müdahale ve Irak’ın Kuveyt’ten çıkarılmasının akabinde “yeni dünya düzeni” (new world order) söylemi gündeme getirilmişti. İçinde bulunduğumuz yaklaşık bir yıllık pandemi koşulları global politikayı o kadar güçlü bir şekilde etkiledi ki, 2020 sonrası için korona sonrası dönem (post–corona era) ve Batı-sonrası dönem (post–west era) gibi kavramsallaştırmalar birçok çalışmada yayınlanarak çeşitli politika bilimciler tarafından telâffuz edilmeye bile başlanmıştır.
Yeni Bir Küresel Düzenin Şafağında Sistem ve Türkiye
Pandemiyle değişen bireysel ve sosyal hayatlarımız gibi tıpkı bir organizma misali canlı olduğu varsayılan doğup büyüyen, gelişerek güçlenen ve nihayetinde de ömrünü tamamlayarak tarih sahnesinden çekildiği söylenegelen ulus-devletler ve onların oluşturduğu düzenli ilişkiler ağından ibaret uluslararası sistem de küresel salgından çok şey öğrenmiştir ve günümüzde de evirilerek yeni bir biçim almak üzeredir. Bugün dünya politikası 1991’daki duruma benzer bir biçimde birtakım ideolog ve teorisyenler tarafından yeni kavramsallaştırmalar ve adlandırmalar ile farklı bir döneme ayrılmaktadır. 1991’da Kuveyt Krizi’nin ardından gelen Irak’a müdahale ve Irak’ın Kuveyt’ten çıkarılmasının akabinde “yeni dünya düzeni” (new world order) söylemi gündeme getirilmişti. İçinde bulunduğumuz yaklaşık bir yıllık pandemi koşulları global politikayı o kadar güçlü bir şekilde etkiledi ki, 2020 sonrası için korona sonrası dönem (post–corona era) ve Batı-sonrası dönem (post–west era) gibi kavramsallaştırmalar birçok çalışmada yayınlanarak çeşitli politika bilimciler tarafından telâffuz edilmeye bile başlanmıştır.[i]
Ancak bu küresel salgın ortamında dahi uluslararası siyasal etkileşim ve diplomatik, politik ilişkiler hız kesmemiştir. Özellikle Ortadoğu ve Kuzey Afrika Coğrafyasında beklenmedik ve şaşırtıcı gelişmeler cereyan etmiştir. İsrail ile Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) (Ağustos-2020), Bahreyn (Eylül 2020) gibi Körfez monarşilerinin yanında, Sudan (Ekim 2020) arasında atılan normalleşme adımları ve İbrahim Anlaşmaları’nın (Abraham Accords) imzalanarak diplomatik ilişkilerin tesis edilmesi gibi…[ii] Hatta kimilerine göre, ABD seçimleri sonrasında İsrail’le ilişki kuran ülkelere Suudi Arabistan da eklenecektir. Yine öteden beri devam eden ve Arap Baharı’nın en ağır faturaları olarak nitelendirilen Suriye, Libya ve Yemen krizleri ile güncel olan Azeri-Ermeni çatışması, uluslararası toplumun küresel salgın ortamında dikkatlerinin odaklandığı temel kriz ve sıcak çatışma bölgeleri olmuştur.
Yukarıda sayılan bütün bu, önce bölgesel, daha sonra da küresel nitelik kazanmış olan çatışma bölgelerinde ve hatta bunlara ek olarak Doğu Akdeniz’de artan siyasi ve askeri aktivizmi ile öne çıkan aktör ise Türkiye olmuştur. Türkiye, 2011 yılından bu yana Suriye Krizi’nin çözümü için sahada ve masada (siyasi ve diplomatik olarak) en fazla çaba gösteren ülkelerin başında gelmiş, Astana ve Soçi süreçlerinde aktif rol almış, kendi ulusal güvenlik öncelikleri çerçevesinde ise Fırat Kalkanı (2016), Zeytin Dalı (2018), Barış Pınarı (2019) ve Bahar Kalkanı (2020) askerî harekâtlarını gerçekleştirmiştir. Yine belirtmek gerekir ki, Türkiye, yaklaşık 4 milyon Suriyeli mülteciye ev sahipliği yaparak en fazla Suriyeliyi topraklarında barındıran ülke olmuştur. Aynı şekilde, Ankara, General Hafter ile Ulusal Mutabakat Hükümeti (UMH) arasında 2014’ten bu yana devam eden otorite mücadelesine dahil olarak sahadaki dengeleri değiştiren aktör durumundadır. UMH ile 27 Kasım 2019’da imzaladığı anlaşmalar çerçevesinde Libya’ya askerî angajmanını artıran Türkiye’yi Katar da desteklemiştir. Fransa, Rusya, Mısır ve Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) gibi ülkelerin tepkisini çeken bu durumun üstüne bir de NAVTEX savaşlarının yaşandığı Doğu Akdeniz’de tansiyonu yükselten Türkiye-Yunanistan gerilimi ise, anılan ülkeler nezdinde artık iyice belirginleşen Türk siyasi ve askeri aktivizminin sınırlanarak bir yerde durdurulması fikrini doğurmuştur.
