2015 SEÇİMLERİ AREFESİNDE İSRAİL

upa-admin 18 Şubat 2015 2.307 Okunma 0
2015 SEÇİMLERİ AREFESİNDE İSRAİL

Ortadoğu’daki dengeler zemininde son zamanlarda en çok tartışılan konu; Suriye ve Irak başta olmak üzere, Libya’dan neredeyse Afganistan’a dek uzanan IŞİD, El Kaide ve diğer Selefi grupların, devletsizleşen coğrafyadaki militan yapılarının hızla yayılması oldu. Bulaşıcı bir biçimde yayılan “devletsizlik” ve “köktendinci” akımlar, salgın bir halde bölgeyi sardı, küresel dengeleri sarsmaya başladı.

Bu arada, Ortadoğu’da 2010’ların başında en çok ele alınan başlıklar; İsrail-İran arasındaki gerilim, iki ülke arasında olası bir “nükleer savaş”ın dünya savaşı çıkartma potansiyeline sahip riskleri barındırmasıyla bağlantılıydı. 2004’te her iki ülke de, kendi milli güvenlik siyaset belgelerinde birbirlerini “baş tehdit” olarak kabul etmiş, bölgesel-küresel yüzeyde tüm soluklar tutulmuştu. İran’ın nükleer müzakerelerdeki konumu için, “şimdilik” son tarih Haziran 2015 sonu olarak gözüküyor. Hizbullah’tan Husiler’e uzanan bir nüfuz alanı, merkezi Irak hükümetiyle birlikte değerlendirildiğinde, Doğu Akdeniz’den Aden’e, oradan da Basra Körfezi’ne uzanan bir nüfuz alanından söz ediyoruz.

İsrail’in kendi güvenlik alanında, sadece Filistin konusu değil, Lübnan’dan Gazze’ye ve Sina yarımadasına yansıyan bir “güvensizlik çemberi” yer alıyor. Lübnan’da Hizbullah “devlet içinde devlet” yapısıyla ve İran-Suriye ittifakının uzantısı olarak kapladığı zeminde, İran açısından bir “vekaleten savaş” potansiyelini içeriyor. 2011’den beri Suriye’de yaşanan “iç savaş”ta, IŞİD tehlikesi, Esad’ın siyasi iktidarının devamını sağlar ve Batı ülkeleri açısından vize almasını kolaylaştırırken, Esad’ın İsrail karşıtı siyasaları, IŞİD’e oranla, “ehven-i şer” sayılabilecek bir duruma geldi. Bu da İran’ın “kazanç hanesi”ne yazılacak bir durumu işaret ediyor.

Gazze’deki duruma bakılacak olursa, Hamas’ın 2011 öncesinde İran-Suriye ittifakıyla yakın izlediği siyaseti, Suriye’deki kaos ve Mısır’da “Arap Uyanışı” sonrası, önce Mursi’yle, sonra da Katar’la yakın bir siyasal strateji yürütmesini sağladı. Bu bağlamda Hamas açısından “değişen eksenler”, kafa karışıklıkları yarattı. 2013’te Mursi’nin ve İhvan iktidarının, Mısır Ordusu’nun darbesiyle devrilmesi, Hamas’ın “yeni Mısır siyaseti”ni çökertti. Ancak bu çerçevede, bölgenin stratejik dengelerinde önemli kırılmalar meydana geldi. Kısa süreli İhvan iktidarı, Mısır-İsrail arasındaki “Camp David dengesi”ni bozabilecek siyasalar uyguladı. İsrail’in Kahire büyükelçiliği İhvancı göstericiler tarafından kuşatıldı, 2007-2011 arasında İsrail’in Gazze’ye uyguladığı “deniz ablukası”na “kara ablukası”yla destek veren askerlerin açtığı yolda, İhvan’ın yönettiği Mısır, Gazze-Mısır arasında, “militan bir kuşak” kurdu. İsrail, giderek “militan örgütlerin mevzi alanı”na dönüşen Sina yarımadasına karşı, 30 bin askerin yer aldığı bir “Güney Birliği” kurmak durumunda kaldı.  Böylece Lübnan sınırından Sina’ya kadar oluşan “güvensizlik kuşağı”, fiilen “güvenlik devleti” olarak politikalarını realize eden İsrail için, “belirsiz” bir yüzeyin oluşmasına neden oldu. 2013 sonrasında Sisi tarafından yönetilen Mısır, her ne kadar Hamas-Gazze arasındaki “yer altı tünelleri” ve “yasa dışı geçişleri” engellemeye çalışıyorsa da, fiilen Sina’yı kontrol edemiyor. Selefi gruplar Libya’daki Derne ve Sina’yı Kuzey Afrika’dan gelenleri eğitmek ve militan yetiştirmek için kullanıyor. Buradan yetişen militanlar, dünyanın dört bir tarafına yayılıyor. Ensar Beytül Makdis Sina’daki trafiği yönetirken, IŞİD, Libya sınırından Mısır’a ve dolayısıyla İsrail’e meydan okuyor. Batı Şeria’daki seri bireysel terörist saldırılar, İsrail güvenliğinde bir başka “panik ortamı”nın doğmasına yol açtı. Günlük yaşamı ve sivil yurttaşları hedefleyen saldırılar, İsrail’in “güvenlik alanı” konusunda önemli soru işaretleri ortaya koyarken, bir yandan da İsrail-Ürdün sınırının yanısıra, Batı Şeria-İsrail sınırının da gelecekte, İsrail tarafından korunması gereğini, İsrailli yetkililer tarafından dile getirilmesine vesile oldu.

