Dr. Ozan Örmeci: Sayın Özdemir, mülakat önerimizi kabul ettiğiniz için size çok teşekkür ediyorum. Ayrıca okuyucularımız açısından öncelikle belirtmekte fayda görüyorum; uzun yıllar İzmir Saint-Joseph Fransız Lisesi’nde benim din öğretmenim oldunuz ve ben ve birçok arkadaşımın yetişmesinde büyük emekleriniz oldu. Bu nedenle size çok teşekkür ediyorum. Sizi tanımayan genç okurlarımız için eğitiminizden, kendinizden ve kariyerinizden bahsedebilir misiniz?
Harun Özdemir: İlahiyat Fakültesi’ni bitirdikten sonra Kamu Yönetimi ve Öğrenme Pedagojisi alanlarında yüksek lisans yaptım. Kentleşme ve Siyasi Tarih konularında yayınlanmış kitaplarım var. TV yapımcı, sunucu, yönetmen, metin yazarlığı yaptım…
İzmir Saint-Joseph Fransız Lisesi’nin emektar hocası Harun Özdemir
Dr. Ozan Örmeci: Sayın hocam, son dönemde Ege’de Sonsöz gazetesinde özellikle dış politika alanında kaleme aldığınız yazılar dikkat çekiyor. Bu bağlamda Türkiye’nin son yıllarda izlediği dış politikayı nasıl değerlendiriyorsunuz?
Harun Özdemir: İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra kurulan dünya sistemi birkaç revizyondan sonra ciddi bir sistem değişikliği aşamasına geldi. SSCB’nin dağılması, Çin’in dünyanın üretim merkezi olması bunun ilk elden hazırlıklarıydı. Uzak Doğu’da Hindistan’ın ikinci bir güç olarak hazırlanması da yeni bir dünyanın kurulmakta olduğunu gösteriyor. Şimdi yaptığım tespitleri 1990’da siyasi danışmanlık yaptığım günlerde de yapıyordum. Ama fazla uçuk bulunuyordu. Oysa bugünlerin kanıtları o günlerde vardı.
Bu gelişmeler arasında zor olan Türkiye’nin geleceğini belirlemektir. Benim referans noktam hep 24 Ocak kararları oldu. Türkiye büyük adımı yani dünya ekonomik sistemine aktif bir üye olarak katılma kararını 24 Ocak 1980’de verdi. Önceleri bu ekonomik kararın ne anlama geldiğine pek anlam verilemedi. Sanki yağ, şeker, benzin kuyruklarına son vermek için yapılmıştı! 24 Ocak kararlarının ne anlama geldiğini SSCB dağıldıktan sonra anlayabildik.
Süper güç SSCB ve Doğu Avrupa ülkeleri ekonomilerini ve rejimlerini Batı bloğuna entegre adımları atmaya başladığında Türkiye bunu 24 Ocak 1980’de başarıyla atmıştı. Şunu da belirtmekte yarar var: 1970’li yılların politikacılarına kalsaydı Türkiye dünya sistemine Arnavutluk’tan sonra da katılabilirdi ve sonuçlarının nasıl olacağını ise artık sizler tahmin edin! Bu noktada söylenecek söz ancak şu olabilir: Türkiye Türklere bırakılamayacak kadar önemli bir ülkedir! O günleri bir başlangıç sayarsak Türkiye’de işleyen süreç, dünyanın geleceğini anlatır niteliktedir. 2001 Şubat krizi de bu çerçevede değerlendirilebilir.
Dr. Ozan Örmeci: Özellikle Arap Baharı, Suriye krizi ve İran’ın nükleer programı kapsamında Türkiye’yi önümüzdeki yıllarda bekleyen gelişmeler hakkında neler öngörüyorsunuz?
Harun Özdemir: Türkiye dünya nüfusunun % 1’i ve nüfusu da genç ise her türlü gelişmeye hazırlıklı olmamız gerekir. SSCB ve Doğu Avrupa gibi pazarlar da dolar ekonomisine entegre olduktan sonra dünya sisteminde geçici bir rahatlama oldu ama fazla sürmedi. Körfez Krizi ile petrol zengini ülkelerin tasarruflarına el kondu. Bu rahatlama da kısa sürdü. Arkasından ABD’de Vadeli İşlemler Borsası’nda dünyaya karşılığı olmayan 9-10 trilyon dolarlık senet pazarlandı. Yalan rüzgarı 2008’de büyük bir gürültü ile patladı. ABD’de yaşananlar dünya tarihinin en büyük sahtekarlığıydı. Bu zarar ağırlıklı olarak Körfez ülkeleri, İngiltere, Almanya, Fransa, Rusya, Çin, Japonya arasında pay edildi. Şimdilerde ABD sanki rahatlamış gibi görünse de dünya ekonomisi çatırdıyor. Ha yıkıldı ha yıkılacak gibi. Bunu anlatmamın nedeni ise şudur: ABD’den dünyaya satılan senetlerin neden Türkiye’de satılması yasaklandı? Bunu araştıran, yorumlayan ve buna uygun bir dünya sistemi analizi yapan oldu mu?
