2011 yılında yapılan bir referandum ile Sudan’dan bağımsızlığını ilan eden ve dünyanın en genç devleti olarak bilinen Güney Sudan, Aralık 2013’den bu yana kanlı bir iç savaşın pençesindedir. Afrika devletlerinin neredeyse tamamında görülen kabileler arası rekabet ve çatışma ile farklı etnik grupların aynı siyasi çatı altında yaşamak istememeleri gibi hususlar, ekonomik azgelişmişlik ve otoriter yönetim anlayışı ile birleştiği noktada, Güney Sudanlı olmayı kapsayıcı bir ulusal kimlik vurgusundan uzaklaştırmakta ve yalnızca coğrafi bir tanımlama haline getirmektedir. Bu gerçekliğin yanı sıra, ülke topraklarının Nijerya ve Angola’dan sonra Afrika’nın en zengin 3. petrol rezervlerine sahip olması da iç savaşı farklı bir boyuta taşımaktadır. Geçtiğimiz günlerde Etiyopya’nın başkenti Addis Ababa’da imzalanan barış antlaşması ise, Afrika ile oldukça yakından ilgili olan küresel ve bölgesel güçlerin baskılarıyla uygulama alanına konmaya çalışılmaktadır. Zira Güney Sudan’da süreklilik kazanacak olan iç savaş gerçekliğinin komşu ülkelere yansıması ihtimali oldukça yüksektir ve bu durum bölgeden çıkarılan petrole ihtiyacı olan devletlere, bu petrolün satışından kar elde etmek isteyen şirketlere ya da petrolden elde edeceği gelirle kalkınmayı hedefleyen bölge ülkelerine büyük bir zarar verecektir.
Güney Sudan’ın Sudan sınırına yakın Yukarı Nil ve Birlik adlı eyaletleri petrol açısından çok zengindir. Öyle ki, Güney Sudan, Sudan’dan ayrılmadan önce, Sudan’ın sahip olduğu petrol rezervlerinin % 80’inden fazlasına sahipti. Bağımsızlık sonrası bu zenginlik tamamıyla Güney Sudan’a kalmış olsa da, bu ülkenin Sudan’a olan bağımlılığı devam etmektedir. Zira Güney Sudan’da çıkarılan petrol, Sudan’ın başkenti Hartum’a kadar boru hatları aracılığıyla getirilmekte ve oradan da Kızıldeniz’e aktarılmaktadır. Yani Güney Sudan ile Sudan arasında önceden inşa edilmiş olan ve Güney Sudan’ı Sudan’a bağımlı kılan boru hattı kullanılmaya devam etmektedir. Güney Sudan’ın bu hatta bağımlı kalmaya devam ediyor olmasının nedeni ise, Güney Sudan petrolünü işleten Çin ve Hindistan şirketleri başta olmak üzere, enerji şirketlerinin mevcut konjonktürde alternatif boru hattı inşa edilmesine taraftar olmamasıdır. Güvenlik endişeleri ve yaratacağı maliyetin oldukça yüksek olması bunun en önemli nedenidir. Halbuki Kenya üzerinden Hint Okyanusu’na ulaşacak bir güney boru hattı ile Etiyopya üzerinden Cibuti’ye ulaşacak bir doğu hattı inşa edilmesi ve böylece Güney Sudan’ın Sudan’a olan bağımlılığından kurtarılabilmesi gibi hususlar konuşulmaya başlanmıştır. Ne var ki, bu projelerin Sudan ile Güney Sudan arasında anlaşmazlık konusu olan ve çok zengin petrol rezervlerine sahip Abyei Bölgesi’nin geleceğine ilişkin referandum düzenlenip bölgenin statüsü belirlenmeden hayata geçirilmesi beklenmemektedir. Güney Sudan’daki petrol yataklarını genel itibarıyla Çin ve Hint şirketleri işletiyor olsa da irili-ufaklı birçok Batılı enerji şirketi de bu bölgede varlık göstermektedir. Ülkenin elde ettiği gelirin tamamı petrolden sağlanmaktadır ve bu gelirin yıllık 7 milyar dolardan fazla olduğu bilinmektedir. Ne var ki, Sudan’a olan bağlılık neticesinde, boru hattı kirası olarak yıllık 2 milyar dolar bu ülkeye aktarılmaktadır. Hatta 2005-2011 yılları arasında Güney Sudan henüz “özerk” bir bölge iken uygulamaya konan petrol gelirlerinin iki entite arasında “yarı yarıya” paylaştırılması uygulaması, Güney Sudan’ı, boru hattı aracılığıyla kendisine bağımlı kılmış olan Sudan’ın kendisine ait olmayan petrolden çok ciddi bir gelir elde etmesini sağlamaktadır.
