AMERİKALI SİYASET BİLİMCİ DR. MATTHEW S. COHEN’LE MÜLAKAT

upa-admin 28 Mayıs 2020 11.676 Okunma 0
AMERİKALI SİYASET BİLİMCİ DR. MATTHEW S. COHEN’LE MÜLAKAT

Lexington/Massachusetts doğumlu olan Amerikalı Siyaset Bilimci Dr. Matthew S. Cohen, lisans eğitimini Brandeis Üniversitesi’nde Politika ve Sosyoloji bölümlerinde çift anadal yaparak tamamlamıştır. Harvard Üniversitesi Hükümet bölümünden yüksek lisans derecesini alan Cohen, yüksek lisans tezini Türkiye-Avrupa Birliği ilişkileri üzerine yazmıştır. Northeastern Üniversitesi Siyaset Bilimi bölümünden 2018 yılı Şubat ayında doktora derecesini alan Cohen, halen Merrimack Koleji’nde Yardımcı Doçent olarak çalışmaktadır. Matthew S. Cohen, ağırlıklı olarak güvenlik politikaları, sibergüvenlik ve Türkiye-İsrail ilişkileri gibi konularda yayın yapmaktadır.

Dr. Matthew S. Cohen

Doç. Dr. Ozan Örmeci: Dr. Matthew merhaba, mülakatımıza koronavirüs (Covid-19) kriziyle ilgili bir soruyla başlamak isterim. Amerika Birleşik Devletleri’nde son durum nedir? ABD Başkanı Donald Trump, hükümetini dünyada en fazla test yapan ülke olmayı başarmaları bağlamında övmesine karşın, toplam ölü ve enfekte olan insan sayısında ABD’nin dünyada ilk sırada olduğu anlaşılıyor. Amerikalılar bu krizi nasıl algılıyorlar ve Amerika’da normalleşme başladı mı?

Dr. Matthew S. Cohen: Dr. Ozan, bana bu fırsatı verdiğiniz için size teşekkür ederim. Mevcut küresel kriz nedeniyle bu sorunuz büyük önem taşıyor. ABD’nin birçok bölgesinde yeni vaka sayıları sabit ya da düşüşte olmasına karşın, başka bazı yerlerde vaka sayıları yüksek seviyede seyretmeye ve hatta artmaya devam ediyor. Kriz başladığı zamandan beri ABD’de işler iyi gitmiyor. Belirttiğiniz üzere, ABD, ölü ve enfekte sayısında dünyada birinci sırada. Başkan Trump’ın iddiasına karşın, test sayısında da dünyada ilk sırada falan değiliz. Daha da beteri, ekonominin çökmesi nedeniyle ülkede Büyük Buhran’dan bu yana en yüksek işsizlik seviyelerine ulaşılmış durumda. Amerika’da birçok insan bu kötü performansın büyük bir liderlik eksikliğinden kaynaklandığını düşünüyor. Bu kişiler, birçok önemli soruna işaret ediyorlar: Başkan Trump, ilk başta virüsün ABD’ye ulaşamayacağını ve bunun o kadar da tehlikeli bir durum olmadığını söyledi, bu süreçte krizle ilgilenmek yerine basınla ve siyasi muhalifleriyle uğraştı, virüsle, nedenleri ve potansiyel tedavi yöntemleriyle ilgili hatalı bilgiler yaydı ve hatta sağlık uzmanlarının tavsiye ettiği maske takmak ve sosyal mesafeyi korumak gibi önerileri bile uygulamayı reddetti.

Buna rağmen, Başkan Trump’ın krizi yönetme tarzından çok memnun olan kişiler ve gruplar da var. Bu kişilere göre, salgını önlemek zaten imkânsızdı ve Trump yapabileceğinin en iyisini yaptı. Bu kişiler, ayrıca, Trump’ın Savunma Yetki Yasası’nı kullanarak endüstriden daha fazla sağlık ekipmanı üretmesi ve aşı çalışmalarını hızlandırması konusunda gösterdiği çabayı da not ediyorlar.

