Birleşik Krallık, tarih boyunca Kıta Avrupası’ndan esen rüzgarların etkisinden muaf olamadı. Kıtada yaşanan her olay, her gelişme, her akım/düşünce, denizi aşarak adaya ulaştı, az veya çok ada siyasetini de, halkını da etkiledi. 16. yüzyılda Kıta Avrupası’nda Reformasyon hareketinin başlamasıyla İngiltere’nin ve İskoçya’nın Protestanlığa geçiş sürecine girmesi gibi; Coğrafi Keşifler çağında İngiltere’nin Kıta Avrupası ülkeleri ile rekabet etmesi gibi; Fransız İhtilali yaşandığında Birleşik Krallık’ın Kıta Avrupası’nda başlayan çatışmalardan uzak duramaması gibi…
1960’lı yıllarda aşırı sağ Kıta Avrupası’nda siyaset sahnesine geri dönerken, dikkatlerini Birleşik Krallık’a çevirenler bu ülkede de aşırı sağın siyasete tekrar giriş yapmış olduğunu gördüler. 1967 yılında kurulan National Front (Britanya Ulusal Cephesi), Kıta Avrupası’nda aşırı sağa atfedilen yabancı düşmanlığı, göç karşıtlığı ve Avrupa Toplulukları karşıtlığı üzerinden siyaset yaparken, genel seçimlerde olmasa bile yerel seçimlerde elde ettiği sonuçlar ile aşırı sağ söylemlerin Britanya toplumunda karşılık bulabildiğini göstermişti.
1982 yılına gelindiğinde, Britanya siyasetinin aşırı sağ kanadında bir başka parti, British National Party (BNP) yerini aldı. “Britanyalılar için homojen bir Britanya” yaratmak amacıyla söylemlerinin merkezine göç karşıtlığını alan ve eleştiri oklarını çok kültürlülük ve küreselleşmeye yönelten BNP, tıpkı National Front gibi genel seçimlerde herhangi bir varlık gösteremedi. 1990’lı yılların başında Avrupa entegrasyon hareketi derinleşip, siyasi bir boyut kazanırken, Avrupa Birliği (AB) karşıtı söylemleri ile 1993 yılında Britanya siyasetine giriş yapan Birleşik Krallık Bağımsızlık Partisi-United Kingdom Indepence Party’nin (UKIP) siyasetteki hedefi ise Birleşik Krallık’ın AB’den çekilmesini sağlamaktı. Partinin 2015 genel seçimlerinden % 12 oy oranı ile üçüncü çıkmış olması, Avrupa şüphecisi muhafazakâr seçmenin desteğinin UKIP’e kaydığı gerekçesiyle Muhafazakâr Parti iktidarını AB üyeliğini referanduma sunma kararı almaya iten başlıca faktörlerden biri olarak değerlendirilmişti. Bu nedenle, UKIP, Britanya tarihindeki en başarılı aşırı sağ parti olarak tanımlanmıştır. UKIP, 2019 genel seçimlerinde ise başarısız olmuştur; bu başarısızlığın nedeni, 2016 AB referandumundan çıkan üyeliğe “hayır” kararı sonrası Birleşik Krallık’ın AB’den çekiliyor olmasına bağlı olarak partinin varlık nedeninin kalmaması olsa da, bazı çevrelerce UKIP’ın 2019 genel seçim sonucu aşırı sağ partilerin Britanya siyasetinde tutunamıyor olduğunun önemli bir kanıtı olarak değerlendirilmiştir. 2018 yılında kurulan ve kurulu düzen karşıtlığı ile aşırı sağ partiler ailesi içinde yer alan Brexit Party’nin de 2019 genel seçim başarısızlığı, Birleşik Krallık’ta aşırı sağ partilerin Kıta Avrupası’ndaki aşırı sağ partilere nispetle başarısız oldukları yönündeki görüşlere destek veren bir başka örnek olmuştur.