Güney Sudan’ın dünya politikasında bu denli ön plana çıkmasını sağlayan bu gerçeklik, çok fazla konuşulmasa da, bu ülkede çıkan iç savaşın en önemli nedenlerinden biridir. Hatta bugün savaşın durdurulması hususunda bir antlaşma imzalanmışsa da bunun en önemli nedeni petroldür. Nitekim bu ülkeye komşu olan ülkelerden Uganda, Juba ile kendi topraklarına ulaşacak bir petrol boru hattının inşası için bir anlaşma imzalamıştır. Bu antlaşma, Uganda’nın enerji ihtiyacının önemli bir bölümünü karşılayacaktır. Diğer komşu ülke Etiyopya ise, Güney Sudan’da yaşayan ve isyancı lider Riek Machar’ın da üyesi olduğu Nuer etnik grubunun güvenliğini sağlamak istemektedir. Zira kendi topraklarında yaşayan Nuerler’in de Güney Sudan’daki gelişmelerden olumsuz yönde etkilenerek isyan etmesinden endişe etmektedir. Kanlı bir iç savaş siciline sahip olan Demokratik Kongo Cumhuriyeti de aynı tarz bir anlayıştan hareket etmekte ve Güney Sudan’daki iç savaşın durdurulması için yoğun bir çaba sarf etmektedir. Güney Sudan’ın batı komşusu Orta Afrika Cumhuriyeti’nde Hıristiyanlar ile Müslümanlar arasında kanlı bir iç savaşın devam ettiği ve Fransa’nın doğrudan müdahalesine karşın bu savaşın durdurulamadığı dikkate alındığında, Güney Sudan’daki iç savaşın devamının sınıraşan bir nitelik gösteren ve siyasal sınırlar ile uyumlaşmayan etnik grupları/kabileleri çatışmanın bir parçası haline getirecek ciddi bir kriz ve siyasal istikrarsızlık doğuracağı da ortadadır. Ulusal kimlik oluşumunun başarısızlığa uğradığı, ekonomik anlamda çok zor durumda olan ve büyük bir bölümü “başarısız devlet (failed state)” konumunda olup devlet aygıtını işletemez bir halde olan Orta Afrika Bölgesi’nin tamamını ilgilendirecek topyekun bir savaşın fitilini ateşleyebilecek bir görünüm arz eden iç savaş gerçekliğinin önüne geçilmesi küresel/bölgesel aktörler açısından hayati bir önemdedir. Bu bağlamda, Güney Sudan’daki iç savaşın sonlandırılması yönünde Addis Ababa’da atılan imzalar önemlidir. Nitekim bu imzaların atılmasını sağlayan en önemli aktörler ABD ve Çin’dir. Zira her iki aktör de Orta Afrika merkezli ve enerji kaynaklarına odaklanmış bölgesel bir rekabetin içerisinde olsalar da etnik/dinsel/kabile aidiyetlerine odaklanmış topyekun bir bölgesel çatışmadan endişe etmektedir. Böyle bir çatışmanın çıkması, bölgenin ekonomik potansiyelinin kullanılmasının önüne geçecek ve küresel/bölgesel aktörleri çatışmaları durdurmak için ciddi bir askeri/ekonomik yükün altına sokacaktır.
Güney Sudan’da nüfusun çoğunluğunu oluşturan Dinka etnik kökeninden gelen devlet başkanı Salva Kiir ile ülkenin ikinci büyük etnik grubu olan Nuer kökenli olan eski devlet başkanı yardımcısı Riek Machar arasında yaşanan anlaşmazlığa paralel olarak çıkan ve petrol bölgelerinin kontrolüne odaklanan iç savaş, Güney Sudan’daki mücadelenin etnik farklılıklara dayalı ve ekonomik gücün kontrolüne odaklanmış bir mücadele olduğunu kanıtlamaktadır. Salva Kiir’in, Machar’ı darbe girişimi ile suçlaması ve başkanlık muhafız birliğinde yer alan Nuer kökenli askerleri Dinka’lar ile değiştirmesi sonrasında patlayan savaşı, esas itibarıyla, bağımsızlık sonrası bütüncül bir ulusal kimlik yaratılamaması, kabileler arası rekabetin sonlandırılamamasına bağlı olarak başkent Juba dışında devletin varlığının tartışılır hale gelmesi ve ekonomik gelişimin sağlanamaması gibi yapısal faktörler üzerinden anlamlandırabiliriz. Kiir ile Machar tarafından Addis Ababa’da imzalanan barış antlaşması, taraflar arasında ateşkesin yürürlüğe girmesi, geçici bir hükümet kurulması, yeni bir anayasa hazırlanması ve seçim yapılması gibi hususları içermektedir. Ne var ki, tüm bu hususların yerine gelmesi ve iç savaşın tam anlamıyla sonlandırılabilmesi için, başta Çin, ABD, Hindistan gibi bölgeyle yakından ilgili küresel aktörler ile Uganda, Etiyopya, Kenya gibi komşu devletlerin desteğine ve özellikle Orta Afrika Cumhuriyeti’ndeki iç savaşın sonlandırılmasına ciddi anlamda ihtiyaç duyulacaktır.
Yrd. Doç. Dr. Göktürk TÜYSÜZOĞLU