TÜRKİYE-LİBYA MUTABAKATI VE DOĞU AKDENİZ DOĞALGAZ BORU HATTI ANLAŞMASININ DOĞU AKDENİZ JEOPOLİTİĞİNE OLASI YANSIMALARI

upa-admin 23 Haziran 2020 9.864 Okunma 0
TÜRKİYE-LİBYA MUTABAKATI VE DOĞU AKDENİZ DOĞALGAZ BORU HATTI ANLAŞMASININ DOĞU AKDENİZ JEOPOLİTİĞİNE OLASI YANSIMALARI

Özet: Tarihin her döneminde barındırdığı özelliklerden ötürü dünya siyasetinde ve sosyo-ekonomik sisteminde önemli bir yere sahip olan Doğu Akdeniz coğrafyası, özellikle 2000’li yıllarda burada keşfedilen doğalgaz kaynaklarından ötürü bu önemini her geçen gün daha da arttırmıştır. Burada özellikle İsrail, Güney Kıbrıs ve Mısır’da keşfedilen hidrokarbon kaynaklarının çıkarıldıktan sonra Avrupa piyasalarına ulaştırılması bağlamında çeşitli alternatif projeler geliştirilmektedir. Bunlar arasında, bu bölgedeki doğalgazın boru hatları ve sıvılaştırılmış doğalgaz (LNG) yoluyla taşınması gündemde ilk sıralarda yer almaktadır. Öte yandan, bölgede bulunan devletler arasında ortak bir münhasır ekonomik bölge anlaşmasının bulunmamasından ötürü, kıyıdaş devletler arasında ikili/çok taraflı anlaşmalar yapılabilmekte ve çeşitli ittifaklar teşkil edilebilmektedir. Buradan hareketle, bu çalışmada, 2019-2020 döneminde Doğu Akdeniz jeopolitiği son derece önemli gelişmeler olarak değerlendirilen Türkiye-Libya yakınlaşması ve Doğu Akdeniz Doğalgaz Boru Hattı’nın (EastMed) hayata geçirilmesine yönelik girişimlerin muhtemel yansımaları ele alınacaktır.

Anahtar Kelimeler: Doğu Akdeniz, Türkiye, Libya, Doğalgaz, East-Med Boru Hattı, Avrupa Birliği.

***********************************************************************************************************

Giriş

Doğu Akdeniz enerji jeopolitiği bağlamında son birkaç yılda baş döndürücü gelişmeler yaşanmaktadır. Bunlar arasında özellikle 2019 senesinin sonunda ve 2020 senesinin başında vuku bulan iki gelişme, yaratabileceği muhtemel neticeler açısından dikkatle ele alınmalıdır. Bunlardan ilki, Türkiye ve Libya arasında 27 Kasım 2019 tarihinde imzalanan Münhasır Ekonomik Bölge (MEB) Antlaşması ve Türkiye’nin Libya’ya asker gönderme kararıdır. Diğeri ise, 2 Ocak 2020 tarihinde İsrail-Yunanistan-Güney Kıbrıs Rum Yönetimi arasında imzalanan Doğu Akdeniz Doğalgaz Boru Hattı Antlaşması veya EastMed Anlaşması’dır. Bu çalışmada, bu iki konunun bölge jeopolitiğine yansımaları analiz edilecektir.

Türkiye-Libya Mutabakatı ve Sonrasında Yaşananlar

Bilindiği üzere, Libya, Arap Baharı sürecinden en olumsuz yönde etkilenen ülkelerden birisidir. 2011 senesinde ülkeyi 40 seneden fazla yöneten Albay Muammer Kaddafi’nin devrilmesi sonrasında, bu ülkedeki istikrarsızlık halen devam etmektedir. İlgili çerçevede ele alındığında, ülke içerisinde iki farklı hükümet bulunmaktadır. Bunlardan ilki, Fayiz es-Serrac Başbakanlığındaki Trablus merkezli Ulusal Mutabakat Hükümeti (UMH) olup, bu hükümet, Birleşmiş Milletler (BM), Türkiye, İtalya ve Katar tarafından tanınmaktadır. İkinci hükümet ise, ülkenin doğusunda General Halife Hafter komutanlığındaki Libya Ulusal Ordusu desteği yardımıyla kontrolü elinde bulunduran Tobruk merkezli hükümettir. Söz konusu ikinci hükümet de, Fransa, Rusya, Ürdün, Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) ve Suudi Arabistan’ın desteklerine sahip durumdadır. (Bianet, 2019).

Libya’daki iki hükümet

Doğu Akdeniz coğrafyasında özellikle enerji jeopolitiği bağlamında İsrail-Mısır-Yunanistan-Güney Kıbrıs Rum Yönetimi (GKRY) arasında kurulan dörtlü ittifakın en önemli hedefi, Türkiye’yi burada oyun dışı bırakarak yalnızlaştırmaktır. Bu doğrultuda faaliyetlerini her gün yoğunlaştıran söz konusu dörtlü bloka karşı, Türkiye ise, hem sert güç, hem de yumuşak güç vasıtalarından azami oranda uluslararası hukukun kendisine bahşettiği haklar çerçevesinde yararlanmaktadır. Türkiye, bu doğrultuda, kendisine bölgesel müttefikler bulma arayışında olarak ilk olarak 2011 senesinde Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti (KKTC) ile, daha sonrasında ise Kasım 2019’da Libya ile Münhasır Ekonomik Bölge (MEB) antlaşmaları imzalamak suretiyle ilgili coğrafyada haklarının muhafaza edilmesi bağlamında önemli adımlar atmıştır. Yeditepe Üniversitesi Hukuk Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Mesut Hakkı Caşın’a göre, Türkiye, mevzubahis hukuki tasarrufuyla Yunanistan-GKRY-Mısır üçlüsünün deniz hukuku genel prensipleri ve Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku Sözleşmesi’ne (UNCLOS) aykırı bir biçimde gerçekleştirmeye çalıştığı Doğu Akdeniz’de 533 deniz mili uzunluğundaki Anadolu kıyılarını ve KKTC’nin haklarını ciddi biçimde gasp eden sözde MEB hattını Batı ekseninde delerek tarihi bir başarıya imza atmıştır. Prof. Caşın, Türkiye’nin Doğu Akdeniz’de en uzun anakara kıyısına sahip olması gerçeğinden hareketle, bölgedeki kıyı projeksiyonunun adalarla kesilemeyeceğini savunarak, bu noktadaki önemli bir kazanımın Türkiye anakarasının -dünya coğrafyası üzerindeki eğimli konumundan hareket ederek- “diyagonal hatların tesis edilmesi” ilkesi doğrultusunda Akdeniz’in karşı kıyısındaki Libya sahilleriyle deniz sınır komşusu olmasının de facto olarak gerçekleştiğini vurgulamaktadır. Caşın’a göre, söz konusu gelişme ile, Türkiye, Yunanistan’ın aksine Mısır ve İsrail ile benzeri antlaşmalar akdedebilmesine olanak sağlamıştır. Bu minvalde, Caşın, Türkiye’nin Libya ile gerçekleştirdiği antlaşmayla Doğu Akdeniz’de kendini oyun dışına atacak oldubittilere (fait accompli) kesinlikle müsaade etmeyeceğini ortaya koyduğunu vurgulamıştır (Anadolu Ajansı, 2019).

