Giriş
4 Ekim 2021 tarihinde İstanbul Kent Üniversitesi önemli bir etkinliğe sahne oldu. Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Bölüm Başkanı Prof. Dr. Hasret Çomak’ın organize ettiği Uluslararası Kafkas Araştırmaları Semineri, Türkiye ve Rusya’dan birçok akademisyenin katılımıyla gerçekleştirildi. Ben de, bu seminerde, Türkiye-Rusya ilişkilerine dair bazı gözlem ve görüşlerimi içeren bir sunum gerçekleştirdim. Bu yazıda, bu sunumda vurguladığım bazı hususları siz değerli okurlarımız için özetlemek isterim.
Seminer afişi
Türkiye’deki Rusya Algılaması: Üç Temel Grup
Öncelikle, Türkiye’de aydın-entelektüel, akademisyen ve genel olarak halkın Rusya’ya yaklaşımını üç temel kategoride toplayabiliriz. “Rusya karşıtları” diyebileceğimiz ilk kategori, Osmanlı döneminden gelen tarihsel rekabet ve Cumhuriyet döneminde Soğuk Savaş yıllarında yaşanan husumet nedeniyle, Rusya’ya karşı her koşulda olumsuz duygu ve düşünceler besleyen gruptur. Daha çok aşırı milliyetçi ve İslamcılardan oluşan bu grup, Rusya’nın Çarlık ve Sovyetler Birliği dönemlerinde Müslüman Türk toplumlarını kontrol altında tutması ve halen de çok sayıda Müslüman ve Türk soylu halka ev sahipliği yapmasından yola çıkarak, bu ülkeyi Türk dünyasının bir hasmı olarak tanımlamaktadır. Türkiye’nin Cumhuriyet döneminde geleneksel müttefiki haline gelen Amerika Birleşik Devletleri (ABD) ve Avrupa ülkelerinin de Rusya’ya karşıt akımlara ve kişilere çoğu zaman destek vermesi sebebiyle, bu grup, Türkiye’de özellikle sağ siyaset içerisinde oldukça güçlü ve aktiftir. “Rusya yanlıları” diyebileceğimiz ikinci kategori, Rusya’ya çeşitli sosyal-kültürel sebeplerle yakın ilgi ve hayranlık duyan ve sol-komünist siyasal gelenekten yetişmiş olmaları ve Rusya’nın da yakın zamana kadar dünyada komünizmin bayraktarlığını yapan etkili bir küresel güç olması sebebiyle bu ülkeyi siyaseten destekleyen kesimdir. Bu gruba, son dönemde, çok popüler bir lider olan Rusya Federasyonu Devlet Başkanı Vladimir Putin’in tarzı ve yaptıklarına hayranlık duyan daha milliyetçi-sağcı çevreler de eklenmiştir. “Nötr olanlar” dediğim ve kendimi de dahil ettiğim üçüncü kategori ise, Rusya değerlendirmelerini ve Türkiye-Rusya ilişkilerini ideolojik saiklerle değil, Türkiye’nin menfaatleri ve uluslararası hukuk ve yaygın pratiklere göre değerlendiren gruptur. Bu grupta yer alanlar, Rusya’nın haklı olduğu konularda Moskova’yı savunmaktan imtina etmedikleri gibi, Rusya’nın haksız olduğu konularda Moskova’yı eleştirmekten de geri durmamaktadırlar.
