HENRY KİSSİNGER’IN YENİ KİTABI: KÜRESEL JEOSİYASETİN CEVAPSIZ SORULARI

upa-admin 12 Ekim 2014 4.153 Okunma 0
HENRY KİSSİNGER’IN YENİ KİTABI: KÜRESEL JEOSİYASETİN CEVAPSIZ SORULARI

ABD eski Dışişleri Bakanı Henry Kissinger’in “Dünya Düzeni” adlı yeni bir eseri yayımlandı. Artık orada belirtilen düşünceler irdelenmektedir. Yazar, bu eserinde günümüzde küresel jeosiyasetin temel sorunlarına dikkat çekiyor. Vardığı sonuç; jeosiyasette temel prensiplerin yenilenmesidir. Bunun için büyük devletler güçlerin dengelenmesi politikasına geri dönmelidir. Ancak onlar, bunu yeni şartları dikkate alarak yapmalıdırlar. H. Kissinger, bu dönemde Amerika’nın liderliğini korumasını temel noktalardan biri olarak kabul ediyor ve bunu farklı bağlamlarda vurguluyor. Aynı zamanda, yazar şu anda küresel jeosiyasette gözlemlenen çelişkileri de analiz ediyor ve dünyanın yeni ayarlama kurallarını bulması gerektiğini kaydediyor. Kriz var ve bunu inkar etmek mümkün değil. Peki ya bundan sonraki aşamada neler olabilir?

Dünya Düzeninin Krizi: Nedeni Nedir?

Dünyanın jeopolitik düzeninin yenilenmesi gerekliliği hakkında uzmanlar hayli zamandır ki, tartışmalar yapıyorlar. Neredeyse, “mevcut uluslararası ilişkiler sistemi kriz yaşıyor” tezi genellikle kabul ediliyor. Dolayısıyla küresel ölçekte ciddi jeopolitik çelişkiler kendini göstermektedir. Diğer güncel mesele; büyük devletlerden her birinin oluşan durumdan çıkış yoluna kendi yaklaşımının olmasıdır. Örneğin, ABD, Avrupa, Rusya ve Çin’in yaklaşımları birbirinden farklıdır. Birçok durumda onların konumları çatışmaktadır. Söz konusu olan; dünyanın yeni düzeninin şekillenmesinin temel ilkelerinin uzlaştırılmasıdır.

İlginçtir ki, ABD’nin kendisinin de soruna farklı yaklaşımları vardır. Burada realistlerle idealistler arasında tartışmalar sürmektedir. Onları ayıran temel mesele; temel prensibin belirlenmesidir – realistler Amerika’nın dış politikada somut duruma uygun olarak güçler dengesine nail olmasına, idealistler ise Amerikan değerlerinin, sert şiddet uygulama pahasına olsa bile, dünya boyu yayılmasına öncelik veriyorlar. Mecazi şekilde dersek, realistler dengeye, idealistler ise dönüşümlere (değişikliklere) yönelmişlerdir.

“Realpolitik” taraftarları, güçlerin oranının net hesaplanmasına ve ulusal çıkarlar kavramlarına dayanırlar. Onların görüşüne göre, uluslararası ilişkiler sisteminin temel katılımcıları birbirine kendi çıkarlarını kabul ettirmeye değil, özgür tercih temelinde, değişen durumu dikkate alarak güçler dengesinin oluşturulması stratejisine öncelik vermelidirler.

Henry Kissinger son yıllarda realizmle idealizmin sentezinden bahsediyor. Örneğin, ABD’nin Ortadoğu politikasını analiz ederken, güçler dengesini oluşturarak, Amerika’nın çıkarları ve değerlerini birlikte dikkate almayı tavsiye ediyor. Bu anlamda Amerikalı analist ve diplomat şöyle yazıyor: “Bunun adına şimdi birbirini karşılıklı şekilde inkar eden realizmle idealizmi barıştırmak gerekir” (bkz: Henry Kissinger: Meshing realism and idealism in Syria, Middle East / “The Washington Post”, 3 Ağustos 2012).

Ünlü diplomatın son kitabı olan “Dünya Düzeni”nde (Henry Kissinger.World Order. Penguin Press HC, 432 s.), yukarıda değinilen sorunlar daha geniş şekilde analiz ediliyor (bkz: Jacob Heilbrunn. Kissinger`s Counsel / “The National Interest”, 26 Ağustos 2014). Belirtelim ki, H. Kissinger`in eseri 9 Eylül tarihinde basıldığı halde, onun hakkında görüşler daha önce yayınlandı.

Kitapta modern uluslararası ilişkiler sisteminde mevcut olan çelişkilere geniş yer verildi. Yazarın bu konuda geldiği sonuç aşağıdaki gibidir: “Modern dünyanın temelinde duran düzenlilik kavramı kriz durumundadır” (bkz: Henry Kissinger on the Assembly of a New World Order / “The Wall Street Journal”, 29 Ağustos 2014). Bunun nedeni ise; dünyanın büyük devletlerinin denge kurmaya değil, azami çıkarlarını sağlamaya can atmasıdır. Sonuçta ABD, Rusya, Çin ve diğer süpergüçler arasında ihtilaflar derinleşiyor. Anlamsız yere silahlanma yarışı yaşanıyor.