Yukarıdaki çerçevede üzerinde önemle durulması gereken bir başka konu ise, Türkiye’nin meşru Libya Hükümeti’nin talebi üzerine bu ülkeye asker gönderecek olmasıdır. 26 Aralık 2019 tarihinde Türkiye ile Libya UMH arasında 27 Kasım 2019 tarihinde İstanbul’da imzalanan mutabakat paralelinde akdedilen “Güvenlik ve Askeri İşbirliği Mutabakat Muhtırası”, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan tarafından onaylanmasının ardından Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girmiştir. Mevzubahis mutabakat, aşağıdaki hususları içermektedir:

  • Türkiye, Libya’da Ani Müdahale Kuvveti kurulmasına destek verecek,
  • İki ülke ortak tatbikat ve istihbarat paylaşımında bulunacak. Kara, deniz ve hava araçları ile eğitim üsleri tahsis edilebilecek,
  • Ayrıca Ortak Savunma ve Güvenlik İş Birliği Ofisi de kurulabilecek (TRT Haber, 2019).

Bu çerçevede, Libya’nın başkenti Trablus’taki UMH de, 19 Aralık 2019 tarihinde Türkiye ile 27 Kasım 2019 günü akdedilen askeri ve güvenlik işbirliği anlaşmasını oybirliğiyle onayladığını ilan etmiştir. Böylelikle, Nisan 2019’da Trablus’a karşı bir operasyonu başlatmış olan General Halife Hafter’in silahlı güçlerine karşı mücadele veren UMH, Türkiye’den sağlanacak askeri yardımın da önünün açılmasına olanak sağlamıştır. (BBC Türkçe, 2019).Öte yandan, 4 Ocak 2020 tarihinde iki farklı idarenin bulunduğu Libya’da ülkenin doğusunda General Halife Hafter’in liderliğindeki hükümete destek veren parlamento Türkiye ile akdedilen anlaşmaları kabul etmediğini ilan etmiştir. Bu ilan paralelinde oybirliğiyle Trablus merkezli hükümetin lideri konumundaki Sarraj’ın vatana ihanetle yargı önüne çıkarılması talep edilmiştir. (DW Türkçe, 2020).

Libya-Türkiye Askeri İşbirliği Mutabakat Muhtırası

Erişim Adresi: https://www.trthaber.com/haber/dunya/libya-ile-askeri-is-birligi-mutabakati-komisyondan-gecti-446913.html, Erişim Tarihi: 9 Ocak 2020.

Libya’da Türkiye ile varılan mutabakat çerçevesinde yukarıdaki gelişmeler yaşanırken, Türkiye’de ise 2 Ocak 2020 tarihinde toplanan TBMM Genel Kurulu’nca Libya’ya asker gönderilmesine yönelik Cumhurbaşkanlığı tezkeresi yapılan oylama sonucunda 184 milletvekili ret oyuna karşı 325 oyla kabul edilmiştir. İlgili tezkerenin kullanım amaçları şu şekilde tanımlanmıştır:

  • Milli çıkarlara yönelik her türlü tehdide karşı önlem almak,
  • Libya’daki gayrimeşru grupların Türkiye’nin menfaatlerine yönelik saldırılarını bertaraf etmek,
  • Kitlesel göç gibi risklere karşı önlem almak,
  • Libya halkına insani yardımların ulaşmasını sağlamaktır (Sputnik Türkiye, 2020).

Tezkereye yönelik olarak TBMM’de yer alan partilerin tutumları şöyle özetlemek mümkündür:

AK Parti: “Türkiye’nin kültürel ve sosyal bağları olan Libya’nın yardım çağrısında bulunmaması düşünülemez. Libya’ya sağlanacak destek uluslararası hukuka uygundur. Libya’nın Kıbrıs Barış Harekâtı sırasında bize sunduğu destek unutulamaz. İki ülke halkı ortak bilinçle hareket etmiştir. Bu yardım çağrısı Türkiye’ye sorumluluklar yüklemektedir. İmzalanan deniz yetki alanlarının sınırlandırılmasına ilişkin muhtıra Türkiye’yi Antalya Körfezi’ne mahkûm etmek isteyenlere çok büyük cevaptır. Libya’nı huzuru ve istikrarı bölgenin huzuru ve istikrarıdır. O anlaşmaya destek olanların buna da destek olması gerekir. Tezkere ateşkesin sağlanmasına katkı sağlayarak çözüme katkı sağlayacaktır. Talebe olumlu yanıt verilmesi ulusal çıkarlara da uygundur. Ülkemiz bölgeyi istikrarsızlığa sürükleyecek, çıkarlarımıza halel getirecek oldu-bittilerin önüne geçecektir. Libya, sadece duygusal bağlarımızın olduğu bir coğrafya değildir.” (Milliyet, 2020)

CHP: “Rusya Hafter’i güçlü bir şekilde desteklemekte, ABD de iyi ilişkiler kurmaktadır. Bu, Trablus’taki hükümetin kırılgan bir zemin üzerinde durduğunu göstermektedir. Libya’ya asker göndermek için hukuka dayalı bir zemin yaratılmaya çalışılıyor. Bölge ülkeleriyle kapsamlı bir istişare yaptınız mı? Tunus bunun olumsuz olacağını söylüyor. İtalya, Fransa, Mısır ve Yunanistan ile bir istişare yapıldı mı? Türkiye bölgedeki diğer ülkelerin vekâlet savaşına dâhil olmamalı. Bu tezkere Anayasa’nın 92. maddesine aykırıdır. Telafisi güç durumla karşılaşmamak için, büyük devletler gibi iki tarafla da temas kurup diplomasi kanalları açık tutulmalıydı.” (Milliyet, 2020).

MHP: “Bu tezkereyle Akdeniz’de ‘mavi vatan’ımızı koruyor, haklarımızın gasp edilmesini engelliyor, kardeş ülke Libya’nın istikrarına ve bölgesel barışa katkı yapıyoruz. Masada oluşan realite, bu tezkereyle sahada da perçinlenecektir.” (Milliyet, 2020).