17 Mart 2015’teki seçimler, İsrail politikaları açısından bir “yapısal değişiklik” işareti vermiyor. Filistin siyasetinde keskin bir dönüşüm umudu yaşanmazken, Netanyahu hükümeti ve ABD’deki Obama yönetimi arasındaki çelişkileri, iki devlet arasında sorun olmaktan çok, iki kabine arasındaki siyasal zıtlık çerçevesinde ele almak gerekiyor. Ne var ki iki yönetimin zıtlığı, devletler arasındaki ilişkide önemli bir yapısal risk potansiyelini de işaret ediyor. “Stratejik ortaklık” ilişkisinin kısa zamanda sona ermesi gerçekçi gözükmese de, Filistin müzakelerinin uzun yıllardan beri yapılamaması, Hamas’ın giderek tüm Filistin’de etkin olması ve Obama’nın Hamas’ın içinde yer alacağı olası bir “birleşik Filistin yönetimi”ne ses çıkarmaması, son zamanlarda “sağ”ın egemen olduğu İsrail siyasetinde “çözümsüzlük sarmalı”nı besliyor. İşin ilginç yanı Netanyahu’nun en önemli propaganda alanlarından birisi, ABD Kongresi.. Obama yönetimiyle ters düşen Netanyahu, Obama’nın İran’la yakınlaşma siyasetiyle zıtlaşan ABD Kongresi’ndeki Cumhuriyetçi çoğunluğun çağrısıyla, Kongre’de kürsüde konuşmaya gidiyor. Obama ise Netanyahu’nun “devlet teamüllerine” aykırı ziyaretinde, kendisiyle görüşmeyeceğini açıkladı. Netanyahu ve Amerikan sağı arasındaki siyasal flörte karşı, Obama’nın daha çok tercih edeceği İşçi Partisi-Hatnuah arasındaki “Siyonist Kamp” acaba bir çıkış yapabilir mi? Herzog-Livni liderliğindeki “Merkez-Sol”işbirliği yeni bir siyasal bakışla, “güvenlik” politikalarından ziyade, “diyalog ve müzakere” başlığını öne çıkarsa da, İsrail’de hangi hükümet olursa olsun, “güvenlik refleksi”nden ödün verilmesi zor değil imkansız görünmektedir.

2013 seçimlerinde birinciliği yakalayan, Aralık 2014’de Netanyahu kabinesinden Livni’yle birlikte dışlanan Lapid ve partisi Yeş Atid’in bu sefer aynı performastan çok uzak bir durumda olduğu, kamuoyu yoklamalarında tespit ediliyor. Buna benzer durum Lieberman ve İsrail Beytinu Partisi için söylense de, Lieberman, İsrail siyasal spekturumundaki koalisyonlarda, “anahtar partisi” olma konumunu pekiştiriyor. Naftali Bennett’in “Yahudi Evi” partisinin konumuna dikkat edilmelidir. “Sağ ve seküler” parti, gün geçtikçe yıpranan Netanyahu imajına karşı 2015 seçiminde olmasa da, sonraki dönemlerde önemli bir seçenek olabilir. Diğer sağ partiler, Netanyahu ile Herzog-Livni rekabetinde, ibreyi sağa kaydıran ve sağ hükümet olasılığını güçlendiren bir durumu ifade etmektedir. Lapid, “Siyonist Kamp” ittifakına katılmış olsaydı, “merkez”de güçlü bir sinerji yaşanır mıydı? Seçim sonuçlarını gördükten sonra çözümleyebiliriz.

Bu arada Netanyahu’nun Likud içindeki durumunun rahat olmadığını ve kendisini erken seçime sürükleyen nedenlerin başında gösterilen “milliyet yasası”nın, görünüşte bir mazeret olduğunu bir yerlere kaydetmek gerekir. 17 Mart 2015 sonrası Netanyahu, hükümet kursa bile “Pirus zaferi” yaşayacaktır. Ancak ABD Kongresi’ndeki Cumhuriyetçi çoğunlukla yaşadığı siyasal flörtün, 2016 Kasım’ındaki ABD Başkanlık seçimlerine etkisini düşünmek ve komplikasyonlarını ele almak, İran’la nükleer müzakereler başta olmak üzere, IŞİD’e karşı uygulanan siyasalara kadar süreci değerlendirmek yaşamsal bir önem taşımaktadır.

Yrd. Doç. Dr. Deniz TANSİ

Leave A Response »

Time limit is exhausted. Please reload the CAPTCHA.