DR. ONUR ÖYMEN’İN İSTANBUL GEDİK ÜNİVERSİTESİ KONFERANSI: TÜRK DIŞ POLİTİKASINDA GÜNCEL SORUNLAR

upa-admin 24 Mayıs 2019 1.357 Okunma 0
DR. ONUR ÖYMEN’İN İSTANBUL GEDİK ÜNİVERSİTESİ KONFERANSI: TÜRK DIŞ POLİTİKASINDA GÜNCEL SORUNLAR

Emekli Türk Büyükelçi ve siyasetçi Dr. Onur Öymen’in engin bilgi ve tecrübelerini aktardığı Türk Dış Politikasında Güncel Sorunlar” başlıklı konferans, 6 Mayıs 2019 tarihinde İstanbul Gedik Üniversitesi’nde düzenlenmiştir. Sayın Öymen’in birikimleri ve düşüncelerini öğretim üyeleri ve öğrencilerle samimi bir ortamda paylaştığı bu konferansta bazı önemli mesajlar da (özellikle S-400 alımı konusunda) verilmiştir. Bu yazıda, Sayın Öymen’in konuşması özetlenecektir.

Konferans afişi

Dış politikaya genel bir çerçeve çizmek gerekirse, bizim çok uzun bir geçmişimiz var. Amerika kıtası keşfedildiğinde, Osmanlı Devleti 190 yıllık bir devletti. ABD kurulduğunda, bizim devletimiz 470 yaşındaydı. Devletin ne olduğunu biz daha erken öğrenmişiz. Bizim devletimiz konusunda övünecek şeylerimizin olduğu gibi rahatsız olduğumuz durumlar da vardır; bunlardan birisi de biz Aydınlanma Çağı’nı kaçırmışız. Sanayi Devrimi’ni de kaçırmışız; böyle giderse Teknoloji Çağı’nı da kaçıracağız. Bizim ülkemizde Cumhuriyet’ten söz edildiği ilk zaman Atatürk çağıdır. Birçok Cumhuriyet devleti kurulmuştur ve yürütülememiştir. Atatürk’ün Cumhuriyeti ise demokratik bir Cumhuriyet’tir. Hukuk devleti olacak, laik olacak, demokratik olacak… O zamanlar topu topu 7 tane Cumhuriyet devleti var. Cumhuriyet milli egemenliğe bağlanacak. Atatürk, “Bizim kimsenin toprağında gözümüz yok, bizim toprağımıza da kimsenin göz dikmesine izin vermeyiz” diyor. Milletler Cemiyeti kuruluyor. Atatürk’ün söylediği; “ya tam bağımsızlık ya da ölüm“. İlk ciddi sınavı Lozan Antlaşması’dır. Lozan, Birinci Dünya Savaşı sonucunda kazananların yaptığı türden bir anlaşmadır. Bir tek Türkiye, dünya savaşından mağlup çıkmasına rağmen böyle bir anlaşma yapabilmiştir. Tam bağımsızlık derken, artık büyük devletlere boyun eğmiyoruz. Atatürk Lozan’la da yetinmemiş, sonra Montrö Sözleşmesi’ni yapıyor. Oysa Osmanlı zamanında Padişah Sadrazam’ı görevden alıyor, İngiliz Büyükelçisi mektup yazıyor tekrar göreve geliyordu. Kapitülasyonlar mevcuttu ve ekonomik bağımsızlığımız yoktu. Siyasi bağımsızlık da kalmamıştı. Milletler Cemiyeti kurulurken üye olma yollarını Atatürk şöyle açıklıyor; “Biz üye olmak için başvuru yapmıyoruz, siz bizi davet edecekseniz geliriz” diyoruz. O seviyeye erişmişiz…

Atatürk dönemi dış politikayı değerlendirdiğimiz zaman, tam bağımsız bir Türkiye görüyoruz. Yakın geçmişimizde bizi rahatsız eden bazı konular var dış politikada önemli olan. Örneğin, Küba Füze Krizi konusu sonunda bir anlaşmaya varıyorlar ABD ile SSCB kendi aralarında; SSCB Küba’ya füzelerini yerleştirmeyecek, ABD de Türkiye’ye yerleştirilecek füzeleri geri çekecek. Fakat Başbakan İsmet Paşa’ya (İsmet İnönü) haber bile verilememiş. Tam bağımsızlık ilkesine uygun olmuyor. Sorunlardan bir başkası da Kıbrıs Sorunu. Yakın tarihte BM Genel Sekreteri Kofi Annan Annan Planı’nı hazırlıyor. Bu plana göre, iki taraf müzakere ederek BM’ye gidiyorlar, “Bizim anlaşamadığımız konular bunlar” diye belirtiyorlar. Size uygun bir plan yapıyorlar ve sonra da “halkınıza bu plandan bahsetmeyeceksiniz” diyorlar. Dahası, BM Genel Sekreteri, yaptığı 9.000 sayfalık planı komisyona sunmayacak ve doğrudan halka sunacak. Yani anlaşmaları görmeden kabul etmiş olacaksınız. 650 asker plana göre dışarı çıkamayacak, sadece belli zamanlarda çıkıp gösteri yapıp müdahale için görev almayacak. Rum tarafı planı reddetti. Şimdi yapılan planlarda da bu plandan kesitler alınıyor. Amaç şu: Kıbrıslı Türklere baskı yaparak kabul ettireceksiniz. Kıbrıs Sorunu da böyle devam etti… Cumhuriyetimizi hatırlarsak, bu baskıları gözden geçirmemiz ve reddetmemiz gerekmektedir. Kıbrıs’taki Türkler hiçbir spor müsabakasına bile katılamazlar. Bunun dışında da birçok ambargo mevcuttur. Dünyada bu kadar katı ambargo azdır…