HDP: “Bu tezkereye net bir biçimde ‘hayır’ diyoruz. Çünkü bu tezkere, iktidarın dış siyasette muhteşem başarısızlığının ve değerli yalnızlığının bir kez daha tescil edilmesi anlamına geliyor.” (Milliyet, 2020)

Saadet Partisi: “Tezkereyi kabul etmiyoruz”. (Milliyet, 2020).

Türkiye’nin Libya’ya asker yollamasına olanak sağlayan tezkerenin kabul edilmesi söz konusu ülkedeki Hafter İttifakı ve Rusya Federasyonu’nca da tepki gösterilmiştir. Libya’da General Halife Hafter komutasındaki kuvvetlerle ittifak konumundaki doğudaki parlamentonun Başkan Yardımcısı, Türkiye’den asker talep eden Trablus merkezli Ulusal Mutabakat Hükümeti’ni “vatana ihanet” ile itham etmiştir. AFP’ye açıklama yapan Ehmayed Huma, parlamentonun ilgili meseleye yönelik olarak Cumartesi günü Bingazi’de “acil bir oturum” yapacağını ifade etmiştir. Parlamentonun Başkan Yardımcısı Huma, ilgili toplantıda, Libya’nın iç işlerine müdahale ile itham edilen Türkiye’nin “bu açık ihlalinin sonuçları” üzerinde değerlendirmelerde bulunulacağını ifade etmiştir. “Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın, kendi parlamentosunun üstüne yıktığı bu yanlış adımının “bölgede ciddi yansımaları olacak” ifadesini kullanan Huma, Libyalıları Hafter önderliğindeki Libya Ulusal Ordusu’nun safında bir araya gelmeye davet etmiştir. Libya Ulusal Ordusu’nun Twitter hesabından da yapılan açıklamada ise, Türk askerlerine yönelik silahlanılması için vatandaşlara çağrıda bulunulmuştur. İlgili açıklama çerçevesinde vatan topraklarının savunulması amacıyla harp edilmesinin halkın görevi olduğuna dikkat çekilmiştir. Rusya parlamentosunun alt kanadı Duma’nın Dış İlişkiler Komitesi Başkanı Leonid Slutskiy ise, TBMM’de kabul edilen kararın kaygılandırıcı olduğunu ifade ederek, ilgili adımın Libya’daki krizi derinleştirmek suretiyle daha da karmaşıklaştırabileceğini ve askeri müdahalenin en iyi çözüm seçeneği olmadığının altını çizmiştir. Buna karşılık olarak, Ulusal Mutabakat Hükümeti’nin İçişleri Bakanı Fethi Başağa ise, Facebook vasıtasıyla paylaştığı açıklamasında şu ifadeleri kullanmıştır: “Ulusal Mutabakat Hükümeti, meşruiyetini ve dış aktörlerce desteklenen bir grup darbecinin saldırısı altındaki sivilleri korumak için her hakka sahiptir. Türkiye ile yapılan mutabakatlar, Hafter güçlerinin paralı asker getirmek için yabancı devletlerle yaptığı anlaşmaların aksine, kanunlara uygun ve aleni şekilde imzalanmıştır.” (DW Türkçe, 2020)

Putin ve Erdoğan Libya konusunda anlaşabilecekler mi?

8 Ocak 2020 tarihinde, Rus doğalgazını önce Türkiye’ye, daha sonrasında ise Avrupa’ya taşıyacak -senede 31,5 milyar metreküp kapasiteli- Türk Akımı Doğalgaz Boru Hattı’nın resmi açılış töreni için Türkiye’de bulunan Rusya Federasyonu Devlet Başkanı Sayın Vladimir Putin, Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan ile aynı gün içerisinde iki kez görüşmüştür. Bu görüşmede ele alınan konulardan en önemlilerinden birisi ise, hâlihazırda devam eden Libya Krizi olmuştur. İki lider arasında Türk Akımı’nın resmi açılış töreninden sonra gerçekleştirilen görüşmede, bu meseleyle ilgili olarak hâlihazırdaki kritik koşullar bağlamında ve mevzubahis Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi kararlarınca ortaya koyulan amaçlar çerçevesinde girişim bulunulmaya karar verildiği ifade edilmiştir. Yine bu doğrultuda yapılan açıklamada, şu ifadelere yer verilmiştir: “Arabulucular olarak, Libya’daki tüm taraflara çatışmaları 12 Ocak günü saat 00.00 itibarıyla durdurmak, sahada istikrarın sağlanması ve Trablus ile diğer şehirlerde günlük hayatın normalleştirilmesi için gereken önlemlerle desteklenen sürdürülebilir bir ateşkes ilan etmek, Libya halkının acılarına son vermek ve ülkeye barış ve refahı yeniden getirmek için derhal bir müzakere masasının etrafında bir araya gelme çağrısında bulunuyoruz…” (Yeni Şafak, 2020)

İsrail-Güney Kıbrıs Rum Yönetimi-Yunanistan Arasında Doğu Akdeniz Doğalgaz Boru Hattı Anlaşması

Doğu Akdeniz jeopolitiği ve bunun özelinde enerji kaynaklarının çıkartılıp dünya pazarlarına sunulması bağlamında üzerinde durulması gereken diğer bir konu ise, Türkiye’nin Libya’ya asker göndermesi hakkında tezkerenin TBMM’de görüşüldüğü gün İsrail-Yunanistan-Güney Kıbrıs arasında Doğu Akdeniz Doğalgaz Boru Hattı’nın (EastMed) hayata geçirilmesine yönelik atılan imzadır. Söz konusu imzanın atılması ve buna yönelik tepkilere geçmeden önce, ilgili boru hattının birtakım temel özelliklerine yer verilmesi sonrasında yaşanan/yaşanabilecek gelişmelerin anlaşılması bakımından ehemmiyet arz etmektedir.