Ancak bunun dışında, -rahatsız edici bir şekilde- ABD’de bu konuda komplo teorilerine inanan kişiler de var. Onlara göre; ölü ve enfekte sayıları Trump’ı başarısız göstermek için abartılıyor, koronavirüsün grip virüsünden bir farkı yok ve bu virüsü Batı’daki insanları öldürmek için Çin üretti ve yaydı. Elbette bunlar yanlış görüşler ve ne mutlu ki çok sayıda insan bu görüşlere inanmıyor. Buna rağmen, evde kalmaya ve işyerlerinin kapatılmasına yönelik yasakları protesto eden grupları da gördük. Bazıları eyalet meclislerine silahlarını bile getirdiler; hatta Michigan’da protestolar ve şiddet tehditleri nedeniyle yasama dönemine ara verildi. Elbette Amerikalıların çoğunluğu risklerin farkında ve hemen normalleşmeyi beklemiyorlar; ancak bu durum Amerika’nın nasıl bir tehlike ve bölünmüşlükle karşı karşıya olduğunu gösteriyor.

Genel tabloya bakıldığında, anketlere göre Amerikalılar Trump yönetiminin koronavirüs krizinde gösterdiği performanstan memnun değiller. Ben de yukarıda saydığım nedenlerden ötürü bu görüşü paylaşıyorum. Ancak ABD’de günümüzde bu konu ve neredeyse her konuda giderek derinleşen bir çatlak ve kutuplaşma söz konusu.

Doç. Dr. Ozan Örmeci: Sizce koronavirüs krizi Kasım ayında yapılacak olan 59. ABD Başkanlık seçimlerini etkiler mi? Seçim konusunda bir erteleme ya da düşük katılım söz konusu olabilir mi? Donald Trump ve Joe Biden’ı kıyasladığınızda, bu konjontürde hangi aday daha şanslı olabilir?

Dr. Matthew S. Cohen: Bu konuda yorum yapmak için erken, ancak koronavirüs krizinin seçime ciddi etki yapacağını zannediyorum. Bir erteleme olacağını düşünmüyorum; bu, anayasaya aykırı bir durum olur. Başkan Trump da buna karşı olduğunu -her ne kadar siyasi görüşlerini sık sık değiştirse de- daha önce açıkladı. Seçime katılım oranını öngörmek ise kolay değil. Koronavirüs salgınına rağmen Wisconsin’daki önseçimlerde katılım oranı çok yüksekti; ancak birçok insanın salgın nedeniyle sandığa gitmek istemeyebileceği bir gerçek. Katılım oranında en kritik konu, posta (mektup) yoluyla oy vermenin kabul edilip edilmeyeceği. Trump buna karşı çıkıyor, Demokratlar ise bunu istiyor.

Kimin kazanacağı konusuna gelirsek; söylediğim gibi birçok Amerikalı Trump’ın koronavirüs krizine yaklaşımından hoşnut değiller, bu durum kazanma şansını azaltıyor. Ayrıca tarihsel deneyim gösteriyor ki, ekonomik durum seçimde en önemli etken. Ekonomi bu şekilde devam ederse, Trump’ın yeniden seçilmesi zorlaşır. Buna karşın, bu etkilerin bile seçimin sonucunu değiştireceğinden emin değilim. Anketler gösteriyor ki, Trump’ın seçmenleri fikirlerini değiştirmiyor ve onu desteklemeye devam ediyorlar.

Şu an için, Trump’ın -2016 seçimlerinde olduğu gibi- toplam oyda açık farkla kaybedip, Seçmen Heyeti sistemiyle kazanabileceğinden şüphe ediyorum. Ancak seçime kadar daha uzunca bir süre var ve bu süreçte yaşanacaklar, özellikle de ekonomideki gelişmeler seçim sonucunda belirleyici olacaktır.

Doç. Dr. Ozan Örmeci:  Umuyorum yakında Türk-Amerikan ilişkileri konulu yeni bir editörlü uluslararası kitap yayınlayacağız. Bu kitap için siz de İsrail’in Türk-Amerikan ilişkilerine etkisi konulu özgün bir kitap-içi bölüm yazdınız. İsrail’in ve İsrail lobisi veya Yahudi lobisinin Türk-Amerikan ilişkilerine etkisini nasıl değerlendirebiliriz? İsrail’le yaşanacak bir normalleşme sizce Türkiye’nin Washington’daki etkisini arttırabilir mi?