Başka bir örnek; birkaç sene önce Kuzey Irak’ta PKK ile mücadele var ve Türkiye’ye yönelik saldırılar mevcut. Hükümet, Kuzey Irak için 2008 yılında kara hareketi yapmaya karar verdi. Daha önce de zaten hava harekâtları yapıyordu, ama 2003’ten 2007’ye kadar onu da yapmadılar. İlk defa kara harekâtı yapılıyor, o zaman da Amerikan Savunma Bakanı “Türkiye bu harekâtı durdursun ve askerlerini derhal geri çeksin” dedi. Biz ise orayı terörden temizlemek için uğraşıyoruz; fakat maalesef bir hafta içinde bu harekât durduruluyor ve askerlerimiz geri çekiliyor. İşte bunlar bizim dış politikamızın geçmiş prensipleri ile özleşmiyor. Bunun öncesinde, ABD Türkiye’ye bir öneride bulunuyor ve diyor ki; “Irak’a bir harekât yapacağız sizden de gerekli desteği vermenizi bekliyoruz“. Türkiye’ye 60 bin civarı Amerikan asker getirecekler; bunların bir bölümü 30 bin civarında asker Irak’a geçecek, gerisi Türkiye’de kalacak. Ne kadar kalacakları da belli değil; hava üsleri olacak ve harekâtları olacak. Bunu meclise getirecekler; biz buna 1 Mart’ta karşı çıktık. Çünkü hukuki olarak uygun değildi; zira bir ülkeye askeri müdahale yapabilmek için Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin buna destek vermesi gerekiyor. Siyaseten gerekçe olarak da “Irak’ta kitle imha silahlarının varlığı yüzünden biz bu harekâtı yapıyoruz” dediler. Sonradan yapılan araştırmalarda kitle imha silahlarının olmadığı tespit edildi. Fakat ABD, “Bize gelen istihbaratta göre varmış” diye açıklama yaptı. Hillary Clinton, “Ben eğer bugün bildiklerimi o zaman bilseydim operasyon için oy vermezdim” açıklaması yapmıştır. Hatta “Hayatımın en sıkıntılı kararlarından biri bunun için özür diliyorum” demiştir. Türkiye o dönemde PKK’ya müdahale etmek istediğinde ise, ABD’nin açıklaması; “Biz size belli bir sınıra kadar girmenize izin veririz, fakat şartımız sizin askerlerinizin komutanı Amerikalı bir komutan olacak” şeklindeydi. Türkiye, bunu  kabul etmedi. ABD, o zaman da “PKK size ateş etmeden siz de  ateş etmeyeceksiniz” dedi. Biz kısa süreli geçmişte böyle tarihi olaylar yaşadık. Başkan Barack Obama, ilk dış ziyaretini bizim ülkemize yapmıştır, Türk-ABD dostluğundan bahsetmiştir. Açıklamasında iki tane çok tehlikeli terör örgütü vardır demiştir: El Kaide ve PKK. “Biz El Kaide’yi yenmek için yerinden sökeceğiz ve tahrip edeceğiz. Siz de PKK’yı yenmek için Bağdat’la konuşun, Barzani ile konuşun ve reform yöntemleri yapın” açıklaması yapmıştır. Bizim için verilen kararlara bakın, kendi için verilen kararlara bakın… Donald Trump’ın bugün yaptıkları da geçmişten gelen konulardır…

