Uluslararası Politika Akademisi (UPA) yazarları, 2015 yılının son günlerini geçirdiğimiz şu sıralarda, 2016 yılında dünya siyasetine damgasını vurması beklenen olay ve konuları mercek altında aldılar. Aşağıda yazarların 2016 yılıyla ilgili öngörülerini bulabilirsiniz.
Yrd. Doç. Dr. Ozan Örmeci:
2016 yılının en önemli olayı, kuşkusuz Amerika Birleşik Devletleri’nde 8 Kasım tarihinde gerçekleştirilecek olan Başkanlık seçimleri olacaktır. Bu seçimler sonucunda belirlenecek olan ABD Başkanı’nın tercihleri, yeni siyasal programı ve dış dünya ile kurduğu/kuracağı bağlantılar, Amerikan Dış Politikası’na ve dolayısıyla dünya politikasına önemli ölçüde yön verecektir. Demokratlar adına adaylığına kesin gözüyle baktığım Hillary Clinton’ın yanında, Cumhuriyetçi Parti’nin adayının kim olacağı bu sene içerisinde netleşecektir. Şu an için anketlerde birinci sırada gözüken ancak radikal söylemiyle tepki çeken Donald Trump, Jeb Bush ve Marco Rubio şu an için en şanslı adaylar olarak gözükmekteler. ABD’de Cumhuriyetçi bir Başkan’ın seçilmesi, kuşkusuz Suriye başta olmak üzere Ortadoğu’ya yönelik askeri müdahale ihtimallerini arttıracak ve İsrail’deki sağ hükümetle ABD arasında daha güçlü bağlar kurulmasını sağlayacaktır. Buna karşın, ABD’nin göç nedeniyle değişen demografisinin Demokratlara avantaj sağladığı da yadsınamaz bir gerçektir.
ABD Başkanlık seçimleri dışında, Rusya’nın artık sahadaki somut bir aktör haline geldiği Suriye iç savaşı, 2016 yılında en çok konuşulacak ve önemi artacak konulardan olacaktır. İç savaşın neden olduğu terörizm, sivillere yönelik katliamlar ve insan hakları ihlalleri, Türkiye, Lübnan ve Ürdün başta olmak üzere tüm dünya ülkelerini az ya da çok etkileyen mülteci sorunu, dünyada bir trend haline gelmeye başlayan Müslüman nüfusun radikalleşmesi, İslam dünyasını daha da karıştıran Sünni-Şii ayrımı ve dört ülkeye (Irak, Suriye, İran, Türkiye) bölünmüş olarak yaşayan Kürtlerin geleceği konusundaki anlaşmazlıklar gibi sorunlar, 2016 yılında da dünya gündemini fazlasıyla meşgul edecektir. Suriye’deki soruna kökten bir çözüm bulunamaması durumunda, maalesef bu sorunların daha da derinleşmesi ihtimali hayli yüksektir. Ayrıca Rusya’nın Suriye üzerinden Akdeniz ve Ortadoğu’da daha aktif roller üstlenmeye başlaması, ABD ve NATO açısından alarm zillerinin çalmasına neden olabilir. Suriye dışında, hızla bölünmeye doğru giden Irak’ın durumu da 2016 yılında Ortadoğu ve dünya gündemine dair en önemli konulardan olacaktır.
Gelecek yıldaki bir diğer önemli mesele ise, Avrupa Birliği içerisinde giderek güçlenen ayrılıkçı akımlar olacaktır. Özellikle Birleşik Krallık ve Fransa gibi AB’nin merkezi aktörlerinde AB karşıtlığının yükselmesi ve daha önce bastırılan Grexit’ten farklı olarak Brexit ve Frexit gibi ihtimallerin gerçeğe dönüşmesi, AB projesini temelinden tartışmalı hale getirecek, en azından Schengen bölgesinde bazı kısıtlamalara gidilmesine ve AB’nin bazı üyelerini kaybetmesine yol açabilecektir. AB’nin ekonomik kriz ortamında ortak ekonomik politikalar geliştirmekte zorlanması ve bölgesel gelişmişlik farklarını ortadan kaldıramaması, birliğin bütünleşme sorunlarını açıkça ortaya koymaktadır. Bunun yanında, AB’nin ortak bir dış politika ve güvenlik politikası belirlemekte de son derece zorlandığı görülmekte ve hissedilmektedir. Buna karşın, Karadağ, Moldova, Ukrayna ve Türkiye gibi ülkelerin AB üyeliği konusunda 2016 yılında bazı olumlu gelişmeler yaşanabilir.
