ALMANYA’NIN ORTADOĞU VE KUZEY AFRİKA POLİTİKASI

upa-admin 08 Eylül 2023 968 Okunma 0
ALMANYA’NIN ORTADOĞU VE KUZEY AFRİKA POLİTİKASI

Giriş

Bu yazıda, Almanya dış politikasını doğru anlayabilmek ve bütüncül bir perspektif ortaya koyabilmek adına, Almanya’nın Ortadoğu ve Kuzey Afrika politikası analiz edilecektir. Bu kapsamda, “Giriş” bölümünün ardından, ilk olarak, Almanya’nın siyasi birliğini sağlaması sonrasında Birinci ve İkinci Dünya Savaşı dönemlerinde Ortadoğu ve Kuzey Afrika bölgesine yönelik politikaları tarihsel perspektiften özetlenecektir. Daha sonraki bölümde, Almanya’nın günümüzde Ortadoğu ve Kuzey Afrika bölgelerindeki önemli ülkelerle olan ilişkileri mercek altına alınacaktır. Son bölümde ise, Almanya’nın bu bölgeye yönelik kritik konularda (İsrail-Filistin Sorunu, İran nükleer programı ve Kürt Sorunu) aldığı siyasi pozisyonlar değerlendirilecektir. Araştırma, bulguların özetlendiği “Sonuç” bölümüyle tamamlanacaktır.

Tarihsel Süreç

Prusya’nın 1870’lerin başında siyasi birliği sağlayarak Almanya olarak bilinen merkezi devleti oluşturmasına kadar geçen tarihsel süreçte, Almanya’nın öncülü olan devletlerin Ortadoğu ve Kuzey Afrika coğrafyaları ile ilişkileri son derece sınırlı kalmıştır. Bunun sebebi, Almanların daha çok iç siyasi meselelerle, Avrupa siyasetiyle (Fransa, Avusturya, İspanya, İngiltere ile ilişkiler vs.) ve Rusya ile ilişkilerle hemhal olmasıdır. Uzun asırlar boyunca, Almanya öncülü devletlerin Ortadoğu ile tek ilişki noktaları aslına bakılırsa Türklerin kurduğu cihan imparatorluğu Osmanlı Devleti olmuştur. Prusya ile Osmanlı’nın ilk diplomatik ilişkileri ise Brandenburg Elektörü Friedrich Wilhelm’in 1701 yılında Berlin merkezli Prusya Krallığı’nı kurmasının ardından Osmanlı ile diplomatik ilişkileri tesis etmesiyle başlamıştır.[1]

Büyük Friedrich

Almanya’nın Ortadoğu bağlantısı anlamında ilk önemli dönüm noktası Prusya Kralı II. Friedrich veya Büyük Friedrich (Friedrich der Große) döneminde, Yedi Yıl Savaşı (1756-1763) döneminde Prusya ile Osmanlı İmparatorluğu’nun müttefiklik ilişkisi içerisine girmeleridir.[2] Bu yıllarda, İstanbul’daki Bab-ı Ali yönetimi, II. Friedrich’in Avusturya, Fransa ve Rusya karşısında kazandığı başarıları takdirle karşılamış ve Osmanlı yönetimi, Avusturya, Fransa ve Rusya’nın tepkisinden çekinerek Prusya ile doğrudan ittifak yapmasa da, 1761 yılında Prusya ile kapitülasyon hükümleri taşıyan bir dostluk antlaşması imzalamıştır.[3] Bu ilk dönem ilişkilerin kurulmasında etkili olan kişi ise Prusya elçisi Karl Adolf Von Rexin’dir. Rexin’in bu müttefiklik ilişkilerinin kurulmasındaki işlevsel rolü, kapsamlı araştırmalara da konu olmuştur.[4]