Dr. Matthew S. Cohen: Kitap için ben de heyecanlıyım ve editör olarak çabaların için sana teşekkür ediyorum. Türkiye’nin bugüne kadar ABD’de hiçbir zaman güçlü bir lobisi olmamıştır. Yakın geçmişte Türkiye-İsrail ilişkileri bozulana kadar, genelde İsrail yanlısı gruplar Türkiye’nin çıkarlarının Washington’da savunulması konusunda en etkili grup olarak dikkat çekiyorlardı. Türkiye’nin ABD’de çok etkili olamaması Amerika’nın demografisiyle yakından alakalı; ABD’de 7 milyon civarında Yahudi Amerikalı var ve bunların neredeyse tamamı ABD-İsrail ilişkilerinin güçlü olmasını istiyorlar. Buna karşın, Türk kökenli Amerikalıların sayısı yalnızca 500.000 civarında. Ayrıca bir de ABD’de çok etkili olan Evanjelist Hıristiyan gruplar var ve onlar da İsrail’e çok güçlü destek veriyorlar.

İsrail yanlısı grupların Türkiye’ye destek vermelerinin sebebi, Türkiye’nin İsrail’le ilişkileri olan az sayıda Müslüman ülkeden biri olmasıydı. Bu gruplar, Türkiye’nin askeri ve diğer alanlarda teknolojik gelişmeleri takip etmesine ve Türkiye karşıtı yasa tasarılarının reddedilmesine yardımcı oldular. Ancak şimdilerde durum böyle değil; Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Başbakan olarak görev yaparken İsrail’le ilişkileri bozmasından sonra, Amerikalı yasa-yapıcıların Türkiye’ye bakışı da değişti. Bunun birkaç önemli sebebi var. Ancak sorunuzla alakalı olarak iki önemli ve birbiriyle alakalı konu var. İlk olarak, Türkiye’nin kendi çıkarlarını koruyan bir lobiyi  (İsrail lobisi veya Yahudi lobisi) kaybetmesi ve bu nedenle çıkarlarını eskisi gibi koruyamaması. İkinci olarak ise, Türkiye’nin İsrail’le geçmişte olduğu gibi yakın çalışmayı reddetmesi, Amerikalı yasa-yapıcıların gözünde Türkiye’nin Amerikan çıkarlarına da karşı olduğu algısı yarattı.

Ben, bu üç devletin (ABD, İsrail ve Türkiye) kendi çıkarlarına uygun şekilde ilişkilerini geliştirebileceklerini umut ediyorum. Bunun -kitaptaki bölümümde yazdığım gibi- hem bu devletlere, hem de tüm dünyaya faydalı olacağını düşünüyorum. Türkiye için en önemli kazanç ABD’de yeniden lobi gücü kazanmak olacaktır. Türkiye-İsrail normalleşmesi gerçekleşirse, ben, en fazla birkaç sene içerisinde İsrail lobisinin yeniden Türkiye’yi savunmaya başlayacağını düşünüyorum. Türkiye ve İsrail hiçbir zaman müttefik olmadılar; şimdi de olmak zorunda değiller. Normalleşme için, ilişkilerin Erdoğan ilişkileri kesmeden önceki haline gelmesi yeterli. Ancak asıl mesele, bu üç devlette bu konuda istek ve irade olup olmadığıdır. Şu an için, her üç ülkedeki liderde de bu istek ve iradeyi göremiyorum.

Doç. Dr. Ozan Örmeci: Türkiye demokrasisi ABD’de nasıl algılanıyor? Sizce Türk tipi Başkanlık sistemine ABD’de bir muhalefet mi söz konusu?

Dr. Matthew S. Cohen: ABD’nin dünyadaki gelişmiş demokrasiler arasında Başkanlık sistemi uygulayan bir devlet olduğu da düşünülürse, bu soru oldukça anlamlı hale geliyor. Amerikan yasa-yapıcıları için -doğru olsun veya olmasın- Türkiye demokrasisinin kalitesi her zaman şüpheli bir konu olmuştur. Başkanlık sistemine geçilmesiyle bu konudaki algılar daha da pekişti. Birçok kişi, yeni geçilen Başkanlık sistemini Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın denge ve fren mekanizmalarını aşmak için uyguladığı bir yöntem olarak algılıyor. Erdoğan’ın Cumhurbaşkanı olduktan sonra bir daha Başbakan adayı olamayacağı için oyunun kurallarını değiştirdiği düşünülüyor. Rusya’daki Vladimir Putin örneğine benzer şekilde, Erdoğan’ın istediği sürece iktidarda kalmak istediği ve bunun için sistem değişiklikleri yaptığından endişe ediliyor. Bunun yanında, bunu destekleyen ya da önemsemeyen yasa-yapıcılar da var. Örneğin, Başkan Trump, bu konuyu önemsemiyor ve seçim zaferi sonrasında da Erdoğan’ı tebrik etmişti. Kitaptaki bölümümde de belirttiğim gibi, Erdoğan ile Trump’ın birçok ortak özellikleri var ve bu nedenle birbirlerine kişisel destek vermeleri şaşırtıcı değil. Bunun yanı sıra, hem ABD, hem de Türkiye’de son 10 yılda milliyetçilik ve popülizmde kayda değer bir artış yaşandı. Bu durum şimdilerde dünyada da trend haline gelmeye başladı; uluslararasılık ve geleneksel liberal değerlerden uzaklaşan ülkeler, giderek daha fazla merkezileşmiş yönetimlere ve dış politikada da içe kapanmaya yöneliyorlar.