2016 yılının bir diğer önemli konusu da, şu sıralar donmuş gözüken ve uluslararası basın tarafından unutturulan Ukrayna-Rusya krizi olacaktır. Şimdilik yatışmış gözükse de, Ukrayna’daki AB ve NATO yanlısı kesimlerin güçlenen konumu ve Rusya’nın bu ülkenin doğusundaki Rus nüfus vasıtasıyla bu ülke üzerinde kurmaya çalıştığı hakimiyet, Ukrayna’yı önemli bir risk bölgesi haline getirmektedir. ABD ve AB’nin, böyle bir durumda Rusya’ya karşı bu ülkeyi ne ölçüde destekleyecekleri çok önemli bir faktör olacaktır. Rusya’nın bir süredir Suriye ile meşgul olması, bu noktada Ukrayna’daki Batı yanlılarının elini kısmen de olsa güçlendirebilir. Ancak Rusya’nın muazzam askeri kapasitesi, bu ülkenin -zorlanmasına karşın- her iki cephede de aktif olarak mücadele etmesine olanak verecektir. Bu nedenle, sorunun diplomatik yöntemlerle halledilmesi her iki tarafın da yararına olacaktır.
Bu yıl içerisinde konuşulacak bir diğer önemli mesele ise Kıbrıs müzakereleri olacaktır. Dünya kamuoyunda yeterince ilgi çekmese de, Doğu Akdeniz’in son derece gergin atmosferinde adada kalıcı ve hakkaniyet ilkesiyle örtüşen bir çözüme ulaşılması, dünyada barış ve demokrasinin gelişimini isteyen çevreler için umut verici bir gelişme olabilir. Ancak Kıbrıs adasının özellikle IŞİD’le mücadele gibi konularda giderek artan önemi, Türkiye ve İngiltere’nin adadaki üsleri, Rusya’nın Güney Kıbrıs üzerindeki tarihsel/geleneksel etkisi ve Doğu Akdeniz’deki enerji keşiflerinin yarattığı politika alternatifleri, durumu iki toplum (Kıbrıslı Türkler ve Kıbrıslı Rumlar) arasındaki bir anlaşmazlığın çözümlenmesinden çok daha öte ve karmaşık bir noktaya taşımaktadır. Bu karmaşık denklemin nasıl sonuçlanacağının büyük ölçüde belli olacağı süreci yaşamak, uluslararası siyaset meraklıları için muhteşem bir deneyim olacaktır.
Dünya siyasetinde çok önemli bir ülke olan Türkiye’nin laik ve demokratik rejimini koruyup koruyamayacağı ve olası bir Başkanlık ya da yarı Başkanlık rejimine geçilmesinin ülke demokrasisi üzerindeki etkileri de, 2016 yılının önemli gündem maddelerinden birisi olacaktır. Yeni yılın herkese mutluluk, sağlık ve kazanç getirmesi dileğiyle…
Yrd. Doç. Dr. Deniz Tansi:
2015, dünya politikasında önemli dönüşümlerin yaşandığı bir yıl oldu. Rusya’nın 2014’te Ukrayna’nın doğusunu işgali ve Kırım’ın tamamını fiilen kendi topraklarına ilhak etmesi, özellikle “kendi eski arka bahçesi”ne dönmesiyle ilintirilendiriliyordu. NATO’nun Bükreş Zirvesi’nden beri (2008) üye olması için çağrı yaptığı Ukrayna’nın doğusunu kaybetmesi, sadece Rusya’nın Kırım’daki donanmasının varlığını garanti altına almak için değildi. Rusya’nın yeni genişleme stratejisinin bir halkası olarak Kırım’ı işgal etmesinin anlamı da pek kavranamadı. Gürcistan’da ise, Saakaşvili sonrası Rusya’nın görünür etkisi; öte yandan Abhazya ve Güney Osetya’yı bağımsız ülkeler olarak tanıyıp fiili Rus işgalini meşrulaştırması, 2008 Ağustos’undaki Rusya-Gürcistan arasındaki “Kafkas Savaşı”yla söz konusu olmuştu. Kafkas Savaşı sürerken, Suriye Devlet Başkanı Esad’ın Moskova temasları sonucu, Sovyet dönemindeki Tartus deniz üssünün yeniden açılması kabul edilmişti. 30 Eylül 2015’ten itibaren Suriye’de IŞİD’e müdahale adı altında başlayan Rus askeri varlığının temelleri, işte o zamanlarda atıldı. Rusya, bugün Suriye’de deniz, kara ve hava gücü olarak bulunmakla kalmıyor; İran’dan Hizbullah’a, oradan Bağdat merkez yönetimine uzanan bir zeminde, Doğu Akdeniz’den Basra havzasına ulaşan “Ortadoğu’nun kalbini” elinde tutmaya çalışıyor.
