İran ile Avro-Atlantik Dünyası ve bu ittifakın Ortadoğu’daki bölgesel müttefikleri arasındaki nükleer enerji merkezli siyasal ve diplomatik çatışma tüm hızıyla devam ederken, Türkiye’nin yoğun çabaları ve katkısıyla İstanbul’da yeniden başlatılan BM gözetimindeki nükleer enerji tabanlı müzakereler, sorunun çözümüne ilişkin yeni bir küresel farkındalık yaratmışa benziyor. Geçtiğimiz hafta sonu gerçekleştirilen müzakerelerde çözüme ulaşabilme yönünde çok büyük bir adım atılmamış olmasına karşın, tarafların yeniden müzakere zeminine çekilmesi oldukça önemli bir gelişme olarak görülebilir. Nitekim P5+1’e (BM Güvenlik Konseyi’nin 5 daimi üyesi olan ABD, Rusya, Çin, İngiltere, Fransa ile Güvenlik Konseyi üyesi olmayan Almanya) başkanlık eden AB Dışişleri Yüksek Temsilcisi Catherine Ashton ile İran’ı temsilen görüşmelere katılan Ulusal Yüksek Güvenlik Konseyi Sekreteri ve Nükleer Başmüzakereci Said Celili de, toplantı sonrasında yaptıkları açıklamalarda bu noktanın altını çizdiler. Uzun ve zahmetli bir sürecin ardından, yürüttüğü etkin ve kararlı diplomasi sonucu toplantıyı İstanbul’da gerçekleştirmeyi başaran Türkiye ise, sürecin işleyişi noktasında her daim etkin bir aktör olarak kalacağını ve kolaylaştırıcı rolünü oynamaya hazır olduğunu taraflar nezdinde yeniden ortaya koymuştur.
İstanbul Toplantısı, İran ile P5+1 ülkelerinin yeniden masaya oturmasını sağladığı için önemlidir. Zira özellikle Suriye konusunda yaşanan gelişmeler ve İsrail ile İran arasında gündem güne tırmanan gerginlik, uluslararası sistem nezdinde büyük çaplı bir askeri çatışmanın çok yakın olduğuna dair senaryolar doğurmuştu. Hem İranlı, hem de İsrailli yetkililer birbirlerine karşı savaşı özendiren açıklamalar yapmaya başlamış, Suriye Krizi de İran’ın doğrudan müdahil olduğu geniş çaplı ve sistemik yansımaları da olacak olan bir bölgesel krize doğru evrilmeye başlamıştı. Bunun yanı sıra, İran’ın Hürmüz Boğazı’nı kapatacağına dair yaptığı açıklamalar dünya enerji piyasalarını sarsmış ve özellikle ABD ile İran arasındaki Körfez Bölgesi ve enerji kaynakları tabanlı gerginlik had safhaya varmıştı. Öyle ki, bu gerginlik İran’ın Körfez ülkeleriyle olan ilişkilerine de olumsuz yansımış ve özellikle Suudi Arabistan ile İran arasındaki bölgesel, mezhepsel ve liderlik mücadelesine dayalı siyasal gerginlik daha da artmıştı. İran’ın silahlanmaya ve askeri teknoloji geliştirmeye yönelik yaptığı yatırımlar ile başta Suudi Arabistan olmak üzere İran’dan tehdit algılayan Körfez ülkelerinin yaptıkları milyarlarca dolarlık askeri alımlar birlikte düşünüldüğünde, bölgesel liderlik mücadelesi merkezli ve nükleer krize de eklemlenmiş olan gerginliğin Körfez Bölgesi’ni tam bir mayın tarlasına çevirdiği görülebiliyordu. İran ile P5+1 ülkelerinin İstanbul’da yeniden masaya oturmuş olmaları ve toplantının genel manada olumlu bir seyir izlemiş olması, bu bölgesel gerginliğin biraz olsun geri plana itilebilmesini beraberinde getirecek, İsrail’in İran’a yönelttiği saldırı tehdidinin de ötelenmesini sağlayacaktır. İran’ın müdahil olduğu Suriye Krizi ekseninde Rusya ve Çin ile genel bir politika uyumlaşması içerisinde bulunduğu da göz önünde bulundurulursa, nükleer enerji üretimi eksenli krizin tırmandırılması halinde zaten belli bir dengesizlik içerisine girmiş olan uluslararası sistemdeki kırılma noktalarının daha da belirgin hale gelebileceği ve özellikle Avro-Atlantik Dünyası ve onun müttefikleri ile Rusya-Çin merkezli çok kutupluluk yanlısı muhalif sistemik blok arasındaki gerginliğin daha da artacağı ortadaydı. Bu nedenle Türkiye’nin çabalarıyla yeniden başlayan müzakere süreci, sorunun ötelenmesi ve tarafların pozisyonlarını ve isteklerini bir masa etrafında yeniden tanımlamalarının sağlanması açısından çok değerlidir.