Doç. Dr. Ozan Örmeci: Özellikle Türk-Amerikan ilişkileri konusunda ABD’de etkili olan Türk akademisyen ve uzmanları sayabilir misiniz?

Dr. Matthew S. Cohen: Türkiye, ABD ve diğer ülkelerde ABD’deki Türkiye algısına katkıda bulunan ve böylelikle Türk-Amerikan ilişkilerine yön verebilen birçok değerli akademisyen ve uzman var. Gerçekten o kadar çok önemli isim var ki, ben, hem Türk-Amerikan ilişkilerine katkıları, hem de bana katkıları anlamında değer verdiğim birkaç isim üzerinde durmak istiyorum. Bu, burada saydığım isimlerin hepsiyle her konuda anlaştığım anlamına gelmiyor; ancak Türkiye hakkındaki algılarım ve görüşlerimin oluşmasına katkıda bulunan isimler olarak bu kişileri belirtiyorum.

ABD’deki iki çok önemli ve etkili uzman, Washington Yakın Doğu Araştırmaları Enstitüsü’nde çalışan Soner Çağaptay ve Mehmet Özkan. Her ikisi de Türkiye hakkındaki birçok konuda ve Türk-Amerikan ilişkileri hakkında önemli çalışmalar yaptılar. ABD’deki uzmanlar, bu iki kişinin çalışmalarını ciddiye alıyorlar. Koç Üniversitesi’nden Ali Çarkoğlu’nun çalışmaları da oldukça önemli. Dr. Örmeci, sizin de çalışmalarınızın giderek önem kazandığını ve bunun daha da artacağını düşünüyorum!

Burada Ahmet Davutoğlu’nu da belirtmek de gerekir. Siyasete girmeden önce, Davutoğlu bir akademisyendi. Davutoğlu’nun çalışmaları Türkiye ile ilgilenen Amerikalılar tarafından yaygın olarak çalışılıyor. Türk-Amerikan ilişkileri konusuna özel olarak odaklanmasa da, Davutoğlu’nun Türkiye siyaseti, kültürü ve dış politikası hakkındaki görüşleri ve bunları uygulamaya dökme şansı yakalaması birçok Siyaset Bilimci için bir rüya olsa gerek!

Benim Türkiye hakkında okuduğum ilk kitabın yazarı ise Şerif Mardin’di; ne yazık ki 2017’de vefat etti. Aslında bir Siyaset Bilimci değil, Sosyolog olmasına karşın, onun eserlerine sıklıkla referans verdim. Onun kitapları ve görüşleri benim Türkiye’ye yönelik ilgimi arttırdı. Cemal Kafadar’dan bahsetmeden de geçemeyeceğim. Aslen Osmanlı İmparatorluğu uzmanı olmasına karşın, Kafadar’ın verdiği dersler ebedi nitelikte. Kendisi benim yüksek lisans tezimi denetlemişti ve bunun için ona minnettarım.

Burada saydığım isimler dışında da elbette birçok önemli isim mevcut. Ancak bu kişilere benim gelişimim açısından özel bir minnet duyuyorum.

Ayrıca bana zaman ayırdığınız için teşekkür ediyor ve gelecekte yeni projelerde birlikte çalışmayı umuyorum.

Doç. Dr. Ozan Örmeci: Dr. Matthew, ben de size teşekkür ediyor ve çalışmalarınızda başarılar diliyorum.

 

Tarih: 27.05.2020

 

 

 

 

Leave A Response »

Time limit is exhausted. Please reload the CAPTCHA.