2011’deki sözde “Arap Uyanışı” ile, ısrarla Ilımlı İslam rejimleri ve demokrasi arasındaki dengeye dayanan ABD politikası ise artık iflas etti. İhvan’la “demokrasi” arayan ABD “Demokratları”, Türkiye-İsrail arasındaki çelişkilerde görüldüğü gibi, kendi müttefikleri arasında bile uzlaşma sağlayamayan bir “pasif siyasi dev” imgesi yarattı. ABD’nin Güney Pasifik’e yöneldiği, Ortadoğu’dan vazgeçtiği iddiaları hem gülünç, hem de doğruysa “imparatorluk sonrası” bir kaos görünümü arzetmektedir. Üstelik Çin, artık stratejik bağlamda ekonomik ve siyasal bir küresel güçtür. Bir gözü de Ortadoğu’dadır. Bunların yanı sıra, Güney Amerika’daki sol iktidarların çöküşünde, “ABD Demokratları” nerede yer alıyor, oldukça düşündürücüdür.
AB ise, Suriye kriziyle birlikte mülteci sorunuyla tanışmış, kitlesel yer değiştirme hareketleri, “tuzu kuru” Avrupa’nın önümüzdeki yıllarda artan toplumsal sorunlar ve ırkçılık ile birlikte yaşama durumunu ortaya koymaktadır. Öte yandan, kendi üyeleri arasındaki entegrasyon sorunları, yerküredeki ekonomik sorunlarla daha da pekişmektedir.
2016 yılında, Ortadoğu’da son yıllarda giderek artan belirsizliğin, Rusya’nın da müdahil olmasıyla, dünyayı “Yeni Soğuk Savaş”a sürüklediği izlenimi vardır. Devlet dışı aktörler, asimetrik tehdit, küresel terör ve siber tehdit konuları, günden güne daha da riskli bir dünya profili çizmektedir. Ülkemiz, Ortadoğu, Kafkasya, Balkanlar, Doğu Akdeniz ve Orta Asya’da, 2015’te uçağını düşürmek durumunda kaldığı Rusya ile ters düşmek, olası çatışma potansiyelini içermek gibi bir durumla karşı karşıyadır. 2016’da, dünya barışı adına ne yazık ki söylenebilecek çok söz yok. Biz yine de, içimizdeki barış iradesi ve özlemini kaybetmeyelim. 2016, barışın ve insanlığın ışığını taşıyan bir yıl olsun…
Sina Kısacık:
2015 senesi, dünya açısından çok zor bir yıldı. Bu yıl içerisinde yaşanan iç savaşlardan ve krizlerden herkes çok olumsuz etkilenmiştir. Ortadoğu coğrafyasında gittikçe daha tehlikeli bir hale gelen IŞİD tehdidi, bölgedeki devletlerin yanı sıra, bölgeye ilgi gösteren küresel güçlerin de dikkatlerini bu bölgeye çevirmelerine yol açmıştır. Özellikle Suriye bağlamında Türkiye ve Rusya Federasyonu arasında tırmanan gerginliğin, yapılan açıklamalara bakıldığında önümüzdeki sene de yüksek tonda seyredeceği öngörülebilir. 2015 senesinde etkisini arttıran ve Akdeniz’de yaşanan facialarla dünyanın en önemli gündem maddelerinden birisi haline gelen mülteci meselesi, Suriye’deki savaş sona erdirilmediği takdirde gündemdeki önemini korumaya devam edecektir. Bu krizi sonlandırmaya yönelik uluslararası çabalar, uluslararası kamuoyunda dikkatle ve yakından izlenecektir. Akdeniz’de cereyan eden jeopolitik temelli gerginlikler, uluslararası ilişkiler gündeminin en dikkat çekici gündem maddelerinden birisini olmayı sürdürecektir.