Sevgili Örmeci, bundan sonraki analizlerim fazla uzun boylu olmayacak: Arap Baharı’nın amacı Fas’tan Çin sınırına kadar uzanan uçsuz bucaksız toprakların sakinlerini dünya ekonomisine emekleri ile entegre etmektir. Bunun önünde siyasi rejim engeli mi var, bunlar kaldırılacak. Ekonomik sistemleri mi müsait değil, onun da kolayı var, bütün sübvansiyonlar olabildiğince aşağı çekilecek… Çok uzun olmayan bir sürede tüm paralar, mal ve hizmet üretimi dünya ekonomik sistemine entegre olacaktır.
İran’ın nükleer programı da evlere şenlik! On yıldır nükleer bomba yaptığını ve İsrail’i yerle bir edeceğini söylüyor! Ama ortada blöften başka bir şey yok! Dünyada ilk kez bir devletin bağıra çağıra nükleer bomba yaptığına tanık oluyoruz ki, bana hiç inandırıcı gelmiyor. Konuya bu açıdan baktığımızda aldatıldığımızı düşünüyorum. Ama bir de şu açıdan bakabiliriz; İran blöf yaptıkça, İsrail de buna yanıt verdikçe ve ABD de buna eklemlenince varili 20 dolar olan petrol, 100 dolarlar civarında dolaşıp duruyor. Bütün petrol üreticileri kârda, tüketiciler de zararda! İran bu işe yarıyor…
Dr. Ozan Örmeci: Sayın hocam, uzun yıllardır İzmir’de yaşıyor ve çalışıyorsunuz. Ayrıca siyasal ve sivil toplum çalışmalarınızı da İzmir merkezli olarak yürüttüğünüzü biliyoruz. Sizce İzmir’in yalnızca Türkiye’de değil, dünyada da bir marka şehir haline gelebilmesi için ne gibi çalışmalar yapılmalıdır?
Harun Özdemir: İzmir’in karar alıcıları ve kanaat önderleri, kente ilişkin sorunları dünyanın geleceğine uygun projeksiyonlarla çözecekse buna katkıda bulunmak her İzmirlinin görevi olmalıdır. Bu konuda çok konuştum, kitaplar yazdım. 2023 Yeni İzmir Derneği’ni kurdum ve Türkiye’de bu konuda projeksiyonlar yaparak yüzden fazla proje hazırladım, 2007’de “2023 İzmir” kitabımı yayımladım. Kitap dört baskı yaptı. Sonuç, inanır mısınız tam bir fiyasko! Bu konular kimsenin umurunda değil!
Benim kentleşme konusundaki tezim şu, özellikle İzmir için söylüyorum; İzmir sorunlarını Aydın ve Manisa ile birlikte çözmelidir. Bu bölgede ya Atina olur, ya da İzmir! Hem Atina, hem de İzmir olmaz. İki kentten biri diğerini köreltir. İzmir’in Türkiye’nin ikinci ve Balkanların da birinci kenti olma şansı çok yüksektir. Ama bunu düşünecek ve tartışmaya açacak bir irade ortada yok!
Dr. Ozan Örmeci: Uzun yıllardır İzmir-Saint Joseph Fransız Lisesi’nde çalışıyorsunuz. Bunun yanında öğrenme pedagojisi uzmanlığınız bulunuyor. Kamuoyunda yoğun tartışmalara neden olan 4+4+4 eğitim sistemi hakkında ne düşünüyorsunuz?