1774’te Kırım’ın kaybından sonra ise, artan Rus tehdidi karşısında, Osmanlı, Almanya’nın öncüsü Prusya’dan askeri yardım sağlama yoluna gitmiş ve bu kapsamda iki devlet arasında 1790’da imzalanan ittifakla, Prusya, Osmanlı Avrupa’sında Rusya ve Avusturya’ya karşı savaşa girmeyi kabul ederken, Osmanlı da Prusya’ya Akdeniz’de dost kabul ettiği ülkelere sağladığı imtiyazları sağlama ve Avusturya ve Rusya karşısında toprak anlaşmazlıklarında Prusya’yı destekleme taahhüdünde bulunmuştur.[5] Ancak bu ittifak daha çok kağıt üzerinde kalmış ve Prusya, Osmanlı için savaşa girmeyeceğini ortaya koymuştur. Albayrak’tan alıntılamak gerekirse; 1798’de Prusyalı Albay Von Goetze, Sultan III. Selim’in isteği üzerine İstanbul’a gelerek Osmanlı ordu birliklerini denetlemişse de, bu durum ikili ilişkilerde istenen ilerlemeyi sağlamamış, hatta Napolyon’un 1806’da Prusya’yı işgal etmesi üzerine de 1807 yılında Prusya’nın İstanbul elçiliği kapanmıştır.[6] 1820’lerde ve 1830’larda ise, artık neredeyse tüm diğer Avrupalı devletlerle (İngiltere, Fransa, Rusya) ile ilişkileri çatışma noktasına gelen ve Navarin’de donanması yakılan Osmanlı İmparatorluğu, Yunanistan’ın bağımsızlığına tüm büyük güçlerin destek vermesi ve Fransa’nın Cezayir’i işgali gibi gelişmeler karşısında Prusya ile doğal müttefiklik çizgisine gelmiştir. Bu dönemde Osmanlı’nın modern ordu kurmasına destek olmak amacıyla ileride Genelkurmay Başkanı olacak Helmuth Karl Bernhard von Moltke’nin[7] Türkiye’ye gelmesi (1835-1839) önemli bir tarihsel olaydır. Ancak Moltke’nin Mısır Valisi Kavalalı Mehmet Ali Paşa’nın isyanının bastırılmasında faydaları olsa da, ikili ilişkiler bu yıllarda da cılız kalmıştır.[8] Hatta 1761 tarihli antlaşmanın 1790’da 50 yıllığına uzatılmasına ve Prusya’nın Osmanlı ile ekonomik ilişkilerini tüm Alman Gümrük Birliği-Zollverein üyesi Alman Prenslikleri adına yürütmesine izin verilse de[9], Osmanlı pazarında Alman tüccarlar diğer Avrupalıların gerisinde kalmışlardır.

Colmar von der Goltz (Goltz Paşa)

Ancak zaman içerisinde, Bismarck-I. Wilhelm döneminde siyasal birliğini sağlayan Almanya, Osmanlı ile en yakın müttefik haline gelecektir. Bunun temel sebebi ise, diğer büyük güçlerin Osmanlı’ya “Şark Meselesi” bağlamında olumsuz yaklaşması ve hatta “Avrupa’nın hasta adamı” denilen Osmanlı’yı paylaşma planları yapmaları, bunun tam zıttı şekilde müttefik ve koloni arayışında olan Almanya’nın ise İstanbul’a dostane yaklaşması vardır. Alman militarizminin başarısı ve Osmanlı Ordusu’nu modernize etme konusundaki sıcak yaklaşımı da bunda etkili olmuş ve önce Albay von Kaehler, sonra da Binbaşı Colmar von der Goltz’un (nam-ı diğer “Goltz Paşa”) çabalarıyla Osmanlı Ordusu ciddi bir atılım sürecine girmiştir. Bu yıllarda Osmanlı’nın Almanya’dan silah alımları da hızla artmıştır. Yıldız Sarayı’nda Sultan II. Abdülhamid’in huzuruna çıktıktan sonra görev yapmaya başlayan Goltz Paşa, 1883-1895 yılları arasında Osmanlı askerî okullarında müfettişlik vazifesinde bulunmuş ve Berlin Harp Akademisi’ni örnek alarak oluşturduğu yeni askeri eğitim sistemiyle öğrenciler tarafından muazzam sevilerek Osmanlı’daki Alman hayranlığının zirve noktasına çıkmasına vesile olmuştur.[10] Osmanlı Ordusu’nun kısa sürede Birinci Dünya Savaşı’nda İngiltere gibi dönemin süper gücüyle rekabet edebilecek seviyeye gelmesi, bu dönemde yapılan askeri modernizasyonun başarısız olmadığına dair bir argüman olarak öne sürülebilir.