Güncel koşullarda ABD’nin arkasından kâğıt üzerinde ve satın alma gücü paritesi bağlamında hâlihazırda dünyanın ikinci büyük iktisadi yapılanması (16,5 trilyon Euro, toplamın % 22,8’i) ve küresel düzlemde en çok kullanılan ikinci rezerv para birimi Euro’nun (veya Avro) sahibi olan AB, enerji bakımından ise yüksek oranda dışa bağımlıdır. Tükettiği enerjinin yaklaşık % 53’ünü ithal eden Birlik, söz konusu ithalat için günlük bir milyar Euro’dan fazla harcamaktadır. AB tarafından tüketilen petrolün % 90’ı, doğalgazın % 66’sı, kömür ve diğer katı yakıtların ise %40’ı dışarıdan ithal edilmektedir. Avrupa’nın doğalgaz gereksinimi ilgili düzlemde özel bir ilgiye mazhar olmaktadır. Mevcut şartlar altında, AB’de doğalgaz, enerji sarfiyatının % 24’üne ve elektrik üretimi için sarf edilen temel enerjinin % 20’sine denktir. Avrupa’da doğalgazın pazar payında önümüzdeki senelerde yükseliş yaşanması öngörülmektedir. 2030 senesinde doğalgazda dış alıma bağımlılığının % 84’e, petrolde bağımlılığının ise % 93’e yükseleceği tahmin edilmektedir. Birlik’in doğalgaz dış alımının % 30’u Rusya tarafından tedarik edilmektedir. 2030 senesinde Avrupa’nın doğalgaz dış alımının % 80’e erişeceği öngörülmekte olup, bütün dış alımın yüzde 85’lik kısmının Rusya tarafından karşılanacağı tahmininde bulunulmaktadır. Üye ülkelerden bazıları sadece bir tedarikçiye bağımlı olarak enerji güvenliklerini sağlama stratejileri yürütürken, bunların içerisinde özellikle doğalgazda Rusya’ya bütünüyle bağımlı ülkeler de bulunmaktadır. Birlik’in enerjideki bağımlılık oranı % 55’tir. Üye devletlerin yüksek bağımlılık oranları, enerji ithalatında vuku bulabilecek siyasi ve ticari uyuşmazlıklarda ya da altyapı yoksunluğundan dolayı vuku bulabilecek sorunlar mevzubahis ülkeleri savunmasız yapabilmektedir (Kısacık & Erenel, 2019, ss. 53-54).

AB’nin enerji güvenliği bağlamında Doğu Akdeniz Bölgesi, 2000’li yıllardan bu yana hem bölge içi, hem de bölge dışı düzlemlerde bulunan doğalgaz rezervlerinden dolayı yakından izlenen bir yer olagelmiştir. 2000’li senelerde Moskova-Kiev (Rusya-Ukrayna) arasındaki anlaşmazlıklardan dolayı enerji tedarik güvenliği meselesinde kaygılar tecrübe eden Brüksel, yeni doğalgaz tedarik kaynağı hususunda dikkatini Doğu Akdeniz’de gerçekleştirilen keşiflere yöneltmiş ve buradan elde edilecek kaynakların farklı yollar kullanılarak kendisine taşınmasına yönelik projelere öncelik atfetmiştir. AB, kendi enerji tedarikçilerini ve güzergâhlarını farklılaştırmak amacına dönük olarak Avrupa’nın güney bölgesinde bir Akdeniz Terminali tesis etme niyetindedir. Bu niyet kapsamında, AB, Kuzey Afrikalı ve Doğu Akdenizli ortakları ile politik düzlemde proaktif bir enerji diyalogu gerçekleştirmektedir. Cezayir’in hem konvansiyonel, hem de konvansiyonel olmayan gaz kaynaklarından ötürü büyük potansiyelini dikkate almaya ilaveten, Doğu Akdeniz’deki yeni doğalgaz kaynakları ve Akdeniz Bölgesi’nde altyapı geliştirme planları, AB’ye doğalgaz tedariki bağlamında önemli bir kaynak ve güzergâh görevi görebilir. İlgili çerçevede, AB’nin, Akdeniz içindeki bir alt bölge olarak Doğu Akdeniz’e yönelik ilgisi, bölgede yakın bir zamanda doğalgazın bulunmasından sonra yükseliş kaydetmiştir. Nihayetinde, AB’nin kendi üyelerinden birçoğunu kapsayarak ortaya koyduğu tek bütünleştirici girişimin genelde doğalgaz konusunda olduğu açıkça anlaşılmaktadır. İlgili durum, AB’nin bu alt bölgede diğer birtakım menfaatlerinin bulunmadığı manasında değildir ancak mevzubahis menfaatler “Avrupa-Akdeniz Ortaklığı”, “Avrupa Komşuluk Politikası” (ENP) ve “Akdeniz için Birlik”in içerisinde bulunduğu tüm Akdeniz girişimleri kapsamında geliştirilmiştir. Diğer bir ifadeyle, AB’nin Doğu Akdeniz Bölgesi’ndeki girişimleri iki unsurdan oluşmaktadır ki; bunlardan ilki bütüncül bir çerçevede Akdeniz boyunca yapılanlar ve ikincisi ise özellikle Doğu Akdeniz çerçevesinde doğalgaz tedarikini dönük olarak geliştirilenlerdir (Kısacık & Erenel, 2019, s. 54).

Doğu Akdeniz çerçevesinde doğalgaz kaynağı açısından önde gelen ülkeler; İsrail (900 milyar metreküp), Güney Kıbrıs (140 milyar metreküp), Mısır (850 milyar metreküp) ve Lübnan’dır (takriben 750 milyar metreküp). İlgili rezervlerin ivedi şekilde Avrupa pazarına iletimini içeren projelerden ilki; Kıbrıs’ı Yunanistan ile Girit Adası vasıtasıyla bağlaması planlanan Doğu Akdeniz Boru Hattı Projesi’dir (EastMed). Yunanistan Devlet Doğalgaz Şirketi’nce (DEPA) teklif edilen ve AB tarafından Ortak Çıkar Projeleri Listesi’nin içerisine dâhil edilen ilgili projenin yılda 8 milyar metreküp kapasiteye sahip bulunması planlanmıştır. Adı geçen hattın finansmanı Birlik’in 2014-2020 seneleri arasında geçerli olacak “Avrupa Tesislerini Birleştirme-Connecting Europe Facility (CEP)” girişiminden sağlanacak olup 5,35 milyar dolarlık bir bütçesi bulunmaktadır. “AB Ortak Çıkar Projeleri Listesi ve Avrupa Tesislerini / Altyapısını Birleştirme Programları”; Birlik ve Güney Doğu Avrupa Ülkeleri arasında müşterek sahalar tesis etmeyi hedeflemektedir. Alex Lagakos ve Evripidis Tsakiridis tarafından ifade edildiği gibi, bahse konu hattın 8 milyar metreküplük kapasitesi Avrupa’nın gereksiniminin çok ufak bir bölümüne cevap verebilecektir ki, Avrupa’nın senelik doğalgaz gereksinimi 409 milyar metreküptür. Bundan dolayı, AB, bu boru hattını Avrupa’nın tamamına değil, yalnızca Güney Doğu Avrupa ülkelerinin doğalgaz gereksinimlerinin karşılanmasına ayırmış olacaktır. Böylece, bir taraftan GKRY ve Yunanistan’ı Birlik üyeleri olarak desteklemek suretiyle bu iki ülkenin Rus doğalgazlarına olan bağımlılıklarını düşürmeyi hedeflemekte, öte taraftan da Rusya’ya Kırım ve dünyanın diğer bölgelerinde AB ile karşıt politikalar takip etmesi halinde kaybeden taraf olacağı mesajını iletmektedir. Takriben 750 milyar metreküp kapasiteli olduğu düşünülen ve önümüzdeki senelerde muhtemelen bulunacak Lübnan doğalgazına ilaveten, İsrail ve Kıbrıs rezervlerinin de iletimini hedefleyen girişimin önünde en önemli engelleri teknik zorluk, siyasî riskler ve yüksek maliyet teşkil etmektedir (Kısacık & Erenel, 2019, ss. 54-55).