Doç. Dr. Ozan Örmeci ve Prof. Dr. Hasret Çomak
Türkiye-Rusya İlişkileri: Dezavantajlar
Peki, bu girişte sonra Türkiye-Rusya ilişkilerine dair dezavantajlarımızı sıralayalım. Öncelikle, kabul etmeliyiz ki, iki ülke, gelişen tüm ekonomik ve sosyal ilişkilere rağmen halen farklı kamplarda yer almaktadırlar. Türkiye, NATO üyesi ve Avrupa Birliği’ne (AB) tam üye olmaya çalışan, fakat Batılı müttefikleri tarafından dışlanan bir ülkedir. Rusya Federasyonu (Rusya) ise, Kolektif Güvenlik Antlaşması Örgütü (KGAÖ), Bağımsız Devletler Topluluğu (BDT) ve Şanghay İşbirliği Örgütü (ŞİÖ) gibi uluslararası kurumlara öncülük eden ve özellikle Vladimir Putin liderliğinde Avrasyacı yönelimi artan bir devlettir. Bu anlamda, Türkiye Doğulu bir Batılı, Rusya ise Batılı bir Doğuludur. Bu, benim “ekonomik müttefiklik” olarak tanımladığım ilişkilerin “stratejik müttefiklik” seviyesine ulaşması yolundaki en büyük engeldir. Bunun yanı sıra, ikinci olarak, Türkiye, Rusya ile dış ticarette -Çin’le ilişkilere benzer şekilde- sürekli dış ticaret açığı veren bir ülke görünümündedir. İkili ticaret hacmi büyüse de, Türkiye’nin Rusya’dan yoğun doğalgaz alımlarının da etkisiyle, Ankara, Moskova’ya karşı sürekli dış ticaret açığı vermektedir. Bu durum, iki ülkenin ilişkilerinde bağımlılığın tek taraflı olarak gelişmesine ve bir tür “stratejik bağımlılık” durumu oluşması riskine neden olmaktadır. Bu nedenle, Türkiye’nin Rusya’ya yönelik mal ihracatını çeşitlendirmesi ve arttırması ve daha kritik metalar satması, bence ikili ilişkileri dengeye getirecektir. Üçüncü olarak, iki ülkenin dış politikada Suriye, Dağlık Karabağ ve Güney Kafkasya, Libya, Kıbrıs ve Doğu Akdeniz gibi konularda ciddi görüş ayrılıkları bulunmaktadır. Bu sorunlar yaşamsal nitelikte olmasa dahi, iki ülkenin birbirlerine karşı siyasi güven oluşturmalarına engel teşkil etmektedir. Özellikle 2011’den beri devam eden Suriye krizi, iki ülkeyi ilk kez bu kadar sert biçimde karşı karşıya getirmiş ve “jet krizi“, “Karlov suikastı” ve son olarak da çok sayıda Türk askerinin Rusya destekli Suriyeli güçlerce şehit edilmesi (2020 İdlib Saldırısı) gibi istenmeyen olaylara neden olmuştur. Dördüncü olarak, Türkiye’de devlet ve aydınlar, tarihsel-kültürel etkiler ve ekonomik ve siyasal sebeplerle ABD ve AB’ye daha yakın bir görünüm arz etmektedir. Türk aydınlarının düşünce biçimi Batılıdır ve bu durum İslami siyaset için bile geçerlidir. Bu nedenle, Rusya’nın Batı karşıtı politikalarının Türkiye’de destek bulması her zaman kolay olmamaktadır. Beşinci olarak, Türkiye’nin temel siyasi hedefi, bölgesinde etkili ve bölgesel güç seviyesine ulaşmış bir demokrasi olmak iken, Rusya ve Rusya’ya yakın devletlerde demokratik rejime rastlanmamakta ve stratejik hedefler daima tek geçerli kriter haline getirilmektedir. Bu da, iki ülkenin stratejik konularda uyum sağlamasına yönelik bazı zorluklar çıkarmaktadır. Altıncı olarak, Türkiye’de Rusya’yı siyaseten gerçekten iyi bilen, çok iyi düzeyde Rusça konuşan ve Rus düşünce ve duygu dünyasına hâkim çok az sayıda aydın bulunmaktadır. Puşkin Ödülü sahibi şair-yazar Ataol Behramoğlu, tarihçi Profesör İlber Ortaylı ve gazeteci Hakan Aksay gibi isimler dışında, Türkiye’de Rusya’yı ve Rusça’yı akademik düzeyde ve derinlemesine bilen insanların sayısı son derece sınırlıdır. Bu da, ikili ilişkilerde uyumsuzluğa neden olabilmektedir. Rusya ise Türkiye ve Türkçe uzmanları konusunda daha ileri seviyede olmasına karşın, kuşkusuz, Rusya’daki Türkiye uzmanları da ABD ve Avrupa ülkelerindeki imkânlara sahip değillerdir. Bunlar, ilişkilerdeki temel sorunlar olarak sıralanabilir.