Keza, Tovuz bölgesinde başlayan sınır çatışmalarının ardından sıcak bir savaşa dönen Dağlık Karabağ üzerindeki Azeri-Ermeni mücadelesi bu askeri ve politik aktivizmin son halkasını teşkil etmiştir. Ermenistan hedeflerinin vurulmasında Türkiye menşeli askeri mühimmat ve stratejilerden yararlanılması, dahası Libya’da da etkin unsur olarak kullanılmış Silahlı İnsansız Hava Araçlarının (SİHA) burada da başarılı görevler icra etmesi Türkiye’nin desteklediği Azerbaycan’ı operasyonel anlamda sahada baskın hale getirmiştir.[iii] Suriye, Libya ve Doğu Akdeniz’in ardından Kafkasya’da belirginleşen Türk askeri aktivizmi bu duruma tepki gösteren bir anti-Türkiye oluşumuna/setine yol açarken, yakın çevresindeki olaylara ve bölgesel çatışmalara aktif müdahale örneği sergileyen Türk dış siyasası bir bütün olarak Batılı devletlerden itirazlarla karşılaşmıştır. Dahası, yukarıda da belirttiğimiz gibi Fransa başta olmak üzere birçok Batı ülkesi tarafından Türkiye’nin bu sahada etkin/aktif ve müdahil tavrına söylemsel düzeyde eleştiriler yöneltilirken pratik düzeyde de Türkiye’yi uluslararası politikada yalnızlaştıracak ve güç durumda bırakacak hamleler uygulanmaya başlatılmıştır. Libya’da Fransa ile aynı safta yer alan Suud rejimi ve BAE gibi Körfez monarşilerinin ekonomik yaptırım yoluna gitmeleri ve Fransa’nın Türkiye’nin ve İslam’ın temel değerlerine saldırı başlatması bunlara birer örnektir.[iv]
Türkiye’nin yakın çevresindeki askeri angajmanlarını ve askeri-siyasi aktivizmini gösteren harita
Erişim Adresi: https://www.bloomberg.com/news/articles/2019-03-07/mapping-the-turkish-military-s-expanding-footprint-quicktake
Türk Dış Politikası Bakımından Bazı Çıkarsamalar
Kuzey Afrika’dan Suriye’ye Doğu Akdeniz’den Kafkasya coğrafyasına kadar uzanan jeopolitik düzlemde artan Türk askerî ve siyasî aktivizminin[v], son dönemde çok boyutlu ve idealist realizm şeklinde betimlenen Türk dış politikasına da yön veren, belli başlı nedenlerini kanımca şöyle sıralayabiliriz:
1-) Önce ABD ile Çin arasında “ticaret savaşları” olarak adlandırılan ekonomik ve ticari kriz, pandemi sürecinde siyasal bir boyut kazanarak, 1945-1990 dönemindeki gibi iki kutuplu yapıyı hatırlatır bir çehre kazanmaya başladı. Buna “Yeni Soğuk Savaş” (New Cold War) diyenler de oldu. ABD hegemonyası erimekte, ona mukabil ters orantılı bir şekilde ekonomik, ticari, siyasi sacayakları bulunan Çin, etkinliğini küresel düzlemde giderek arttırmaktadır. Çin’in son yirmi yıllık ekonomik ve ticari yükselişini yadsımak artık mümkün değildir. Bu ekonomik ve ticari sivrilme, dolayısıyla siyasal bir yükselişi de beraberinde getirmiştir. Nitekim günümüzde artık yumuşak güç (Konfüçyüs Enstitüleri) unsurlarını da kullanarak, Balkanlar, Ortadoğu, Kuzey Afrika ve Avrasya coğrafyalarındaki ülkelerle ticari, ekonomik ve diplomatik açılardan yakın ilişkilere kuran ve onlarla karşılıklı bağımlılık ilişkileri tesis eden bir Çin profili doğmuştur. Hatta denilebilir ki, Sovyet Rusya’nın ardından, ABD hegemon gücünün yeni dengeleyicisi Çin olmuştur.
