SURİYE TİYATROSU’NDA YENİ GÖSTERİ!

upa-admin 14 Nisan 2018 2.760 Okunma 0
SURİYE TİYATROSU’NDA YENİ GÖSTERİ!

14 Nisan sabahı 04:00’da ABD-Britanya ve Fransa hava güçlerinin Suriye’nin başkenti Şam’ın yakınlarında, kimyasal silah üretildiğini iddia ettikleri tesisleri vurmaları, bu arada Doğu Akdeniz’deki Tomahawk dolu gemilerden yapılan saldırılar, ortada yeni olmayan ve kabak tadı veren bir manzarayı tekrar ettirdi. ABD, daha önce de Tomahawk’larla Suriye’yi vurmuştu.

2011 Mart’ından beri karıştırılan Suriye’de, ABD’nin en çok endişelendiği, nihai sonuçta istediği tabloyu görememesi; yani Esad’ın hala ayakta kalması ve Rusya ve İran’ın -Suriye’de kronikleşen askeri varlıklarıyla-, Ortadoğu’daki dengelerde gün geçtikçe inisiyatif kaybetmesidir. Suriye kaosu 8. yılına girer ve Esad hala iktidarını sürdürürken, ülkenin kuzeydoğusunda PKK/PYD, Şam’dan Lazkiye’ye ve oradan Halep’e uzanan  derinlikte Esad yönetimi, Hatay’ın güneyindeki İdlib bölgesinde rejim muhalifi muhtelif unsurlar, kuzeybatısında ise Afrin-Fırat Kalkanı hattında Türkiye’nin kontrolünde ÖSO varlığı sürmektedir. Söz konusu karmaşık tabloda, ABD Başkanı Trump’ın iddiasıyla Obama döneminde ABD’nin kurdurduğu ileri sürülen IŞİD hızla büyür ve hızla çökerken, ABD, Suriye içindeki siyasalarını sözde IŞİD’e karşı mücadele eden PKK/PYD’ye dayandırmaktadır. Ne var ki, Esad’ın Rusya-İran koalisyonuyla konumunu güçlendirmesi,  ABD açısından bir “imaj problemi” yaratmaktadır. “İmaj problemi” sözünü özellikle kullandım. Her gün ekranlarımızda boy gösteren askeri ve sosyolojik değerlendirmeleri eşzamanlı ifade eden “uzmanlar” gibi, işin savunma yönünü irdelemek, yüzeysel bir çerçevede kalabilir. Ancak “imaj”dan yola çıkarak, bu atakların, iletişim ve siyaset psikolojisi bağlamında ele almak gerekmektedir.

Batı koalisyonunun vurma gerekçesi, Doğu Guta’da Esad güçlerinin muhalif unsurlara karşı kimyasal silah kullandığı savına dayandırıldı. Aklıma nedense Kıbrıs geldi… 1956 Süveyş Krizi’nde Britanya ve Fransa, Kıbrıs’taki Britanya üslerinden kalkan uçaklarla Mısır’ı vurmuşlardı. Şimdi de çok farklı bir operasyonda, ABD liderliğinde Suriye’yi yine Kıbrıs’taki üslerden bilmem kaçıncı kez vurdular. Kıbrıs’ta “çözüm” diye tutturan Batı vesayetindeki tatlı su sosyalistleri acaba bu duruma ne diyorlar, gerçekten de merak ettim. Yakın geçmişe  dönersek, Britanya ve Fransa, ABD’nin zayıf desteğiyle, NATO şemsiyesinde, 2011 sonrası Libya’yı da vurmuşlar, Kaddafi’yi devirmişler ve Libya’yı “devletsiz” bırakmışlardı. Bugün Rusya ve İran’dan dolayı Suriye’yi “devletsiz”leştiremiyorlar. Bununla birlikte, Suriye’yi fiilen böldüler ve farklı nüfuz alanlarına parsellediler.