Sultan II. Abdülhamid döneminde başlayan Osmanlı-Alman yakınlaşması, İttihat ve Terakki iktidarı döneminde de artarak sürecek ve Osmanlı’daki Alman nüfuzu da giderek artacaktır. Osmanlı-Türk dış politikası hakkında detaylı bir çalışmaya imza atan William Hale, Sultan II. Abdülhamid döneminde uygulanan denge politikasının üç unsurunu; (1) Panslavizm ve Balkanlar’da Rus etkisine karşı Avusturya-Macaristan’ın İstanbul’a verdiği destek, (2) Boğazların İngilizlerin veya Rusya’nın kontrolüne geçmesini önlemek adına diğer büyük güçlerin (Almanya, Avusturya-Macaristan, Fransa) Osmanlı’ya sağladığı destek ve (3) Britanya (İngiltere) ile Fransa’nın Ortadoğu’da artan nüfuzlarına karşı kendisinin bölgede etkisinin artmasını isteyen Almanya’nın Bab-ı Ali’ye sunduğu stratejik destek olarak işaret eder.[11] Bunlara bir de Osmanlı’nın akılcı bir şekilde çeşitli ekonomik altyapı hamleleri ve imtiyazlarını Batılı devletler arasında bir yarışmaya dönüştürmesi politikası eklenebilir ki, bu sayede, “Avrupa’nın hasta adamı”, tüm bir 19. yüzyıl boyunca ayakta kalmış, hatta Birinci Dünya Savaşı’na katılmasa belki de “devlet-i ebed müddet” tabirinin hakkını verircesine hiç yıkılmayabilecektir.

Bağdat Demiryolu projesi haritası

Bu kapsamda en önemli konu ise kuşkusuz Bağdat Demiryolu projesidir (Chemins du Fer Impérial Ottomans de Bagdad). İngiliz ve Fransızların da almak için uğraştığı bu büyük altyapı hamlesi, dindar bir Müslüman olan ve kendisini tüm Müslümanların temsilcisi olarak gören Halife Sultan II. Abdülhamid’in İstanbul’u Medine ile bağlayacak olması sebebiyle yürekten desteklediği bir girişim olup, sonuçta silâh satışları sebebiyle Osmanlılarla yakın ilişkiler içerisinde bulunan Wüttenberglsche Vereinsbank Müdürü Alfred von Kaulla’ya verilmiş ve bir anlamda Almanya himayesinde gerçekleştirilmiştir.[12] Bu durum İngilizler ve Fransızları hiç memnun etmezken, Osmanlı üzerinde artan Alman nüfuzundan rahatsız olan diğer büyük güçler, yakın bir gelecekte Osmanlı’nın paylaşımına karar getirecek ve Birinci Dünya Savaşı da buna uygun koşulları oluşturacaktır. Bu dönemde Osmanlı’nın imtiyaz dağıtma politikası bağlamında Almanlara verdiği bir diğer proje de Deutsche Bank ve ortaklarının üstlendiği İzmit-Ankara Demiryolu İmtiyazı olmuştur.