Seminerin uluslararası katılımcılarından olan Rus akademisyen Dr. Veronika Tsibenko ile Japon akademisyen Dr. Keisuke Wakizaka
Türkiye-Rusya İlişkileri: Avantajlar
İkili ilişkilerin ivmelenmesine neden olabilecek çeşitli avantajlar da söz konusudur. İlk olarak, dış ticaret dengesizliğine karşın, iki ülkenin ekonomileri Amerikalıların “complementary” adını verdiği şekilde birbirini tamamlar niteliktedir. Türkiye, doğalgaz ve petrol açısından yetersiz bir ülke iken, Rusya, bu konularda çok şanslı ve dünyadaki nadir kaynaklara ve teknolojilere sahip bir devlettir. Bugün de, ikili ilişkilerdeki motor gücü enerji işbirliği oluşturmaktadır. Buna karşılık, Türkiye de tüketim malları konusunda oldukça başarılı bir üreticidir ve TÜSİAD üyesi Türkiye’nin büyük sermaye grupları çok kaliteli ve uygun fiyatlı tüketim malları üreterek bunları Rusya ve Avrupa ülkelerine satabilmektedir. Ayrıca, Türkiye, turizm sektöründe de Ruslar için bulunmaz bir nimet durumundadır ve Rus turistlerin en uygun ve güzel tatil geçirebilecekleri yer Türkiye’nin güney sahilleridir. İkinci olarak, iki ülkenin bazı konularda ortak değerleri bulunmaktadır. Laik bir devlet olmasına karşın dindar Müslüman bir halkı olan Türkiye, radikal İslam ve buna bağlı olarak gelişen terör hareketlerine karşıt duran ve IŞİD ve El Kaide gibi terör örgütlerine karşı aktif savaş veren bir ülkedir. Rusya da, hem kendi içerisindeki Müslüman halkın radikalleşmesinden endişe ettiği, hem de siyaseten bu tip hareketlere mesafeli olduğu için, iki ülkenin fundamentalist ve radikal hareketlere karşı birlikte hareket etmeleri kesinlikle abes bir durum değildir. Ayrıca, komünizm sonrası Rusya’nın Müslüman inancına saygı göstermesi ve bunu kendi ulusal kimliğine eklemleme çabası da iki ülkeyi birbirlerine yakınlaştırmaktadır. Bunlara ek olarak, “Batı’nın çirkin ördek yavrusu” muamelesi gören Türkiye ve yine Batı tarafından her daim şeytanlaştırılan Rusya’nın Batı şüpheciliği konusunda da uyum sağlamaları mümkünse bile, Türkiye’nin Batıcılığı kuşkusuz daha kalıcı bir eğilimdir. Üçüncü olarak, iki ülke liderleri Vladimir Putin ve Recep Tayyip Erdoğan arasında seneler içerisinde güzel bir kimya oluşmuş ve iki liderin birbirlerine karşı güven duygusu gelişmiştir. Putin, son olarak, “Erdoğan’la her görüşmemiz sorunsuz geçmiyor. Ancak arkadaşlarımız bu konularda çalışarak sorunları çözmeye çalışıyorlar.” gibi bir laf ederek, ilişkilerin kurumsal boyutuna dikkat çekmiştir. Buradan hareketle, dördüncü olarak, ilişkilerde artık durumu toparlayan ve krizi engelleyen Üst Düzey Stratejik İşbirliği Konseyi veya diğer ismiyle Yüksek Düzeyli Stratejik İşbirliği Konseyi gibi bir mekanizmanın var olduğunu belirtmek gerekir. Beşinci olarak, iki ülke, son yıllarda büyük projeleri birlikte başarıyla gerçekleştirmektedirler. Mersin-Akkuyu Nükleer Santrali, S-400 alımı ve son olarak Türk Akımı bunlara iyi bir örnektir. Dolayısıyla, iki ülkenin birlikte iş yapabilme kapasiteleri ve uyumları giderek artmaktadır ki bu da gelecek adına ümit verici bir durumdur. Altıncı olarak, Kadir Has Üniversitesi’nin yaptığı “Türk Dış Politikası Algıları” araştırmasının da gösterdiği üzere, Rusya, Türkiye’de halk tarafından ABD, İsrail, Ermenistan ve Avrupa ülkeleri gibi düşman algılanan bir ülke statüsünde değildir. Son yıllarda Rusya’ya karşı daha müspet bir bakış söz konusudur ki, Rus lider Vladimir Putin’e karşı da Türk halkında -entelektüel Murat Belge’nin Mustafa Kemal Atatürk için kullandığı- “korkuyla karışık saygı” (respect mingled with fear) gibi bir genel algı vardır.