Yukarıda bahsedilen bu boru hattın devreye alınmasıyla ilgili olarak 2 Ocak 2020 tarihinde Yunanistan, İsrail ve Güney Kıbrıs arasında EastMed olarak adlandırılan Doğu Akdeniz Doğalgaz Boru Hattı’nın yapımına yönelik olarak inşası için 6 milyar dolar tutarında bir anlaşma akdedilmiştir. Türkiye’nin Doğu Akdeniz’deki proaktif girişimleri, Türkiye’yi devre dışı bırakan politikaların hız kazanması ile neticelenmiştir. Yunanistan, İsrail ve Güney Kıbrıs, daha evvel ilan ettikleri gibi Atina’da bir araya gelerek, Doğu Akdeniz doğalgazının Avrupa’ya Akdeniz altından inşa edilecek boru hattı kanalıyla taşınmasına yönelik olarak 6 milyar dolar tutarında bir anlaşmaya imza atmışlardır. Bu anlaşmanın önümüzdeki bir zaman zarfı içerisinde İtalya tarafından da imza konulması suretiyle nihayete erdirilmesi öngörülmektedir. Bu hattın senelik kapasitesinin 20 milyar metreküp olacağı öngörülmektedir. Takriben 2.000 kilometre uzunluğunda olması öngörülen EastMed boru hattının Avrupa Birliği’nin doğalgaz gereksiniminin yüzde 10’unu karşılamak suretiyle Birlik’in Rusya’ya olan enerji bağımlılığını bir nebze olsun düşürmesi planlanmaktadır. Yunanistan Başbakanı Kiryakos Miçotakis, imza töreni ertesi verdiği beyanatta, üç ülke arasındaki enerji ittifakının hiçbir ülkeyi tehdit etme amacının bulunmadığını ve her ülkenin iştirakine açık olduğunu işaret ederek şuna dikkati çekmiştir: “Bu işbirliğine katılacak ülkelere koşulan tek şart, iyi komşuluk ilkelerine ve uluslararası hukuk kurallarına saygılı olmalardır.” İsrail Başbakanı Benyamin Netanyahu ise, üç ülke arasında enerji konusundaki işbirliğinin bölgesel barışa ek olarak ve istikrarın da garantisi olduğunun altını çizmiştir. (Enerji Günlüğü, 2020).

Poseidon, IGB ve East-Med Boru Hatları

Erişim Adresi: https://www.maritime-executive.com/article/greece-cyprus-and-israel-sign-trans-mediterranean-gas-pipeline-deal, Erişim Tarihi: 9 Ocak 2020.

İsrail-Güney Kıbrıs-Yunanistan üçlüsü arasında imzalanan bu anlaşmaya, Türkiye Cumhuriyeti tarafındansa çok sert bir tepki gösterilmiştir. T.C. Dışişleri Bakanlığı tarafından yapılan açıklamada, imzalanan bu anlaşmanın Doğu Akdeniz Bölgesi’nde Türkiye’yi ve KKTC’yi devre dışı bırakmayı amaçlayan beyhude girişimlerin bir örneği olduğu ifade edilerek, bu bölgede en uzun kıyı şeridine sahip Türkiye’yi ve Kıbrıs Adası’nın doğal kaynaklarında eşit haklara sahip Kıbrıs Türklerini dikkate almayan projelerin başarılı olamayacağı vurgulanmıştır. Yine bu açıklamada, ilgili gerçekliğin bir kez daha hatırlatılması ihtiyacı doğmasından hareketle, Doğu Akdeniz’de konuşlu doğal kaynakların ticarileştirilmesinde ve aralarında Türkiye’nin bulunduğu Avrupa’daki tüketim piyasalarına sunumda en iktisadi ve güvenli güzergâhın Türkiye olduğuna dikkat çekilmiştir. Bu kapsamda, hem Türkiye’ye, hem de Kıbrıs Türklerine işbirliği yollarının kapatılmasının esasında birtakım ülkelerin işbirliğinden daha ziyade kısır politik hesaplar içerisinde olduğu açıkça gösterdiğini değerlendiren açıklamada, bu tarz kirli girişimlerin geçmişte olduğu üzere gelecekte de başarı şansının bulunamayacağı projenin taraflarına bir kez daha hatırlatılmıştır  (Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanlığı, 2020).

Benzer bir vurgulama, 8 Ocak 2020 tarihinde gerçekleştirilen Türk Akımı Doğalgaz Boru Hattı’nın resmi açılış töreni münasebetiyle bir konuşma yapan Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından da ortaya koyulmuştur. Erdoğan, Türkiye’nin Doğu Akdeniz’deki amacının bölgesel gerilim olmadığı ve burada gerçekleştirilen hidrokarbon arama faaliyetlerinin biricik amacının ülkemizin ve KKTC’nin çıkarlarının muhafazası olduğuna işaret etmiştir. Erdoğan, Doğu Akdeniz coğrafyasında Türkiye’nin devre dışı bırakıldığı hiçbir projenin iktisadi, hukuki ve diplomatik açılardan hayata geçme şansının bulunmadığını vurgulayarak, Akdeniz’deki en uzun sahil şeridine sahip Türkiye’nin burayla alakalı her çeşit projede doğal olarak söz söyleme hakkının olacağını ifade etmiştir. Bu minvalde, Cumhurbaşkanı Erdoğan, geçmişten günümüze medeniyetlere beşiklik yapan Akdeniz’i çatışma yerine işbirliği havzasına dönüştürme çağrısında bulunarak, Türkiye’ye bir adım yaklaşanlara çok daha fazlasıyla gitmeye hazır olunduğuna dikkati çekmiştir. Bu kapsamda, Erdoğan, Türkiye’nin karşılıklı saygı ve hakkaniyet temelinde her çeşit işbirliğine hazır olduğunun altını çizerek, ülke olarak muhataplarımızdan beklentimizin ülkemizce uzatılan bu samimi işbirliği elini geri çevirmemeleri olduğunu sözlerine eklemiştir (Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanlığı, 2020).