Birinci Dünya Savaşı’na girerken Almanya’nın Afrika’daki bazı kolonileri[13]

Bu yıllarda Almanya’da ise Bismarck ve I. Wilhelm dönemindeki dengeci ve ihtiyatlı dış politikadan sapılarak, daha genç ve atılgan bir yönetici olan Kayzer II. Wilhelm önderliğinde İngiltere ve Fransa’ya kafa tutan daha atak bir dış politikaya yönelindiği görülmektedir. Nitekim Almanya, bu yıllardan itibaren kendisi de bir büyük güç olmaya yönelmiştir. Bu durumu sonradan Başbakan da olacak dönemin Dışişleri Bakanı Bernhard von Bülow, “dünyanın hakemi (arbiter mundi) olmak” kavramıyla ifade edecektir.[14] Nitekim 1884-1885 Berlin Konferansı ile Bismarck’ın çekincelerine rağmen başlayan Almanya’nın da “Afrika Talanı” (Scramble for Africa) politikalarına ve koloniciliğe eklemlenme süreci, kısa sürede Almanya’yı da İngiltere ve Fransa gibi etkili bir kolonici (kolonyal) İmparatorluk haline getirecektir. Bu 30 yıllık dönemde Almanya’nın koloni haline getirdiği topraklar ise şunlardır; Afrika’da Namibya, Ruanda, Burundi, Tanzanya, Togo ve Kamerun, Okyanusya kıtası civarında Yeni Gine, Samoa ve Mikronezya Adaları ve Asya’da Çin’de Qing Hanedanı’ndan kiralanan ve sonra koloni haline getirilen Kiautschou bölgesi.[15] Almanya’nın koloniciliği aslında 30 yıl gibi kısa bir zamanda (1884-1914) etkili olsa da, özellikle Namibya’daki Herero (Harare) ve Nama katliamları veya soykırımı gibi çok ciddi olumsuz bir tarihsel mirasa da yol açmıştır.[16] Günümüzde, Almanya, bu dönemle ilgili olarak çeşitli politikalar geliştirmekte ve tarihsel sorumluluğunu kabul etmektedir. Hatta kısa süre önce, Berlin, soykırımı resmi olarak da kabul etmiştir.[17] Fakat bu döneme dair genel bir saptama yapmak gerekirse, Namibya felaketlerinin yanı sıra, Bismarck’ın denge politikası olmadan İngiltere, Fransa ve Rusya’nın Almanya’ya olan husumetlerinin bu dönemde daha da derinleştiği ve Avrupa’yı büyük savaşa sürükleyecek ortamın oluştuğu söylenmelidir. Yani bir tarafta statükodan memnun olan İngiltere, Fransa ve Rusya gibi geleneksel güçler, diğer tarafta güçlenmek isteyen Almanya ile ayakta kalmaya çalışan iki köklü İmparatorluk Osmanlı ile Avusturya-Macaristan.

Kayzer II. Wilhelm İstanbul’da (1917)

Koloni imparatorluğunun deneyiminin yanı sıra Birinci Dünya Savaşı’nda bazı cephelerde çarpışarak Ortadoğu’yu daha iyi öğrenen Almanya’ya, bu dönemden başlayarak, bölgedeki Müslüman gruplarca sempatiyle yaklaşılması da ilginç ve önemli bir tarihsel husustur. Bunun temel sebebi ise, bölgedeki İngiltere ve Fransa etkisinden rahatsız olan devletlerin Almanya’yı kurtarıcı olarak görmeleri (Türklerin vatan şairi ve İstiklâl Marşı’nın yazarı Mehmet Akif Ersoy bile bu dönemde Almanları öven şiirler yazmış ve Almanya’da bulunmuştur), Hilafeti temsil eden Osmanlı İmparatorluğu’ndaki tüm güç merkezlerinin (Padişah ve İttihatçı yönetim) Alman yanlısı olmaları ve Alman militarizmi ve silah teknolojisine duyulan güvenin İslam dünyasında efsaneleşmesidir. Şu da unutulmamalıdır ki, Kayzer II. Wilhelm, 1889, 1898 ve 1917 senelerinde Osmanlı İmparatorluğu’nu üç farklı defa ziyaret etmiş ve Türk-Alman dostluğuna dair önemli bir tarihsel miras bırakmıştır.[18] Bu dönemde Almanya ve Osmanlı/Türkiye’nin dış politika ve kaderleri adeta birleşmiş gibidir: zira Almanya’da II. Wilhelm’in Bismarck’ın denge politikasını altüst eden atak dış politikasına benzer şekilde, İttihatçı triumvira yönetimi de (Talat-Enver-Cemal Paşalar), II. Abdülhamid’in denge politikasını rafa kaldırarak, Osmanlı’yı Almanya’nın yanında savaş sokacak politikalara yönelmişlerdir.