2016 senesinin en önemli konularından birisini de, Kasım ayında gerçekleştirilecek Birleşik Devletler Başkanlık seçimleri oluşturacaktır. Demokrat Barack Obama’nın yasalar gereği bir daha aday olamayacağı seçimlerde, Cumhuriyetçi bir adayın Başkanlık koltuğuna oturacağı öngörülmektedir. Bu durum, Amerikan Dış Politikası’nda sert güç unsurlarına başvurulmasını ısrarla savunan bir grubun iş başına gelmesi anlamını taşımaktadır. Pasifik ve Avrasya bölgelerinde yaşanan meselelere müdahale etmekte geç kalmakla eleştirilen ABD’nin, bu seçimlerden sonra dış politika uygulama yöntemlerinde değişikliğe gidebileceği düşünülmektedir. Ayrıca 2016 senesinde de, Rusya Federasyonu’nun Avrasya özelinde giderek etkisini artıracağı öngörülmektedir. Rusya’nın, çıkarlarının zaman zaman uyuştuğu İran İslam Cumhuriyeti ve Çin Halk Cumhuriyeti ile kurabileceği ittifaklar, bölgesel ve küresel konjonktür açısından dikkatle takip edilecektir.
2016 senesi, Türkiye bakımından coğrafi konumundan ötürü tehditler ve fırsatlar barındırmaktadır. Ankara’nın izleyeceği dış politika, ikili ilişkiler açısından belirleyici unsur olarak kalmaya devam edecektir. Yaşanan tüm krizlere karşın, Türkiye-Avrupa Birliği ilişkilerini yeniden rayına sokacak gelişmeler vuku bulabilecektir. Ayrıca “İklim Değişikliği” hakkındaki anlaşmanın nasıl uygulanacağı da ayrı bir merak konusudur. Kısacası, 2016 yılı her açıdan zor bir yıl olacaktır. Savaşların bittiği ve gerginliklerin yok olduğu bir yıl dileğiyle…
Furkan Kaya:
Acısıyla tatlısıyla 2015 yılını geride bırakmak üzereyiz. Oldukça yoğun iç ve dış gelişmeler yaşadığımız geçtiğimiz yıl içerisinde dünya gündemini meşgul eden önemli dış politika gelişmeler olarak; Türk Silahlı Kuvvetleri’nin “Şah Fırat” operasyonu ile Suriye’deki Süleyman Şah Türbesi’nde yer alan 40 Türk askerin yerlerini değiştirmesi ve Türk hava sahasını ihlal eden Rus uçağının angajman kuralları içinde düşürülmesi sonrası oldukça gerilen Türkiye-Rusya ilişkileri gösterilebilir. Ayrıca Türkiye’nin, tabiri yerindeyse buzdolabından çıkarmış olduğu Avrupa Birliği ile müzakereler de, 2015 yılından 2016’ya devredecek en önemli başlıklardan biridir.
2016 yılı içerisinde, Türkiye ve yakın coğrafyası oldukça dinamik bir süreç geçirecektir. Bilhassa Türkiye’nin Rusya ile olan münasebetlerinin akıbeti, Suriye-Irak-İran-ABD-Türkiye-Rusya hatta İsrail denklemi dahilinde olan ilişkilerin de belirleyicisi olacaktır. Geçtiğimiz gün kapsamlı bir basın toplantısında 2015 yılını değerlendiren Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, kendilerine “düşmanca” davranmalarına rağmen Türkiye’ye karşı hasmane bir tutum içerisine girmeyeceklerini, Türkiye’nin bu hareketini ise ABD’ye yaranmak ve bu sayede Orta Doğu’da daha fazla söz sahibi olmak için yaptığı şeklinde değerlendirmiştir. Benim kanaatim; Türkiye ile Rusya arasında 2016 yılı içerisinde buzların erimesi beklemek fazla iyimserlik olur. İki ülke, Devlet Başkanları düzeyinde dönem dönem söylemsel olarak tansiyonu yükselteceklerdir. Fakat bu durum, aynı ölçüde icraata dökülmeyecektir. Zira söz konusu iki ülke, derin tarihsel bağlara sahip ve dünya var oldukça “komşu” ülkeler kalmaya mahkum olarak, birbirlerini muhatap almaya devam edeceklerdir. Dolayısıyla, Türk ve Rus karar vericiler ivedilikle ortak ulusal menfaatler çizgisinde buluşup, 2016 yılı içerisinde ilişkilerini normalleştirmelidirler.