Doğu Akdeniz, Trans-Adriyatik ve Türk Akımı Doğal Gaz Boru Hatları

Erişim Adresi: https://www.yenisafak.com/ekonomi/iea-baskani-birol-dogalgaz-fiyatlari-dusebilir-3452695, Erişim Tarihi: 9 Ocak 2020.

Türkiye Büyük Millet Meclisi’nden (TBMM) geçen Libya tezkeresine Avrupa Birliği’nden (AB) de tepki gelmiştir. AB sözcüsü tarafından yapılan açıklamada, Türkiye’nin Libya’ya asker gönderme kararının yarattığı “endişe“ye vurgu yapılmıştır. Açıklamada, “Libya krizinin askeri çözümü yoktur. Çatışan tarafları desteklemek, bu ülkeyi ve bölgeyi daha da istikrarsızlaştırmaktan başka bir sonuç vermeyecektir.” ifadelerine yer verilmiştir. AB sözcüsü, tüm uluslararası ortakların, Birleşmiş Milletler’in (BM) Libya’ya yönelik silah ambargosuna “tam olarak uyması” ve BM Özel Temsilcisi Ghassan Salame’nin çabalarına destek vermesi gerektiği belirtilmiştir. Açıklamada, AB’nin, Libya’da etkili bir ateşkese varılması ve siyasi müzakerelere yeniden başlanmasını sağlayacak adımlara destek vermeyi sürdüreceği de belirtilmiştir. BM Güvenlik Konseyi, Şubat 2011’de Libya’ya silah ve askeri teçhizat tedarikini yasaklayan bir karar almıştır. Bu karar, Haziran 2019’da BM Güvenlik Konseyi tarafından bir yıl daha uzatılmıştır. Türkiye’nin Libya’daki Ulusal Mutabakat Hükümeti’ne destek için bu ülkeye asker göndermesine imkân tanıyan tezkereyle ilgili ABD ve Rusya da uyarıda bulunmuştur. Tezkereyi kınayan Mısır ise, Türkiye’nin bu hamlesinin BM kararlarını ihlal ettiğini iddia etmiştir (DW Türkçe, 2020). Mısır’daki Sisi rejimi, Libya’daki Müslüman Kardeşler çıkışlı Sarrac hükümetine ideolojik olarak da hasım olduğu için, geçtiğimiz gün Libya konusunda Türkiye ile yaşanabilecek bir askeri çatışmadan bile söz etmiştir.

Kimilerine göre ise, Libya’da geride bıraktığımız yüzyıldakine benzer olmasa bile, yine Fransızlar tarafından yönetilen bir tür ‘Cezayirlileşme’ süreci işlemektedir. Tesadüf bu kadar olur ve ilginçtir ki, Libya’ya 2011 yılındaki askeri müdahalenin başında yine Fransa ve o dönemin Fransız Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy vardı. Şimdi ise Libya’nın çok taraflı işgalinde yine Fransa öncü olmaktadır ve Fransa’nın başında bu defa Emmanuel Macron vardır. Bir bilinmeyenli denklem değil, çok bilinmeyenli denklem olan Libya’da, Fransa, Rusya, BAE, Mısır, Suudi Arabistan ve ABD (zımni) Hafter güçlerini desteklemektedir. Türkiye ise, uluslararası hukuktan doğan hakları ve meşru antlaşmalar çerçevesinde, merkezi Trablus’ta olan Ulusal Mutabakat Hükümeti’ni (UMH) desteklemektedir. Asıl trajikomik olan ise, UMH’yi Birleşmiş Milletler (BM) olmak üzere AB gibi uluslararası kurumların meşru ve kabul görmesidir.

Türkiye ile Libya’da BM’nin tanıdığı ulusal mutabakat hükümeti arasında deniz yetki alanlarını sınırlandırma anlaşması, 27 Kasım 2019’da İstanbul’da imzalanmıştır. Anlaşmanın hukuki temeli, 1982 tarihli BM Deniz Hukuku Sözleşmesi’ne (UNCLOS) dayanmaktadır. Deniz Hukuku Sözleşmesi’nin 74. ve 83. maddelerinde “sahilleri bitişik veya karşı karşıya olan devletler arasında münhasır ekonomik bölgenin sınırlandırılmasının bir anlaşma ile olacağı” kayıt altına alınmıştır. Türkiye ile Libya arasında imzalanan anlaşmayla, Akdeniz’de, Türkiye’nin uluslararası hukuktan kaynaklanan egemenlik alanı 186.000 kilometrekare olarak belirlenmiştir. Böylece, Yunanistan ile Mısır ve Yunanistan ile GKRY arasında münhasır ekonomik bölge belirleme anlaşmalarının yapılması ihtimali ortadan kalkmıştır. Anılan taraflar arasında imzalanması öngörülen münhasır ekonomik bölgenin taslak çalışması, “Seville haritası” olarak bilinmektedir. Bu haritada, Türkiye’nin Akdeniz’deki münhasır egemenlik alanı 41.000 kilometrekare ile sınırlandırılmış ve Türkiye adeta kıyı şeridine hapsedilmiştir. Libya ile Türkiye arasında imzalanan ikinci metin, Güvenlik ve Askeri İşbirliği Anlaşması adını taşımaktadır. Bu anlaşma mucibince, Türkiye, talep edilmesi halinde Libya’daki meşru hükümete askeri eğitim verecek, harp araç ve gereçleri konusunda teknik destek de sağlayabilecektir (Ülger, 2020).

İki ülke Dışişleri Bakanları Luigi Di Maio ve Nikos Dendias MEB anlaşmasını imzalıyorlar

11 Haziran 2020 tarihi itibariyle Akdeniz’e sınırı bulunan iki AB üyesi olan İtalya ve Yunanistan arasında da bir Münhasır Ekonomik Bölge (MEB) Anlaşması imzalanmıştır. Türkiye ile Trablus merkezli Libya Ulusal Mutabakat Hükümeti (UMH) arasında akdedilen anlaşmayla benzerlik arz eden bu mutabakat, Roma-Atina arasındaki kıta sahanlığı hakkında 1977’de imza konulan anlaşmanın aslında bir nevi devamıdır. Fakat anlaşmanın Türkiye ve Yunanistan arasındaki ilişkilerin yüksek tansiyonlu olduğu bir zamanda yapılması gözden kaçmamaktadır. Atina’nın bunun gibi bir anlaşmayı Arnavutluk’la da imzalayabileceği ifade edilmiştir. Diplomatik çevrelere göre, Yunanistan’ın Mısır’a da buna benzer bir teklif yapabileceği düşünülmektedir (Euronews, 2020). Söz konusu anlaşmanın maddeleri şu şekildedir:

  • İlk aşamada iki ülke arasında MEB anlaşması imzalanacak,
  • Daha sonra taraflar arasında İtalyan balıkçıların Yunan kara sularındaki faaliyetlerinin devam etmesini güvence altına alacak ek bir sözleşme imzalanacak,
  • Ardında da Yunanistan’ın İyon Denizi’nde kara sularını 12 mile çıkarması durumunda İtalyan balıkçıların endişelerini karşılayacak bir tasarı Atina ve Roma tarafından ortaklaşa hazırlanarak Avrupa Konseyi’ne sunulacak. (Euronews, 2020)

İmza töreninin ertesinde bir açıklama yaparak ve Ankara ile Trablus arasında akdedilen anlaşmaya atfen, Yunanistan Dışişleri Bakanı Nikos Dendias, “Deniz bölgelerinin belirlenmesi geçerli anlaşmalarla başarılır, Türkiye ve Libya tarafından imzalananlar gibi geçersiz, dayanaksız ve tek taraflı olarak Birleşmiş Milletler’e sunulan haritalarla ve koordinatlarla değil” ifadelerini kullanmıştır (Euronews, 2020). Söz konusu anlaşmayla ilgili üç farklı analize yer verilmesi konunun öneminin daha iyi anlaşılmasına yardımcı olacaktır. Maltepe Üniversitesi Öğretim Üyesi Profesör Hasan Ünal’a göre, Libya Anlaşması ile Türkiye’nin tezleri kıyıdaş bir devlet tarafından kabul edilmiştir. Söz konusu girişim ile Kıbrıslı Rumlar ve Yunanistan liderliğinde Türkiye’ye karşı oluşturulan de facto durumun ve Doğu Akdeniz Doğalgaz Boru Hattı Projesi’nin önünün kapatıldığına dikkat çeken Ünal, Ankara’nın burada oyun kurucu bir pozisyona ulaşabilmesi için mevzubahis anlaşmanın benzerlerini Tel-Aviv, Beyrut ve Şam ile gerçekleştirmek suretiyle kazanımlarını güçlendirmesi gerekliliğini vurgulamaktadır. Ünal, Türkiye’nin Mısır ve İsrail ile normalleştirme girişimlerine karşın, bu yönde adım atmama politikasının onu bölgedeki mücadele bağlamında mühim bir enerji kaybına zorladığı ve burada yapılması gerekli olan girişimin Yunanistan’ı bu coğrafyada izole etmek suretiyle Atina’nın elinden güdümleme gücünü almak olduğunu vurgulamaktadır (Sputnik Türkiye, 2020).

Yunanistan uzmanı İtalyan gazeteci Francesco De Palo’ya göre, söz konusu anlaşma ile İtalya kendisini bir aktör olarak sunmayı amaçlamaktadır. De Palo, burada Türkiye’nin konumu irdelendiğinde herhangi bir kimseye yönelik ya da herhangi birisiyle koalisyon kurulmasının amaçlanmadığına dikkat çekerek, Roma’nın enerji açısından ne yazık ki çok ileri görüşlü bir yer olmadığını ve 2 yıl boyunca akıllıca temaslar gerçekleştirip görüşmeler yapan ve politik ortaklıklar oluşturan Atina’nın Roma’yı geride bıraktığına dikkat çekmektedir (Sputnik Türkiye, 2020). Atina Panteon Üniversitesi’nden Prof. Kostas İfantis ie, Atina ve Roma arasında imzalanan anlaşmanın Türkiye’nin Doğu Akdeniz’deki girişimlerine ve ivedi olarak da Akdeniz’de yetki alanlarının sınırlandırılmasına yönelik Türkiye-Libya anlaşmasına yönelik bir denge unsuru teşkil edeceğini düşünmektedir. İfantis, Yunanistan açısından İtalya ile anlaşma yapıldıktan sonraki temel meselenin Arnavutluk’la fakat daha evvelinde Mısır’la görüşmelerin bir an önce nihayete erdirilmesi olduğunu vurgulayarak, Arnavutluk açısından AB’ye katılma bağlamında Türkiye’den daha ziyade Yunanistan’a gereksinimi olduğuna işaret etmektedir (Sputnik Türkiye, 2020).

Libya’ya giden Türk heyeti

Öte yandan, bu bağlamda 17 Haziran 2020 günü itibariyle Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, Hazine ve Maliye Bakanı Berat Albayrak, Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın ve MİT Başkanı Hakan Fidan tarafından Libya’ya bir ziyarette bulunulmuştur. Bu ziyaret esnasında, Türk heyetince, Trablus ziyaret edilmiş ve Libya’daki ilgili muhataplar ile hem politik, hem de iktisadi irtibatların geliştirilmesi mevzularının üzerinde durulmuştur. Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu tarafından yapılan açıklamada, bu ziyaretin amacının Türkiye’nin Libya’ya her alanda olan güçlü desteğini bir kez daha göstermek olduğu vurgulanmıştır. Buna ilaveten, aralarında enerjinin de bulunduğu çeşitli konularda nasıl işbirlikleri geliştirilebileceği ve güçlendirilebileceğinin üzerinde de durulduğunu vurgulayan Çavuşoğlu, ilgili seyahatin her iki taraf açısından son derece faydalı olduğunun altını çizmiştir (Milliyet, 2020).