Fakat neticede Birinci Dünya Savaşı’nda iki devlet de yenilmiş ve ağır antlaşmalara imza atmak zorunda bırakılmış; Türkiye, Mustafa Kemal Atatürk önderliğinde yeni ve sınırları daha dar bir ulus-devleti Millî Mücadele vererek elde etmişse de, Almanya’da Weimar Cumhuriyeti’nde büyük ekonomik ve siyasi sorunlar yaşanmış ve Alman halkının öfkesi zaman içerisinde büyük bir askeri diktatörlüğün oluşmasına neden olmuştur. Yani Türkler “Sevr sendromu”nu Kurtuluş Savaşı vererek aşmış, ancak Almanya’daki “Versay sendromu”nun aşılamaması, Avrupa ve dünyayı tarihin en kanlı savaşına (İkinci Dünya Savaşı) sürüklemiştir.

Bu mirasın üzerine oturan Naziler döneminde ise, Arap dünyasında Almanya’ya gösterilen ilgi ve alaka daha da artmıştır. Bunun sebeplerine bakılacak olursa; bölgede Irak, Suriye ve Filistin gibi ülkelerde mandater veya kolonyal yönetimler kuran İngiltere ve Fransa’nın aksine Almanya’nın bölge ülkelerinin bağımsızlığını desteklemesi ve İngiltere ve Fransa’ya meydan okuması temel sebepler olarak sıralanabilir.[19] Ancak Nicosia’nın da belirttiği üzere, o dönem Arap liderlerin çok azı Nazilerin anti-Semitik düşünce sistemlerinde Yahudiler gibi Arapların da aşağı ırk kabul edildiklerinin idrakindedirler.[20] İsrail Başbakanı Benyamin Netanyahu ise, kısa bir süre önce o yıllarda Adolf Hitler ve Nazilere Yahudi soykırımı konusunda akıl veren kişinin Kudüs Müftüsü Hacı Emin el Hüseyni olduğunu iddia etmiştir.[21] Tartışmalı bu iddianın yanı sıra, Arap milliyetçilerinin Nazilere ideolojik yakınlıkları da oldukça tartışmalı bir konudur; zira mantık gereği, Arapların kendilerini aşağı ırk olarak gören Nazileri desteklemesi pek akla yatkın bir durum değildir. Ancak bu dönemde gerek İngiliz ve Fransız emperyalizmine meydan okuması, gerekse de anti-elitist ırkçı düşüncesiyle, Hitler ve Nazilerin Arap dünyasında da, Batı dünyasında da ciddi destekçilerinin oluştuğu bir sır değildir.

Çöl Tilkisi Mareşal Erwin Rommel Kuzey Afrika’da (1942)

Almanya’nın İkinci Dünya Savaşı’nda Ortadoğu ve Kuzey Afrika’daki varlığına dair ilginç bir hikâye ise “Çöl Tilkisi” (Wüstenfuchs) lakaplı Alman Mareşal Erwin Rommel’in Kuzey Afrika cephesinde liderlik ettiği Alman Afrika Kolordusu (Deutsches Afrikakorps) ile İngiliz Ordusu’na karşı gösterdiği beklenmedik üstün performans olmuştur. Libya ve Tunus’ta askerî açıdan daha dar imkânlara rağmen büyük başarılar kazanan ve İngilizleri şaşırtmak için yaptığı ışık oyunlarıyla askerlik tarihine yeni taktikler eklemeyi başaran Rommel, Üçüncü Reich’ın ömrünü uzatsa da, 1943 yılı ortalarında Alman Afrika Kolordusu lağvedilecek, Rommel de ilerleyen dönemde Hitler’e yönelik bir suikast komplosuna adı karıştığı gerekçesiyle tutuklanmaya kalkılınca intihar edecektir. Günümüzde daha çok bir “ticaret devleti” olan ve askerî açıdan ön plana çıkmak istemeyen Almanya’nın Ortadoğu ve Kuzey Afrika tarihinde, Rommel, istisnai bir başarı olarak halen bile Alman kolektif hafızasında önemli bir figürdür. Ayrıca Rommel’in Nazi Partisi ile bağları da halen tartışmalı bir konu olup, birçok tarihçi onun Nazi olmadığını vurgulamaktadır. İngiliz eski Başbakanı Winston Churchill bile Rommel’i büyük bir asker olarak övmüş ve İngiliz Avam Kamarası’nda yaptığı bir konuşmada onun Nazi olmadığını söylemiştir.[22]