2016 yılı, Türkiye’nin Asya-Pasifik politikalarına da müdahil olduğu bir dönem olmalıdır. ABD ile Rusya’nın bilek güreşine sahne olmaya devam edecek bölgenin, Orta Doğu’da kartların yeniden dağıtılması ile oluşacak yeni düzenle doğrudan alakası olacaktır. Dolayısıyla, Türkiye’nin Suriye’nin geleceği ve enerji projelerinde söz sahibi olmak için daha somut politikalar takip etmesini bekliyorum.
ABD Başkanlık seçimleri de, 2016 yılının en önemli gelişmeleri arasında yer alacaktır. Cumhuriyetçi bir Başkan adayının kazanmasını beklediğim seçimler sonrasında, Cumhuriyetçilerin bildiğimiz “neo-con” politikalarını takip edip etmeyeceği merak konusu olacak. Fakat Bush dönemi kadar olmasa da, yeni Başkan’ın da okyanus ötesi stratejilerini Obama döneminden daha sert uygulayacağı aşikar.
2016 yılının bölgemize ve dünyaya barış, sağlık ve bol bereket getirmesinin temenni ediyorum.
Özcan Öğüt:
11 Eylül 2001’de New York’ta Dünya Ticaret Merkezi’ndeki ikiz kulelere gerçekleştirilen saldırılardan bugüne sırasıyla denenen hard power (sert güç) ve soft power’dan (yumuşak güç) sonra Ukrayna, Suriye ve Yemen gibi ülkelerdeki çatışmaların kökenindeki küresel derinliği algılamak için, 2016 yılına da damga vurması beklenen smart power’ın (akıllı güç) kudreti irdelenmelidir. Amerikalı Siyaset Bilimci Joseph Nye’nin kavramsallaştırması üzerinden bakıldığında; smart power, Uluslararası İlişkiler literatürünün en temel kavramlarından olan hard power ve soft power’ın dış politika stratejilerinin uzaktan kumandalı bir bileşkesi olarak tanımlanabilir. Nitekim artık hard veya soft gibi tüm şifreleri çözülen bu iki güçten birinin uluslararası bir politik yöntem olarak belirlenmesinden çok, post-modernist dış politika stratejisinde hitap edilen kesimin ağır basan özellikleri (dini, milli veya ideolojik yumuşak karınlarına göre) doğrultusunda toplumsal hafızasına giydirilen rollerle, her iki gücün de derin bir bileşkesi olan “smart power”ın mutlak hakimiyetinin olduğunu anlamak için, özellikle Arap Baharı girişiminden bu yana Ortadoğu’da yaşanan kaosa bakmak yeterlidir.
Neticede, uluslararası politikada 2016 yılı dünya trendlerinin şekillenmesinde kuşkusuz Ortadoğu’nun bu mevcut kaotik durumunun çok önemli bir etkisi olacaktır. ABD, Barack Obama ile beraber sert güçten yumuşak güce geçerken, aynı zamanda akıllı gücün de temellerinin atılmasının uluslararası boyuttaki ilk yansımalarını Irak ve Afganistan’daki askeri varlığını minimize ederek, Ortadoğu’da Batı ile iyi ilişkiler içerisindeki ılımlı İslamcıları etkin kılarak ve Arap Baharı’nda “model” ülke olan Türkiye’yi öne çıkararak göstermeye çalıştı. Bu politikanın belki de bilinçli başarısızlığı üzerine ortaya çıkan kaosun sonucunda, IŞİD’in varlığından ötürü bölgeye müdahil olan uluslararası aktörlerin, başta Suriye olmak üzere bölgedeki askeri varlıklarını arttırması 2016 yılında net bir biçimde görülecektir.