ABD, Obama döneminde başlattığı Irak ve Afganistan örneklerinde gördüğümüz gibi bölge ülkelerindeki askeri varlığını kademeli olarak azaltarak ve Suriye ve Libya krizinde Rusya ile birebir karşı karşıya gelmekten sakınarak Ortadoğu’da pasif bir tutum sergilemekte, daha çok kendi iç meselelerine ve ulusal menfaatlerine odaklanarak global ölçekte güç boşluğu (power holes) bulunan bölgeler/alanlar yaratmaktadır. Bu alanlar ise, Rusya, Çin, Avrupa Birliği (AB), Hindistan, Brezilya, Türkiye, İran ve Mısır gibi bölgesel ve küresel aktörler tarafından doldurulmak istenmektedir. Yine ABD, bölgesel ve küresel krizlerde -koronavirüs/Covid-19 salgınında olduğu gibi- uluslararası örgütleri ön plana çıkarmaya çalışan bir yaklaşımı öncelemekte; bu ise hegemon güç rolünü oynamaya eskisi kadar heves ve istek duymayan bir algının doğmasına yol açmaktadır. Neticede, küresel ölçekte ABD denetiminin kaybolması ve uluslararası toplumda miadı dolmuş ve aşınmış hegemon imajının hâsıl olmasıyla dondurulmuş çatışmalar (frozen conflicts) yeniden alevlenmekte ve belirttiğimiz gibi doldurulması elzem güç boşlukları ortaya çıkmaktadır. Bir kısmı yukarıda zikredilen küresel ve bölgesel aktörler oluşması muhtemel pandemi sonrası global düzende (adı ne konulursa konulsun; post-corona ya da post-west era) kendisine alan açmaya, yer tutmaya veya diğer bir deyişle etkinlik kazanmaya uğraşmaktadır. Dikkat edilirse, bu aktörlerden biri de Türkiye’dir. Türkiye’nin yakın çevresinde son yıllarda artan siyasi ve askeri aktivizmini bu şekilde okumak gerekmektedir. Nitekim Prof. Dr. Ferhat Pirinççi de uluslararası politika açısından önümüzdeki on yılı büyük olaylara ve beklenmedik gelişmelere gebe jeopolitik dönüşümün gerçekleşeceği bir süreç olarak niteleyerek Türkiye’nin bu süreçteki etkin rolünü vurgulamaktadır.[vi]
2-) Türkiye, yıllardır anılageldiği gibi bir Orta Büyüklükte Devlet (OBD) durumundadır.[vii] Ancak Türkiye için bir OBD olmanın ve “orta” vasfını taşımanın ömrü dolmuştur. Türkiye, dış politikasındaki aktif ve proaktif yönelimler ile çok-boyutlu dış politika anlayışında görebileceğimiz gibi artık küresel bir oyuncu/aktör olmak istemekte ve OBD niteliğinden “bölgesel güç” ve hatta “küresel güç” konumuna terfi etmek amacı taşımaktadır. Kuşkusuz, bunun sadece istemek ve küresel düzenden bunu talep etmekle gerçekleşmeyeceğini ve bu gayenin ekonomik, kültürel, toplumsal ve siyasal şartlarla ve gelişme düzeyiyle bağlantılı olacağı dile getirebiliriz. Ancak bu yöndeki parametrelere baktığımızda, özellikle 2010’ların ortalarına kadar, hakikaten de, dünyanın en güçlü 10 ekonomisinden biri olan hedefini önüne koyarak yerli ve yabancı yatırımlarla sürekli büyüyen ve güven endeksi artan bir ülke konumuna erişilmiştir. Pandemi sürecindeki gayreti ve yardımıyla tüm dünyaya örnek olan ve diğer ülkelerle dostane ilişkiler kuran bu açıdan siyasi ve diplomatik manevra kabiliyetini genişleten bir Türkiye karşımızda durmaktadır. Yine bu süreçte “akıllı güç” (smart power) kavramı öne çıkarılarak, hem askeri ve güvenlik konuları bağlamında sert güç unsurları kullanılmakta, hem de özellikle Ortadoğu ve Kuzey Afrika coğrafyasında yer alan Suriye, Filistin ve Libya gibi ülkeler özelinden bu toprakların yüzyıllardır Osmanlı Devleti’ne bağlı olarak İstanbul’dan yönetildiği retoriğinden bahisle, bu coğrafya insanıyla aradaki tarihsel, sosyo-kültürel vb. bağlar vurgulanarak yumuşak güç enstrümanlarının kullanıldığına şahit olunmaktadır. Yine Türkiye’nin Dışişleri Bakanlığı ve Cumhurbaşkanlığı nezdinde kurulan İletişim Başkanlığı, Yurtdışı Türkler ve Akraba Topluluklar Başkanlığı, Yunus Emre Enstitüsü, TİKA vb. kamusal kuruluşlar aracılığıyla Balkanlar, Ortadoğu, Kafkasya, Kuzey Afrika gibi bölgelerde etkin kamu diplomasisi faaliyetleri yürüttükleri ve bölgeyle güçlü ilişkilerin tesis edilmesinde önemli rol oynadıkları bilinmektedir.[viii] Bu ise, bölgesel ve küresel boyutlarıyla pozitif bir Türkiye imajının oluşmasına yardımcı olarak Türkiye’nin küresel bir aktör olma yolundaki adımlarının hızlanmasını ve bu adımların kararlı, güçlü bir şekilde atılmasını kolaylaştırmaktadır.