Almanya’nın Ortadoğu ve Kuzey Afrika politikasına yönelik bu tarihsel miras değerlendirildiğinde, Berlin’in politikaları açısından günümüze benzer şekilde en önemli ülkenin Türkiye (Osmanlı) olduğu, Almanya’nın bölgeye yönelik politikalarını bu ülke üzerinden şekillendirdiği ve Osmanlı’nın son dönemlerinde gerek Sultan II. Abdülhamid, gerekse de Enver Paşa gibi İttihatçı önderlerle kurulan yakın dostluk sayesinde Almanya’nın bölgede önemli bir nüfuz elde ettiği görülmektedir. Ancak Almanya’nın genel olarak Ortadoğu ve Kuzey Afrika bölgesine Türkler, İngilizler ve Fransızlar gibi güçlere kıyasla yabancı bir aktör olduğu ve Alman kolonilerinin de daha çok Afrika ve Okyanusya’da olduğu belirtilmelidir.

Günümüzde Almanya’nın Ortadoğu ve Kuzey Afrika Ülkeleriyle İlişkileri

Almanya’nın dış politikadaki temel ilkelerini değerlendiren yazımda[23] Berlin’in şu önceliklerine vurgu yapmıştım: (1) insan haklarının korunması, (2) Avrupa bütünleşmesi, (3) Atlantik ötesi/Transatlantik ortaklık, (4) dış politikanın diğer ülkelerle barışçıl ve ticarete dayalı ilişkiler geliştirmek için olumlu yönde kullanılması, (5) yeni güç merkezleri ile ilişkilerin yoğunlaştırılması, (6) küreselleşmenin düzenlenmesi ve (7) İsrail’le güvenliğine ilişkin politikalar geliştirilmesi. Bu ilkelerden de özellikle insan haklarının korunması, Avrupa bütünleşmesinde öncü rol oynanması, ABD ile Transatlantik ittifakının sürdürülmesi ve dış politikanın diğer ülkelerle barışçıl ve ticarete dayalı ilişkiler geliştirmek için olumlu yönde kullanılması yaklaşımlarının Alman dış politikasına yön veren temel unsurlar olduğundan söz etmiştim.

Almanya’nın Ortadoğu ve Kuzey Afrika bölgesine yönelik günümüzdeki politikaları, birçok Batılı devlet gibi genelde şu ikilemle karşılaşılan bir alandır: bir tarafta savunulan insan hakları, demokrasi ve hukuk devleti gibi temel değerler -ki bu değerlerin Almanya dış politikasındaki merkezi konumunu vurgulamıştım-, diğer tarafta ise ekonomik menfaatler.[24] Almanya için bu ikilemde genelde ilkeler ağır basmaktadır. Bu anlamda, Almanya, dış politikasında Realizm yerine İdealizm esasları daha önde olan bir devlettir. Bunun temel sebebi ise, Almanya’nın reelpolitik geleneğin kendisini savurabileceği uç noktaları İkinci Dünya Savaşı döneminde acı tecrübelerle deneyimlemiş olmasıdır. Bu bağlamda, Berlin, bölgeye yönelik daha pratik politikalar geliştirerek kendisinden daha fazla menfaat elde etmeyi başaran ABD, Birleşik Krallık (İngiltere) ve Fransa gibi ülkelerin ardında kalmayı çok da kendisine dert etmemektedir. Zira anti-demokratik rejimlerle kurulan müttefiklik ilişkileri daima kırılgandır; bunun güncel örnekleri ise, Gerhard Schröder döneminde zirveye ulaşan Alman-Rus enerji iş birliğinin Ukrayna işgali nedeniyle rafa kaldırılması ve büyük paralar harcanan Kuzey Akım-2 projesinin iptal edilmesi ve Suudi Arabistan’da Veliaht Prens Muhammed bin Salman döneminde başlayan ve uluslararası kamuoyuna umut veren reform sürecinin muhalif gazeteci Cemal Kaşıkçı cinayeti nedeniyle aksamasıdır.