Böyle bir zamanda, bir yandan Batı bloğuna dahil ülkelerin, bir yandan da Beşar Esad liderliğindeki Suriye rejimi etrafında birleşen Rusya ve İran gibi ülkelerin müdahillerinin, direkt olarak IŞİD’i yok etmekten ziyade kendi egemenlik alanlarını çevrelemeye çalışmalarından ötürü, IŞİD’in bölgede bir süre daha mikser misyonunu aktif bir şekilde devam ettireceği öngörülebilir. Öte yandan, bu süreçte IŞİD terörizminin profesyonel infaz çekimleri, dünya çapında nam salan tehdit ve terör eylemleriyle beraber adeta bir korku markası halinde pazarlandığı bir küresel ortamda, Batı’da ırkçı söylemlerinin yoğun rağbet göreceği aşırı sağın yükselişine tanık olmak da mümkün.
Basri Alp Akıncı:
2016 yılı, halefi olduğu yılın sonuna doğru yıldızı bir başka parlayan Rus lider Vladimir Putin’in büyük ihtimalle daha fazla göz önünde olmasını getirecektir. Yoğun ilgiden rahatsız olmayan Putin, gerek özel hayatı, gerekse de uyguladığı politikalarla yine kendinden fazlasıyla söz ettirecektir. Özellikle Türkiye ile olan son kriz konusunda çarpıcı ve bazen düşündürücü açıklamalar yapan Rus liderin, Avrupa ve ABD’ye de daha sert şekilde karşı çıkması gelecek yılda mümkün gözükmektedir. Rusya’nın ve Putin’in son hamleleri ve gerek kendi ülkesi, gerekse de başka bazı ülkelerin nezdinde popülerliğini arttırması, Rus tezlerinin daha da sertleşmesine sebebiyet verecektir. Bu sertleşme ise, lider Putin’in bir rockstar edasıyla gazetecileri toplayıp, bilinen ama diplomasinin geleneği olarak çok da dillendirilmeyen gerçekleri söylemesini beraberinde getirecektir. Dolayısıyla, Rusya’nın yakın çevresindeki krizlere müdahil olma hevesi daha da artacak, hatta belki de bu ülke, son dönemlerde yakaladığı ivmeyi belli başlı diğer bölgelere de taşımak isteyecektir.
Özellikle P5+1 ile yaptığı nükleer anlaşma ile üzerindeki yükü bir nevi atan İran’ın, yakın zamanda kendisine yönelik uygulanan ambargoların da kalkmasıyla, bölgede ticari açıdan önemli hamleler yapması işten bile değildir. Halihazırda Suriye ve Irak üzerindeki nüfuzu ticari girişimleriyle de birleştiğinde, Orta Doğu’da 2016 yılında sağlam bir İran etkisi (Şii hilali) göreceğiz. Bu etki, zamanında başka ülkelerin yaptığından çok daha farklı konumlanacaktır. Zira bu durum, geçtiğimiz senelerde de var olan mezhepsel saflaşmanın 2016 yılında daha derinleşmesine ve bunun yeni sıcak çatışmalar getirmesine sebep olacaktır. IŞİD belasının ülke sınırlarının altüst ettiği Orta Doğu’da, terörizmle mücadele adı altında toprakları hallaç pamuğu gibi atan devletlerin, birbirlerine daha fazla toslayacağı bir dönem öngörülmektedir. Bölgenin daha fazla kaosa sürüklenmesi ve sıcak çatışmaların artması, 2016 yılında olasıdır.
Orta Doğu’daki çatışma durumunun devam etmesi çoktan ayyuka çıkmıştır; ancak bu durum, Avrupa’nın yeni yeni kabullendiği mülteci krizinin de artarak devam etmesini beraberinde getirecektir. Çok farklı ülkelerin çok farklı menfaatleri doğrultusunda Orta Doğu topraklarıyla oynadığı oyunlar neticesinde ciddi bir mezhep savaşının iyice hayata geçmesi durumunda, bölgeden kaçacak yüz binler, soluğu muhakkak Avrupa’da almak isteyecekler, ancak karşılarında kapalı sınır kapılarını bulacaklardır. Halihazırda yükselmekte olan sağcı ve aşırı sağcı oyların da gösterdiği üzere; Avrupa, mültecileri kendi kıtasında istememektedir. Mültecilerin ülkelerine gelmemesi için her türlü numaraya başvurabilecek AB ülkeleri, mültecilerin olası kabulüyle birlikte daha da hızlı bir şekilde sağ siyasetin yükselişine tanık olacaklardır. AB’ye tereddütle bakan Avrupalı partilerin güçlenmesi ile, 1000 yılın barış projesi olan Avrupa Birliği’nin de meşruiyetinin iyice sorgulanmaya başlanacağı bir dönem mümkün olduğu gibi, birlikten münferit çıkışlar dahi söz konusu olabilir.