Kısacası, İkinci Dünya Savaşı sonrası siyasetten çekilen aşırı sağ Kıta Avrupası’nda siyasete dönerken, Birleşik Krallık’ta da siyasete dönmüştür. Ama aşırı sağ Kıta Avrupası siyasetinde yükselirken, Birleşik Krallık’ta yükselememiştir. Dolayısıyla, aşırı sağ partilerin siyasetteki başarısı anlamında Birleşik Krallık’ın Kıta Avrupası’ndan farklılaştığını kolaylıkla söyleyebiliriz. Kıta Avrupası’nda aşırı sağ partiler seçim sandıklarından başarıyla çıkarken, hatta iktidar ve iktidar ortağı olabiliyor iken, Birleşik Krallık’ta aşırı sağ partiler güçlü birer muhalefet bile olamamıştır. Bir bakıma Birleşik Krallık Kıta Avrupası’ndan esen “aşırı sağ” rüzgârını hissetmiş ama rüzgâra kapılmamıştır. Peki Birleşik Krallık için bu sürdürülebilir bir durum mudur?
Britanya’nın siyasi tarihinde aşırı sağ partilerin genel seçim başarısı gösterememiş olduğu gerçeğine dayanarak bu ülkede aşırı sağın etkili ve güçlü olmayacağına yönelik varsayımların 4 Temmuz seçim sonuçlarına istinaden tekrar gözden geçirilmesi gerekebilir. Son genel seçimlerde oyların % 34’ünü alan İşçi Partisi birinci, % 24’ünü alan Muhafazakâr Parti ikinci çıkmıştır; böylelikle İşçi Partisi 2010 yılından bu yana süren Muhafazakâr Parti iktidarını sonlandırmıştır. Dolayısıyla, 4 Temmuz seçimleri, daha önceki genel seçimler gibi, iktidarın yine kurulu düzen partileri arasında el değiştirmesini sağlamıştır. Sonuçları itibarıyla Britanya’ya sürpriz bir sonuç sunmayan 4 Temmuz seçimleri, kurulu düzeni garanti etse de, Britanyalıların aşırı sağa göz kırptığı seçimler olmuştur. Zira seçimlerden aşırı sağ Reform UK % 14 oy oranı ile üçüncü çıkmıştır. % 14 oy oranı ülkede uygulanan tek isimli tek turlu seçim sistemi nedeniyle Reform UK’ye sadece 4 milletvekili kazandırmış olsa da, pek çok açıdan üzerinde durulması, değerlendirilmesi gereken bir sonuçtur.
Birincisi, aşırı sağ UKIP’ın 2015 genel seçimlerinde aldığı sonuç, 2019 seçimlerinde tekrarlanmayınca, bir istisna olarak görülmüştü. Ama benzer bir sonucu 2024’de Reform UK’nin de alması, aşırı sağ olarak adlandırılan partilerin genel seçim başarılarının istisna olmayı aşarak, süreklilik arz edebileceğine işaret etmektedir.
İkincisi, son genel seçimlerde Muhafazakâr Parti iktidarı kaybetmekle kalmamış, oyu % 24’e kadar düştüğünden bir hezimet yaşamıştır. Bu hezimetin nedeni ise muhafazakâr seçmenin oylarının bir kısmının Reform UK’ye kaymasıdır; dolayısıyla Reform UK, Muhafazakâr Parti’nin siyasetin aşırı sağ kanadından gelen asıl rakibine dönüşmüştür.
Üçüncüsü, Reform UK’nin genel seçimlerde aldığı % 14 oy oranı, kısa vadede olmasa bile uzun vadede, aşırı sağ bir partinin Birleşik Krallık’ın iki partili sisteminde Muhafazakâr Parti’nin yerini alma ihtimalinin mevcudiyetine işaret etmektedir.
Dördündücü, Reform UK’nin seçim sonucu, kurulu düzen ve göçmen karşıtı aşırı sağ söylemlerin Britanyalılar tarafından desteklenmekte olduğunun açık kanıtıdır ki, bu durum iktidardaki İşçi Partisi’nin politikalarını da, muhalefetteki Muhafazakâr Parti’nin söylemlerini de bulundukları yerden daha sağa kaydırma, dolayısıyla ülkede aşırı sağ söylem ve politikaların daha da güçlenmesi ihtimalini içinde barındırmaktadır.
Doç. Dr. Dilek YİĞİT