İki ülke Dışişleri Bakanları Luigi Di Maio ve Mevlüt Çavuşoğlu

19 Haziran 2020 günü İtalyan mevkidaşı Luigi Di Maio ile bir görüşme gerçekleştiren T.C. Dışişleri Bakanı Mevlüt Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, Doğu Akdeniz’de yaşanan güncel gelişmelerle ilgili bazı değerlendirmelerde bulunmuştur. Çavuşoğlu’na göre, Doğu Akdeniz’de Türkiye’yi devre dışı bırakma girişimlerinin bir sonucu olarak henüz bir işbirliği söz konusu değildir. Çavuşoğlu, burada Türkiye’nin hem münhasır haklarını, hem de Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin haklarını muhafaza etmek bağlamında birtakım girişimlerde bulunma zorunluluğuna işaret etmiştir. Buna ilaveten, Çavuşoğlu, ilgili çerçevede herkesle işbirliği yapmaya hazır olduğumuzu aralarında Yunanistan’ın da bulunduğu diğer ülkelere ilettiklerini ifade etmiştir. Bu minvalde, İtalya’yı her zaman dengeli, adaletli ve nesnel bir tutum içerisinde olarak arabuluculuk yapan bir ülke şeklinde kıymetlendirdiklerine dikkat çeken Çavuşoğlu, Roma ve Atina arasında akdedilen anlaşmayı bölge açısından mühim bulduklarına dikkat çekmiştir. Çavuşoğlu tarafından burada vurgulanan bir husus ise, meselelerin diyalogla çözüme kavuşturulabileceğine ilaveten, Türkiye’yi devre dışı bırakma girişimlerine karşı durmasıdır. Çavuşoğlu, Yunanistan’ın da Türkiye’ye benzer tutumla yaklaşmasını istediklerini ve bununla ilgili olarak önümüzdeki dönemde de görüş alışverişinin sürdürüleceğine işaret etmiştir (Aydınlık, 2020). İtalya Dışişleri Bakanı Luigi Di Maio ise, basın toplantısında, Libya konusunda çalışılması gerektiği ve çatışmanın sona erdirilmesi için her iki tarafın da devamlı silah yığınağı yapmasının engellenmesi ve de alanda paralı askerlerin bulunmamasının sona erdirilmesine dikkat çekmiştir. Di Maio, AB bakımından artık Libya’nın bir güvenlik meydan okumaması için siyasi çözümün gerekli olduğu ve bu minvalde BM liderliğindeki barış sürecini desteklediklerinin altını çizmiştir. Buna ilaveten, Di Maio, Türkiye’nin göç konusunda çok mühim çaba ortaya koyduğunu belirterek, Ankara ve Roma’nın kendileriyle yakından alakalı her konuda sürekli olarak ortaklığın gerekliliğini yerine getirdiklerine işaret etmiştir. İtalya’nın burada kendisine düşen sorumluluğu yerine getireceğini vurgulayan Di Maio, Türkiye ve Güney Kıbrıs arasında yeniden güvenlik ve istikrar tesisi açısından yapıcı bir diyalog gerekliliğinden bahsetmiştir. Son olarak, Di Maio, böylelikle sürdürülebilirliğin ve dengenin sağlanabileceği müteakiben söz konusu durumun herkes açısından yarar getirebileceği hususun altını çizmiştir (Aydınlık, 2020).

Genel Değerlendirme ve Sonuç

Doğu Akdeniz bölgesinde özellikle 2000’li yıllarda keşfedilen doğalgaz kaynakları, hem bölge devletlerinin, hem de bölge dışı devletlerin yakından takip ettiği ve buna yönelik kapsamlı stratejiler geliştirdiği bir konu olagelmiştir. Bu minvalde, Doğu Akdeniz’e kıyısı bulunan ülkeler arasında uzlaşmaya varılmış bir Münhasır Ekonomik Bölge Anlaşması’nın (MEB) bulunmamasından ötürü, taraflar, kendi girişimleri neticesinde birtakım faaliyetler içerisinde bulunmuşlardır. Söz konusu durum, bölgedeki taraf ülkeler arasında zaten var olan gerginliklere yeni boyutlar eklemiştir.

İsrail-Güney Kıbrıs Rum Yönetimi-Mısır-Yunanistan tarafından kendi aralarında Türkiye’yi bölgedeki büyük jeostratejik ve jeopolitik oyunda devre dışı bırakmaya yönelik adımlar, özellikle son yıllarda gittikçe hız kazanmıştır. Buradaki doğalgaz kaynaklarının Türkiye harici alternatifler yoluyla Batı ülkelerinin piyasalarına taşınmasına yönelik girişimler bu dörtlü tarafından son dönemlerde daha sıklıkla gündeme getirilmiştir. Bu girişimler arasında en çok ön plana çıkan seçeneklerin başında Doğu Akdeniz Doğalgaz Boru Hattı (EastMed) gelmektedir. Ancak bu boru hattının hayata geçirilmesinin önünde bazı ekonomik ve siyasi engeller bulunmaktadır. Türkiye, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti (KKTC) ve Libya, ilgili girişime karşı bir müttefiklik ilişkisi içerisindedirler. Türkiye, bu kapsamda bölgede hem kendisinin, hem de KKTC’nin çıkarlarını uluslararası hukuk çerçevesinde tüm güç unsurlarını kullanmak suretiyle koruyacağını her fırsatta çok kararlı bir biçimde haklı olarak gündeme getirmektedir. Türkiye-Libya Münhasır Ekonomik Bölge Anlaşması ve bunun paralelinde güvenlik ve işbirliği mutabakatını bu kapsamda değerlendirmemiz mümkündür. Doğal olarak, Türkiye’nin ilgili girişiminden zarar görecek ülkeler buna şiddetli bir biçimde muhalefet etmektedirler/edeceklerdir. Öte yandan, konunun ilgili uzmanlarınca yapılan analizlerde, Doğu Akdeniz doğalgazının Avrupa’ya taşınması için en ekonomik, kârlı ve akılcı seçeneğin Türkiye üzerinden bir boru hattı döşenmesi olduğu açıkça görülmektedir. Doğu Akdeniz Boru Hattı ve sıvılaştırılmış doğalgaz (LNG) yöntemiyle taşımanın yüksek maliyetli ve düşük getirili oldukları yönünde ciddi analizlerde bulunmaktadır.

Sonuç olarak, Doğu Akdeniz Bölgesi’nde enerji jeopolitiği paralelinde yaşanan Türkiye-Libya Mutabakatı ve Doğu Akdeniz Doğalgaz Boru Hattı Anlaşması gibi oyun değiştirici girişimlerin benzerlerinin önümüzdeki kısa ve orta vadeli dönemde de yaşanabileceğini düşünmekteyim. Öte yandan, taraf ülkeler arasındaki ciddi uzlaşmazlıkların bölgedeki doğalgazın ticarileştirilmesi önündeki en büyük engellerden birisi olduğu gerçeği de hiçbir zaman için unutulmamalıdır. Bölgenin Orta Doğu’da yaşanan gerginliklerin merkezlerine çok yakın bir yerde konumlanması, buradaki jeopolitik ve jeostratejik gerginliklerden çok yakından etkilendiğini/etkilenebileceğini de her zaman hatırda tutmak gerekmektedir. Nitekim ABD-İran arasında yaşanan son gerginlik de bu anlamda yakından takip altında tutulan/tutulacak bir gelişmedir. Kısacası, son tahlilde, Doğu Akdeniz’de sular önümüzdeki kısa ve orta vadede bölgede yaşanan/yaşanabilecek jeopolitik ve de jeostratejik gerginliklerden ötürü çok daha fazla ısınacaktır. Tarafların burada nasıl bir tavır takınacağı önümüzdeki yıllarda hem bölgenin geleceğinde, hem de bölgedeki doğalgazın ticarileştirilmesi bağlamında ana belirleyici bir unsur olacaktır.

Dr. Sina KISACIK

 

KAYNAKÇA

Leave A Response »

Time limit is exhausted. Please reload the CAPTCHA.