Geçtiğimiz senelerde, ABD Başkanı Barack Obama, ikinci döneminde yürüttüğü dış politika ve yürürlüğe soktuğu ülkesinin sosyal, sağlık, mali düzenlemeleriyle ilgili ağır eleştiriler almıştır. Orta Doğu’da daha önceki Başkan’ın başlattığı askeri müdahaleleri yumuşak güçle değiştirme, hatta belki de Orta Doğu’da Amerika’nın giriştiği oyun kurucu pozisyonundan geri adım atma düşüncesinde olan Obama, barış yanlısı bir lider imajı çizerken, bir nevi bölgenin bugünkü kaosa sürüklenmesine de izin vermiştir. Pasif ve isteksiz Orta Doğu politikası, Çin’e karşı giriştiği ticari çevreleme politikası, Afrika kıtasına beklenen desteği vermeyişi ve Rusya’ya karşı korkak politikalar yürütmesi, özellikle Cumhuriyetçiler tarafından çok ciddi şekilde eleştirilmiştir. Dış politikadaki vasat karne, iç politikadaki IRS ve Obamacare başarısızlıklarıyla birleşince, 2016 Kasım’ındaki Başkanlık seçimlerinde Demokratların işi kanımca çok zordur. Dünyada yükselen bir furya olan sağ muhafazakâr tutum, Demokratların son 10 senedeki yönetim problemleriyle birleşince, Cumhuriyetçi adayların işinin daha kolay olduğu söylenebilmektedir. Ancak, sona kalacak adaylar da sonuçta etken olacaktır. Hillary Clinton’ın Demokratların adayı olması, belki de tüm dengeleri değiştirebilir. Zira hem iş dünyasıyla iyi ilişkilere sahip, hem de kadın bir aday olması, onu bir adım öne çıkarmaktadır.
Emrah Kaya:
Soğuk Savaş sonrası dünyada yaşanan krizlerin yanı sıra, Latin Amerika’da yaşanan gelişmeler ABD’nin hegemonyasını zayıflattı. Bu süreçte, Venezuela’nın efsanevi lideri Hugo Chavez, ülkesinin petrol gelirlerini kullanarak bölgede ABD karşıtı bir dalga yarattı. Bu dalgalanmadan yaklaşık olarak 13 Latin Amerika ülkesi etkilendi ve uluslararası politikada sol gruplar için bir ilham kaynağı oldu. Ancak ABD’nin en çok petrol çıkaran ülkelerden biri olması ve petrol fiyatlarında yaşanan düşüş neticesinde, Venezuela ekonomisi olumsuz etkilenmeye başladı. Bu gelişmeler, ABD’ye karşı uluslararası politikada petrolü bir koz olarak kullanılamaz hale getirdi. Ayrıca ABD, Rus ve Çin tehdidine karşı hegemonyasını güçlendirme politikası izlemeye başladı. Bunun neticesinde, 2015’in son çeyreğinde Arjantin ve Venezuela’da yapılan seçimleri sol gruplar kaybetti. Bu iki seçim, bölgedeki gelişmelerin nasıl bir hal alacağı konusunda kesin bir yol haritası oluşturmada yetersiz kalmakla beraber, bölgenin bundan sonra bir rekabet alanı olacağı kesindir. Dünya piyasalarında ucuzlayan petrol, ayrıca Çin’in ekonomisine olumlu bir katkı sunacaktır. Ayrıca Maduro’nun orduya karşı-devrimcileri kastederek “çatışmaya hazırlıklı olun” emri vermesi, bölgeyi ve bölgedeki solu 2016’da en çok konuşulacaklar listesine dahil edebilir.