Çözüm: Güzel Teori ve Acı Gerçeklik

Bunların yanında, çeşitli bölgelerde çatışmalar şiddetlenmektedir. Demokrasiye ağırlık veren devletler zor durumlarda kalırlar. H. Kissinger, bu bağlamda Afganistan’ı örnek veriyor ve Libya, Suriye ve Irak’ta olup bitenlere dikkat çekiyor. Fakat listelenen sorunların oluşması bölgesel ve lokal faktörlerden kaynaklanmıyor. Burada dünya düzeninin temel ilkelerinin küresel ölçekte kriz yaşamasından söz etmek gerekir. Onların sırasında, büyük devletlerin modern dünyanın en güncel sorunları konusunda birbirlerine danışma ve mümkün işbirliğine ulaşmak için etkili mekanizmalara sahip olmamalarını özellikle vurgulamak gerekir (bkz: önceki kaynağa). Bunun için, dış politikanın stratejisi değişmeli, burada güçler dengesinin oluşturulması temel amaç olarak kabul edilmelidir.

Kissinger, dünya düzenini kriz durumuna düşüren başka bir faktörü de gösteriyor. Ancak tüm bu önermelerin arkasında ABD’nin dünya liderliğini sağlamasının yeni yöntemlerini araması duruyor. H. Kissinger`ın yaptığı analizlerde bu, ana hat oluşturmaktadır. Örneğin, Rusya ve Çin’le güçlerin dengelenmesi, Washington’un uzun yıllardır gerçekleştirdiği liderliğine daha dinamik bir içerik verilmesine hizmet ediyor.

Şüphesiz, herhangi bir devletin kendi değerlerini başkalarına zorla empoze girişimleri takdire şayan değildir. ABD ve Avrupa birkaç asırdır, Vestfalya Anlaşması’nda belirtilen prensiplere uluslararası ilişkilerde evrensel kurallar gibi uyuyor. Diğer ülkeler de bunu kabul ettiler. Mesele şu ki, şimdi bu prensiplerin gözlemlenen krizini de dünya ağalığı iddiasında olan Batı yarattı.

Nedense, meselenin bu tarafına H. Kissinger ciddi yaklaşmıyor. Dünyayı şimdiki hale sokan ABD’nin Irak’ta yaptığı haksızlık, Afganistan’da yıllardır gerçekleştirdiği siyaset, dünyanın çeşitli bölgelerinde meydana gelen sorunların çözümüne çifte standartlar temelinde yaklaşımı ve siyasi adaletsizliğidir.

Öyle anlaşılıyor ki, aslında ilkelerin değil, onların yanlış anlamlandırılması ve gerçek politikada dikkate alınmaması dünya düzenine daha çok zarar veriyor. Bu durumda küresel çapta güçler dengesini nasıl oluşturabilirsiniz? Deneyimler gösteriyor ki, şu anda hiçbir büyük devlet bu konuda ciddi şekilde düşünmüyor. ABD Ortadoğu’da kendi çıkarını hayata geçirmeye çalışmakta, Rusya Ukrayna’da aynı işlevi yerine getirmekte, Çin de Güney Çin Denizi’nde kendi çıkarları uğruna mücadele vermektedirler.

Bunlar modern jeosiyasetin gerçekleridir. Peki bu durumdan karşılıklı çıkarları dengeleyen politikaya geçiş yapmak için şanslar ne derecede yüksektir? Bunu hiç kimse bilmiyor ve H. Kissinger da bu konuda konuşmuyor. Bu nedenle, en mükemmel teorik kavram bile, küçük jeopolitik sorunları çözmek için yeterli değildir.

Öyle bir izlenim oluşuyor ki, günümüzde dünyanın yeni düzene dönüşüm meselesinin gerçek çözümünü bulması zor meselelerdendir. Çünkü bazı durumlarda Batı’nın önde gelen uzmanları bile somut olguları ve büyük devletlerin asıl amaçlarını gizliyorlar. Onlar temsil ettikleri devletlerin jeopolitik çıkarlarını bilimsel analiz prensiplerinden üstün tutuyorlar.

Hakkında bahsettiğimiz kitabında H. Kissinger, bu tür taktiklerin Batı’da 17. yüzyıldan itibaren kullanıldığını itiraf ediyor. O dönemde Avrupa devletleri görünüşte “Hıristiyan topraklarında barış” uğruna mücadele yaptıklarını vakur şekilde vurguluyorlardı. Aslında, onların gerçek amacı dengeli rekabet yoluyla istikrarı sağlamak olmuştu (bkz: Jacob Heilbrunn. Kissinger`s Counsel / “The National Interest”, 26 Ağustos 2014).

Ya şimdi yüksek tonla “dünyada barışı sağlıyoruz”, “demokrasiyi yayıyoruz”, “bölgeye istikrar getirmek istiyoruz” vb. gibi seslenen sloganların arkasında hangi amaçlar duruyor? Artı, ilginçtir ki, aynı şeyleri neredeyse dünyanın tüm büyük devletleri diyorlar. Muhtemelen onlar bu kez de blöf yapıyorlar. Söylenen sloganlar başka amaçları örtbas etmek içindir. İşte, dünya düzeninin krizi bu gibi hareketlerden oluşuyor.

Her şekilde, bize Henry Kissinger`a teşekkür etmek düşüyor. “Realpolitik” teorisinin babası, küresel jeosiyasetin acı meselelerini bir daha okurlara iletti. O, sorduğu sorularla ABD başta olmak üzere liderliğe can atan ülkelerin asıl amaçlarını belirtiyor. Bu sorulardan biri de; “Biz (yani ABD – L.M.) tek başına dünyaya ne verebiliriz? Hangi değerleri yayabiliriz?” gibidir. Bizce, cevap açıktır.

Leyla MAMMADALİYEVA

Leave A Response »

Time limit is exhausted. Please reload the CAPTCHA.