Öneriler
Peki, durum buysa ikili ilişkiler nasıl geliştirilebilir? Öncelikle, iki ülkenin, ilişkilerinin daha fazla yıpranmasına ve kriz yaşanmasına engel olmak adına Suriye’deki iç savaş ve kriz durumuna barışçıl bir çözüm geliştirmeleri şarttır. Bu noktada Türk Silahlı Kuvvetleri’nin Suriye’deki varlığı, Suriyeli Kürtlerin durumu, PYD/YPG/PKK’nın statüsü ve Suriyeli muhaliflerin geleceği gibi hususlar kritik tartışma konularıdır. İki büyük devlet, bu konularda karşılıklı işbirliği ve tavizlerle orta yolu bulabilir ve bu krize son verebilirler. Zira Suriye krizi en çok bu iki ülkeyi olumsuz etkilemiştir. Türkiye, 4 milyonluk büyük bir kitlesel göçe sahne olmuş, büyük insani ve askeri masraflar yapmış; buna karşın krizin kazananı olamamıştır. Rusya ise, Esad rejimini ayakta tutmak adına ciddi bir insan ve maddi kaynak aktarımı sağlamış ve bu nedenle ekonomisi beklenen ölçüde gelişememiştir. Bu nedenlerden ötürü, Suriye’de çözüm, en çok Rusya ve Türkiye’nin işine gelecektir. Bunun yanı sıra, iki ülke ilişkilerinin geliştirilmesi adına gecikmeden bir Türk-Rus Üniversitesi’nin kurulması gerektiğini Prof. Dr. Hasret Çomak ve ben sıklıkla vurguluyoruz. Bu üniversitede ilişkilerin gelişmesi adına ders vermekten de şeref duyarız. Zira şunu asla unutmamalıyız ki, Türkiye ve Rusya, iki komşu devlet olarak birbirlerine katlanmaya mecburdurlar. Amerikalılar, Avrupalılar ve diğer milletler bu coğrafyaya geçici olarak gelebilirler; ancak Türkler ve Ruslar tarih boyunca burada olmaya devam edeceklerdir. Bu nedenle, her konuda anlaşamasak bile, ilişkilerimizi kriz ve kazalar olmadan yönetmenin formülünü geliştirmek zorundayız. Ayrıca Rusya’nın Avrupa piyasası ile kıyaslandığında oldukça ucuz olan Rus doğalgazını Türkiye’ye Türk Akımı’nın kapasitesi arttırılarak satmaya devam etmesi ve hatta Ankara’nın daha yoğun alımlara yönelmesi düşünülebilir. Ancak Rusya da, bu durumda, Türkiye’ye daha yoğun turist göndermek ve Türkiye’den farklı sektörlerde de mal tedarik etmek arayışına girerse, dış ticaret dengesi daha da bozulmaz. Bunların dışında, Rusya’nın siyasi özgürlükler konusunda daha olgun ve ileri bir ülke görünümü vermesi ve siyasi muhaliflere yönelik baskıların kaldırılması da, kuşkusuz, Türkiye’deki Rusya algısını güçlendirir ve halk ve aydın desteğini yükseltir. Ayrıca KKTC ve Azerbaycan gibi Türk devletlerinin haklarının korunması konusunda da Rusya’dan beklenen, daha tarafsız ve adil davranmasıdır ki, bu şekilde olursa ikili ilişkiler hızlı bir şekilde gelişebilir. Bu gibi temel meselelerin yanında, kuşkusuz, toplumsal kültürel ilişkileri daha da geliştirmek her iki devletin de temel hedefi olmalıdır. Son olarak, tarihsel husumetleri körüklemek yerine dostluk mesajları vermek ve tarihten Türk-Rus dostluğuna örnek figürler bulmak da daha doğru bir tavır olabilir.
Doç. Dr. Ozan ÖRMECİ