Sonuç
Netice itibariyle Cumhuriyetimizin 97. yıldönümünü büyük bir övünçle kutladığımız şu günlerde çeşitli yaptırım ve yaptırım tehditleriyle etkinliği sınırlanmaya çalışılan sahada ve masada güçlü Türkiye imajının ve uluslararası hukuku ihmal etmeden, insani ve vicdani yükümlülükleri de bir kenara atmadan gerçekçi ama aynı zamanda akılcı ve hassas bir şekilde idare edilen Türk dış politikasının ulusal çıkarlar temelinde kendisine çizdiği vizyonu ile doğru orantılı olarak pandemi-sonrası oluşması muhtemel uluslararası sitemde güçlü ve küresel etki ve boyutları bulunan bir yer edineceğinden bireysel, toplumsal, ulusal ve yönetimsel/hükümetsel manada tarafım hiç bir endişe taşımamaktadır.
Mehmet BABACAN
DİPNOTLAR
[i] Mehmet Öğütçü, “Is It Too Early To Speculate On A Post-Corona New World Order?”, UİK Panorama, 30.03.2020, https://www.uikpanorama.com/blog/2020/03/30/is-it-too-early-to-speculate-on-a-post-corona-new-world-order/, Erişim Tarihi: 29.10.2020.
[ii] İsmail Numan Telci, “BAE-İsrail Normalleşmesini Anlamlandırmak”, Ortadoğu Analiz, Cilt 11, Sayı: 95, Eylül-Ekim 2020, ss. 14-17.
[iii] “Lessons for Nagorno-Krabakh: Why “America First” makes wars in other placesmore likely”, The Economist, 10.10.2020, https://www.economist.com/leaders/2020/10/10/why-america-first-makes-wars-in-other-places-more-likely, Erişim Tarihi: 29.10.2020.
[iv] “Macron’s real crisis has more to do with French values than Islam”, Middle East Monitor (MEMO), 26.10.2020, https://www.middleeastmonitor.com/20201026-macrons-real-crisis-has-more-to-do-with-french-values-than-islam/, Erişim Tarihi: 29.10.2020.
[v] Burhanettin Duran, “Güç ve Rekabet Alanlarında Hareketlilik”, Kriter, Sayı: 50, Yıl: 5, Ekim 2020, ss. 6-9.
[vi] Ferhat Pirinççi, “Önümüzdeki 10 Yıl Büyük Dönüşüm ve Kırılmalara Gebe Türkiye Her İhtimale Hazırlıklı Olmalı”, SETA, (Star Gazetesi ile Röportaj, Röportaj: Hale KAPLAN 17.10.2020), https://www.setav.org/onumuzdeki-10-yil-buyuk-donusum-ve-kirilmalara-gebe-turkiye-her-ihtimale-hazirlikli-olmali/, Erişim Tarihi: 29.10.2020.
[vii] “Prof. Dr. Baskın Oran’a Göre Türk Dış Politikasının Kuramsal Çerçevesi ve OBD Kavramı”, Uluslararası Politika Akademisi (UPA), (Röportaj: Doç. Dr. Ozan ÖRMECİ, 16.02.2017) http://politikaakademisi.org/2017/02/16/prof-dr-baskin-orana-gore-turk-dis-politikasinin-kuramsal-cercevesi-ve-obd-kavrami/, Erişim Tarihi: 29.10.2020.
[viii] Muharrem Ekşi, “Türkiye’nin Kamu Diplomasisi Yaklaşımı”, ANKASAM, 21.12.2016, https://ankasam.org/turkiyenin-kamu-diplomasisi-yaklasimi/, Erişim Tarihi: 29.10.2020.