Ellerinde cetvelle haritaları ve askeri harekatları iştahla anlatan ekran yüzleri, bu tür çözümlemeleri pek ifade etmeseler de, Suriye tiyatrosundaki 14 Nisan 2018 temsilinde, “kanlı tiyatro”, artık eski inandırıcılığını da yitirmiş durumda gözüküyor. Türk Dış Politikası ise, son Batı operasyonunda oldukça sıkıntılı bir zeminde sınav vermektedir.  Türkiye’de gerçekleşen son zirvede, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ve İran lideri Hasan Ruhani, önemli bir poz vermişlerdi. 15 Temmuz 2016’dan sonra yoğunlaşan, “uçak krizi”ni aşan Türkiye-Rusya ilişkilerinde, son saldırıyla birlikte çelişkiler gün yüzüne çıkmıştır. Türkiye, 2016 sonbaharında başlattığı Fırat Kalkanı harekatıyla ABD vesayetindeki PKK/PYD koridorunu engellerken, Afrin’de kalan “enclave”i ise, 2018 başında realize etmeye başladığı Zeytin Dalı Harekatı’yla kontrol altına almış ve ÖSO’yu bu bölgelerde hakim kılmıştır. Bu hareketlilik ve operasyonel adımlar, Türk-ABD müttefikliği yüzeyinde önemli gerginlikler yaratmıştır. Kamuoyunda ABD’ye karşı “yerli ve milli duruş” ön plana çıkartılırken, Rusya ve İran’ın desteklediği Esad’a karşı, Suriye kaosunun başından beri sürdürülen Esad karşıtlığından vazgeçilmemiştir. Öte yandan, PKK/PYD’ye desteğinden dolayı eleştirilen” müttefik ABD”nin “Esad’ı cezalandıran” vuruşları doğru ve haklı bulunmuştur. Vurguladığımız çelişkiler, zaman geçtikçe daha da “idare edilemez” boyutlara gelme potansiyeline sahiptir. Son dönemde, “nükleer santral işbirliği”, “S-400 füzeleri” alımı derken, artık Rusya geçiştirilecek bir “ilişki modeli” değildir.  PKK/ PYD konusunda uzlaşmaz çelişkilerle süren ABD müttefikliği ise, bu tabloda bir hayli yıpratıcı görünüme sahiptir.

Her ne kadar soğukluk devam etse de, Suriye’yi zaman zaman vuran İsrail ile “Esad karşıtlığı”ndaki ortak payda ise, resmi daha da karmaşık hale getirmektedir. Bilanço daha da genişletilebilir; kaotik ortam yeni çatışma risklerine gebedir. Suriye’de masum olmayanlardan biri de elbette Esad yönetimidir. Hafız Esad’ın Devlet Başkanlığından beri terörü devlet politikası olarak uygulayan BAAS anlayışı, ülkemize karşı da ASALA ve PKK terörünü kullanmıştı. Soğuk Savaş sonrası, 1998’de Türkiye ve İsrail’den “çifte kıskaç” hisseden Suriye, PKK terör örgütü başını göndermek zorunda kalırken, 2000’de Beşar Esad’la birlikte “Batı’ya açılma” politikasını Türkiye üzerinden uygulamaya koymuştu. 2005’teki Refik Hariri suikastiyle Lübnan’dan çekilmek zorunda kalan Suriye, 2009-2011 ABD ve Batı’ya yönelik yakınlaşma siyaseti gütse de, İran’dan vazgeçmemiş, 2008’de Rusya ile birlikte Doğu Akdeniz’deki Tartus deniz üssünü yeniden açma kararını vermiştir.

Bugünkü tiyatroda ise, ABD, bölgedeki geleceğini ve dünya kamuoyundaki görünümünü, bu tür saldırılarla anımsatmaya çalışmaktadır.  Trump, Rusya’nın varlığında, “İran karşıtı koalisyon” kurmakta zorlansa da, Suudi Arabistan ve İsrail’i bu eksende bir araya getirmiş ve Suriye’ye bu bakışı İsrail’in vurucu gücünde ete kemiğe büründürmüştür. Tüm bu karmaşık soruların sonunda Rusya’nın ABD’ye vereceği olası yanıt değer taşımaktadır. Soğuk Savaş’ta bile “dehşet dengesi”yle birbirine dokunmayan iki ülkenin savaşıp “üçüncü dünya savaşı” çıkacağı senaryosundan ise, bir hayli roman yazılabilir, film ve dizi çekilebilir.

Neticede, bu operasyonlar, Guy Debord’un “gösteri toplumu” kuramını akıllara getirmektedir.  Savaş, döviz, heyecan falan derken,  “iletişim” ve “propaganda” faaliyetleri, “gösterişli patlamalar”la yerine getirilmektedir. Medya ise pazarlama görevini icra etmektedir..

 

Dr. Deniz TANSİ

Leave A Response »

Time limit is exhausted. Please reload the CAPTCHA.