Latin Amerika’daki gelişmelerin yanı sıra, ABD ile Küba arasında yaşanan yakınlaşmanın boyutu şimdiki süreçte belirginlik kazanmamıştır. Çünkü ABD’nin Küba üzerinde insan hakları, demokrasi ve küreselleşme konusunda oluşturacağı baskı, iki ülke arasındaki ilişkinin bozulmasına neden olabilir. ABD’nin Küba’da taraftar toplamak için izlediği “internet politikası”, yaşanan yakınlaşma sürecinde Küba tarafından tepkiyle karşılanmıştır. İki ülke arasında yaşanacak gelişmeler, ya tarihsel ve ideolojik düşmanlığı körükleyecek, ya da ilişkilerin her geçen gün iyileşmesine katkıda bulunacaktır. Bu ihtimaller, bölgedeki tansiyonun derecesini belirlemekle beraber, küresel siyasette bu konunun ne kadar yer ve süre işgal edeceğini de gösterecektir.
Ortadoğu, küresel ve bölgesel güçlerin en çok rekabet halinde bulunduğu yerdir. Özellikle Suriye üzerinde yaşanan bu rekabet, çok bilinmeyenli bir denklem içermektedir. Türkiye’nin angajman kuralları kapsamında bir Rus uçağını düşürmesi, iki farklı kutup arasındaki rekabeti daha da belirgin bir hale getirmiştir. Bu süreçte, Batı’nın bölgedeki en önemli müttefiki olan PYD güçleri, yeni bir tartışma konusudur. Özellikle Türkiye’nin Kürt koridoruna karşı çıkmasına rağmen Batı’nın DAEŞ’e karşı bu gruba verdiği destek ve bozulan Türk-Rus ilişkileri kapsamında Rusya’nın PYD kartını oynama ihtimali, bölgedeki Kürtleri daha da dikkat edilmesi gereken bir unsur haline getirmektedir. Çünkü Rus tarafından destek alma ihtimali olan PYD’nin, Koalisyon güçleri açısından güvenirliği zedelenebilir. Bunların neticesinde, bölgede bir Kürt devletinin kurulma ihtimali Türkiye’yi savaş durumuna sokabilir. Bu durumun doğal sonucu olarak, Kürtlerin bölgedeki durumu ve yaşanan gelişmelerdeki rolü 2016’da en çok konuşulacak durumlardan biridir.
Asya ve Afrika bölgelerinde toplumların normal bir evrimleşme kapsamında kapitalistleşmemesi ve kolonyalist dönemin etkisinden dolayı doğal sınırlar çerçevesinde devletleşememeleri, bu bölge ülkelerinin en geçmişten günümüze taşınan sorunudur. Çünkü bu olumsuz etkenler tam anlamıyla bir devlet yapısının oluşmasına engel olmuştur. Çeşitli baskıcı iktidarların Batı ya da halk isyanları sonucunda devrilmesi, bölgeyi tamamıyla istikrarsızlaştırmıştır. Bununla birlikte, bölgede birçok terörist grup ortaya çıkmıştır. Özellikle dini argümanları kullanan bu gruplar, artık bulundukları bölgelerin yanı sıra uluslararası alanda izledikleri eylemlerle aktif haldedir. Bunun neticesinde, küresel terör kavramı tartışılmaya başlanmıştır. Küreselleşmeyle beraber, teknolojinin de etkisiyle herhangi bir terör örgütü dünyanın istediği bir bölgesinde eylem yapabilmektedir. Bunun örnekleri 11 Eylül’den Fransa’da DAEŞ’in yaptığı saldırıya kadar geniş bir çerçevede gözler önüne serilmektedir. DAEŞ’in bu kapsamda özellikle Batı ülkelerine savurduğu tehditler, yeni saldırı ihtimalinin bulunduğunu düşündürmektedir. Bu sayede küresel terör, 2016’da çok konuşulacak bir diğer konudur.
Son olarak unutulmaması gereken bir nokta, ABD’deki Başkanlık seçimlerinin sonuçlarının 2016’nın trendlerini belirlemede bir unsur olacağıdır. Çünkü Cumhuriyetçilerin seçimi kazanması sonucunda, örneğin küresel terörü konuşmak yerine Müslümanları ve ABD’nin Ortadoğu’ya askeri müdahalesini konuşabiliriz.