Görüşmelerde ele alınan meseleler hakkında tam bir bilgi verilmemiş olmasına karşın, nükleer enerji merkezli krizin kademelendirilerek ve İran’ın barışçıl amaçlı nükleer enerji üretme isteğine ket vurmadan çözüleceğinin açıklanması önemlidir. Tabii bu noktada, İran’ın nükleer enerji santrallerini ve laboraturlarını şeffaf bir şekilde Uluslararası Atom Enerjisi gözlemcilerine açmaları gerekmektedir. Bu sürecin nasıl şekillendirileceği, öncelikle 23 Mayıs’ta Bağdat’a daha sonra da taraflarca oluşturulacak olan gözetim mekanizması çerçevesinde belirlenecektir. Zaten bu toplantının asıl amacı, sürecin teknik şartlarını ele almak değildi. Zira bu tarz işlemler, ortaklık çerçevesinde oluşturulacak ve işletilecek teknik/uzmanlık odaklı komiteler tarafından ele alınacak ve karşılıklı saygı ve işbirliği çerçevesinde ele alınacaktır. İstanbul’da gerçekleştirilen toplantının asıl amacı, zirve noktasına varmış olan bölgesel-sistemik tansiyonu düşürmek ve tarafların tezlerini ve pozisyonlarını yeniden ortaya koymalarını sağlayarak onları yenidem bir masa etrafında oturmaya ikna etmekti. Zira diplomatik münasebetlerin ve müzakerelerin kesilmesi sonrasında kakafonik bir görünüme bürünen açıklamalar silsilesi, gerginliği arttırmaktan ve sonuçsuz kalacak güç gösterilerinda bulunmaktan başka hiçbir işe yaramıyordu.
İran’ın nükleer müzakereleri yeniden başlatma noktasında isteklilik göstermesinin en önemli nedenleri, bu ülkenin mevcut krizi büyük çaplı bir askeri gerginliğe çevirmeden istediğini almak çabası içerisinde olması, AB ülkelerinin İran’dan petrol ithalatına koymak istedikleri ambargoyu boşa çıkarma hedefi ve başta Suriye Krizi olmak üzere Ortadoğu merkezli problemlerde kendi siyasal etkinliğini gösterebilme istekliliğidir. İran, belirtilen konularda kendi tezlerine uygun bir görünüm yaratabilmek amacıyla nükleer programını bir pazarlık unsuru olarak kullanmak istemektedir. Başta ABD ve AB olmak üzere, soruna müdahil olan birçok aktör bu durumun farkında olmasına karşın, içerisinde Rusya ve Çin’in de olacağı ve İsrail ya da Suudi Arabistan merkezli bir askeri gerginliğe hatta savaşa neden olabilecek bir sistemik gerginlik arzulanmadığı için İran ile yeniden masaya oturulmuştur. Nitekim ABD, müzakerelerin yeniden başlamasını olumlu bir adım olarak görürken, İran’ın bu süreçten kazançlı çıkmasını önleyebilmek için, görünür bir ilerleme ortaya çıkana değin, bu ülkeye yönelik ambargo ve kısıtlamaların devam ettirileceğini belirtmiştir.
Türkiye, nükleer kriz problematiğinin aşılabilmesi noktasına elini taşın altına koyarak ve tarafları bir masa etrafında konumlandırmayı başararak önemli bir diplomatik başarıya imza atmıştır. Toplantının İstanbul’da gerçekleştirilmiş olması, Türkiye’nin taraflar nezdindeki güvenilirliğini ve içselleştirmeye çalıştığı bölgesel liderlik rolünü güçlendirmiştir. Bundan sonraki süreçte, Türkiye’nin P5+1 ülkeleri ile İran arasındaki görüşmelere doğrudan müdahil olması ve kolaylaştırıcı rolünün müzakere masasına taşınması dahi beklenebilir. Zira her iki tarafı da yakından tanıyan ve içselleştirmiş olduğu siyasal-bölgesel kimlik nedeniyle zorlanmadan sürece uyum sağlamayı başaran Türkiye, müzakere sürecine çok değerli katkılarda bulunabilir. Nükleer enerji krizinin, Türkiye’yi de çok yakından ilgilendiren, Suriye Meselesi, İsrail tabanlı bölgesel gerginlik ve küresel enerji fiyatları gibi birçok mesele ile çok yakından ilgili olması, Türkiye’nin doğal olarak sürece müdahil olmasını ve katkıda bulunmasını da gerektirmektedir.
Göktürk TÜYSÜZOĞLU