Başka bir konu; Kardak Harekâtı sırasında Yunanistan Kıbrıslı Rumlarla dayanışma içerisindeydi. Bunlar sonradan Rusya’dan S-300 füzeleri aldılar. Yunanistan bu füzeleri daha sonra Girit’e yerleştirdi. ABD de “NATO üyesi olan bir ülkede bunlar olabilir mi” diye sormadı. Ama şimdi Türkiye’ye söylüyorlar “Nasıl Rusya’dan S-400  alırsınız” diye bize karşı geliyorlar. S-400’ler hikâyesini  aslında 10 yıl önce meclisin gündemine getirdik. Bizim komşu ülkelerimizde saldırı silahı varsa, bizim de savunma silahımızın olması gerekmektedir dedik; çünkü siyasi açıdan bunun önemi çok büyüktür. Milli füze sistemleri kurulması gerektiğini de dile getirdik. O dönemlerde ABD çevrelerinden “İran füzeleri Türkiye için bir tehdittir” açıklaması geldi. Ancak bunlar bizim ülkemize ulaşacak kadar kilometrelik kapasiteye sahip değil, o dönemde de esas hedef İsrail’i korumaktı. İlişkiler gerilince, İran Genelkurmay Başkanı yaptığı açıklamada; “Bir savaş olursa ilk olarak Türkiye hedefimizdedir” dedi. Fakat bizim bu aşamada kendimizi koruma şansımız yok, çünkü öyle bir sistem geliştirmedik. Sonra ihale açalım dediler; Çin, ABD, Rusya ve AB ülkelerini sıralamaya aldılar. Nihayetinde S-400’ler üzerinde anlaştılar. NATO’nun bir savaş sistem şebekesi var. Bize, bu şebeke içerisinde “Rus füzesi çalıştırılamaz” denildi. Oysa Türkiye bu sistemin kurulduğunda NATO üyesiydi. Bizim onayımız olmadan bu sistem kurulamazdı. Çünkü NATO’da bütün kararlar oybirliği içerisinde alınıyor. Daha önemlisi, siz bu sistemleri aldığınız zaman, “koruma ve kontrol sistemi tamamen bizim elimizde olacak mı?” sorusu akıllara gelmekteydi. Yedek parçaları alabilecek miyiz? Bunlar çok önemli konulardır… Bence kendi füzelerimizi üretmemiz gerekir ki kimseye bağımlı kalmayalım.

Bizim dış politikada baştan beri kabul ettiğimiz ilke BM Yasası’nda kabul edilen ilkelerdir. Bütün devletlerin egemenliğine ve toprak bütünlüğüne saygılı olmak zorundasınız. Hiçbir gerekçeyle başka ülkenin topraklarına el koyamazsınız. Bu temel ilke ortadayken, kimse “Suriye’nin topraklarının bir kısmına el koydum” diyemez. BM Yasası’nda kabul edilen bir madde var; “Bir ülke sizin topraklarınıza saldırı yaparsa, bu saldırıyı bertaraf etmek için meşru müdafaa hakkınız var” deniliyor. Ayrıca bir de “sıcak takip hakkı” var. Suriye’de olan olay, bu ülkenin bağımsızlığına ve devlet bütünlüğüne başka ülkeler de taraftar değil. Irak’ın da bütünlüğüne taraftar değillerdir. ABD müdahalesinden sonra Irak’a bir anayasa dayatıldı; bugünkü Irak anayasası diyor ki, kuzeyinde Kürtlere ait bir bölümü vardır ve bu bölümün yasama, yürütme ve yargı erkleri vardır. Hatta askeri bir güç (ordu) kurma yetkisi de vardır; bu durum Irak’ın devlet bütünlüğünü bozmaktadır. Bunun sonucunda referandum düzenleyip 2017’de bağımsızlıklarını ilan ettiler. İkinci bir İsrail gibi olacaktı. Sonuç, şu sıralarda Irak’ta peşmerge güçlerinin sayısı 290 bin kişi olan bir ordusu var. ABD, doğrudan oraya yardım yapıyor. Suriye’ye de yeni bir anayasa dayatıyorlar. Türkiye müdahalesi haklı bir durumdu; çünkü bizim topraklarımıza saldırı söz konusuydu.

Son olarak, F-35’ler ve S-400’ler konusunda bazı sorulması gereken sorular sorulmuyor. Bu füzelerin uçaklarla bağlantısı nedir diye bakılmıyor. Batı basınında ve çevrelerinde “S-400’ler F-35’lerin radar sistemlerini kesiyor olacak ve Amerika’nın güvenliğine zarar verecekler” gibi yorumlar dönüyor. Fakat şu soruyu kimse sormuyor; S-400ler nerede var? Bizim bölgemizde Suriye’de var. Eee Suriye’de S-400’lerin üzerinden F-35’ler uçuyor mu uçuyor… İsrail’in F-35’leri Suriye’de uçuyor. F-35’lerin 4 kategorisi var; en hassası İsrail’in elindekiler. Amerika bir tek İsrail’e veriyor bu hassas modeli. Maalesef bu olaylar diplomaside böyle adlandırılıyor ama bunların içeriği hakkında yorum yapmak zor…

 

Beyza SEVİM

Leave A Response »

Time limit is exhausted. Please reload the CAPTCHA.