Harun Özdemir: 4+4+4 şeklinde aritmetik bir işlem gibi kamuoyuna sunulan yasa, aslında 12 yıl süren zorunlu eğitim ve öğretimin pedagojik olarak yeniden sınıflandırılmasından başka bir şey değildir. 8 yıllık zorunlu temel eğitime bir de okul öncesini eklediğimizde karşımıza pedagojik olmayan bir tablo çıkıyordu: İlk başlayanla son sınıfa gelen öğrenci arasında 8 yıl gibi önemli bir yaş farkı bulunuyordu. Özellikle 6-13 grubu arasında bu kadar fark tuvaletlerde, bahçede, koridorlarla, yemekhanelerde önemli sorunlar yaratıyordu. Kalabalık okullarda kontrol öğrencilerin elinde oluyordu. Bu anlattıklarımın doğru olduğuna inanmanızı isterim çünkü bir süre ilköğretim okullarında da çalıştım. 4+4+4 ile yaş gruplar arasındaki fark büyük ölçüde giderildi. Muhalif partiler ve bazı sendikalar 12 yıla çıkan zorunlu eğitimin altında ezildiler ama belli etmeden işi başka alanlara taşıdılar. Geçen kısa süre içinde hangi endişe gerçek çıktı? Bakanlık bana sorsaydı ben 3+3+5+4 derdim ama soran olmadı! Belki bir gün sorarlar, diye düşünüyorum! Kreş eğitimi de okullaşma gibi ciddiye alınmalı, bence…
Dr. Ozan Örmeci: Görev yaptığınız geçen yıllar içerisinde ülkemizde değişen kuşaklar ve özellikle internet teknolojisiyle yetişen yeni nesiller hakkındaki gözlemlerinizi de öğrenmek isterim.
Harun Özdemir: Meslektaşlarım yenilikler karşısında dağıldılar, hatta darmadağın oldular! Öğretmenlerin çoğu sıradan bir öğrenci kadar teknolojiyi kullanamıyor. Kendini yenileme yerine politik muhalefet yapıyor! Ülkenin geri gittiğini konuşup duruyor! Bu da öğretmene olan saygıyı azaltıyor tabii ki!.
Eskiden öyle değildi(!): Öğrenciler ve halk, bir konuda yeni bilgiyi önce öğretmenden duyardı. Dolayısıyla öğretmen bilgisiyle yakın çevresinde bir liderdi. Bu gelenek bozuldu. Çünkü bir yeniliği öğretmen ve öğrenci aynı anda TV’den “Vay beee!” diye duyuyorsa, öğretmene ihtiyaç yok! Özellikle internet yaygınlaştıktan sonra öğretmenler öğrencilerin gerisinde kaldılar. Bunu bir öğretmen olarak söylüyorum.
Daha ilginç bir durumu da gündeme getirmem gerekiyor: Eski rehberlik ve pedagoji yeni kuşaklara pek hitap etmiyor, anlatabiliyor muyum?! Hele olur olmaz yerde “Eskiden ne güzel Köy Enstitüleri vardı!” denmiyor mu, buna dayanamıyorum! Bu ülke köylülükten ne zaman kurtulacak, istikbalin yeni kentlerde olduğunu ne zaman anlayacak, çaresiz durumdayım!
Dr. Ozan Örmeci: Hocam siyasetle de yakından ilgilenen bir fikir adamı olarak, Türkiye’nin en önemli sorunları olarak neleri görüyorsunuz? Bu sorunların çözümü için ne gibi politikalar geliştirilebilir?
Harun Özdemir: Yüzlerce değil; binlere varan sorunu sıralayalım… Bunları bir şekilde çözmek zorundayız. Politika da bunun için yapılmalı. Ben bu sorunlara “hayali sorunlar”ı da katmaktan yanayım. Çünkü sorunları çözerken düşünemediklerimizi gündeme getirecek insanlara ihtiyacımız var! Sorunları biriktirdikten sonra çözüme yöneldiğimde elimde bir tek fırsat var, bunu değerlendirebilirsem bütün sorunları çözerim, diyorum:
Türkiye’de benim düşündüğüm anlamda kurulmuş bir kent, hatta ilçe bile yok! O nedenle “Yeni Kentleşme” dediğim modellerle her türlü ekonomik, sosyal, siyasal, dini, kültürel, bilimsel ve teknolojik sorunlar serisini, en düşük maliyetle ancak yeni kentler kurarken çözebiliriz, diyorum! Benim PKK terörüne ilişkin çözümüm de, Arap Baharı ile gündeme gelen “Model ülke Türkiye” tezim de ancak yeni kentleşme modelleri mümkün olabilir, görüşündeyim. Tam zamanı, yeni Anayasa bile bu bağlamda düşünülmeli… Ama kimse köklü çözümden yana değil. O nedenle bu fırsat da kaçmak üzere!
Dr. Ozan Örmeci: Sayın hocam, bize vakit ayırdığınız için size çok teşekkür ediyorum. İş ve siyasal yaşantınızda da başarılar diliyorum. Sizin gibi gençlere değer veren ve hoşgörülü eğitimcilerimizin bu ülkede zor koşullara rağmen hep varolmasını diliyorum.
Harun Özdemir: Teşekkür ederim.
Röportaj: Dr. Ozan ÖRMECİ
09.01.2013