Almanya, yeniden birleşmesinin ardından, kısıtlı askeri gücünü de dikkate alarak, daha çok ticari menfaatleri doğrultusunda hareket eden ve bunları korumaya çalışan bir “jeoekonomik uluslararası aktör” olagelmiştir.[25] Almanya’nın Ortadoğu coğrafyasında el yükseltmesi ve yüksek profilli bir oyuncu haline gelmesi ise yine Alman dış politikasındaki birçok başarı gibi Avrupa Birliği (AB) sayesinde olmuştur. Öyle ki, 1995 yılında Barcelona Süreci adı verilen girişim sonucunda Almanya da dâhil olmak üzere 15 AB ülkesi ile içlerinde Mısır, Suriye ve İsrail gibi devletlerin bulunduğu 12 Akdeniz ülkesi arasında Avrupa-Akdeniz Ortaklığı Antlaşması’nın imzalanması, Berlin’i yıllar sonra yeniden Ortadoğu denklemine dahil etmiştir.[26] Bu bağlamda, Sayın’a göre, o güne kadar kendisine özgü ciddi bir Ortadoğu politikası olmayan Almanya, bu eksikliğini AB sayesinde gidermiş[27] ve bölge ülkeleriyle yaşadığı demokrasi ve insan hakları temelli sorunlara karşın, ekonomik menfaatleri doğrultusunda yapıcı bir politika geliştirmeye çalışmıştır. Almanya’nın bölgedeki avantajı ise, İsrail’le yakın ilişkilerine karşın, İngiltere ve Fransa gibi bölgede kolonici bir geçmişinin olmamasının etkisiyle, bölge ülkelerinin halkları nezdinde müspet bir imaja sahip olmasıdır.[28] Bu anlamda, Küçükkeleş, Almanya’nın bölgeye yönelik politikasını “ekonomik girişkenlik” ve “askeri çekingenlik” şeklinde iki temel kavram etrafında analiz etmiş ve bölgedeki Alman sempatisine işaret etmiştir.[29]

Almanya’nın bölgeye yönelik politikasını değerlendiren Alman Bilim ve Politika Vakfı-SWP’den Guido Steinberg’e göre, Berlin’in günümüzdeki temel hedefleri 3 başlıkta özetlenebilir; (1) bölgede nükleer silahların yayılmasını önlemek, (2) yeni mülteci akınlarının önünü almak için mümkün olduğunca istikrarı sağlamak ve (3) terörle etkin mücadele etmek.[30] Alman Dış Politika Topluluğu-DGAP’dan Ortadoğu uzmanı Kerstin Müller ise, Berlin’in Arap dünyasına yönelik “daha tutarlı bir dış politika izlemesi” gerektiğini belirterek, bilhassa Yemen Savaşı’na dahil olmasına rağmen Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) ile yapılan silah anlaşmalarına dikkat çekmektedir.[31] Nitekim Angela Merkel hükümetinin son döneminde, Berlin, 2020 yılında Yemen veya Libya’daki çatışmalara karışan ülkeler de dahil olmak üzere toplam 1,16 milyar avroluk silah ihracatını  onaylamış; bu kapsamda Mısır’a 752 milyon, Katar’a 305,1 milyon, BAE’ye 51,3 milyon, Kuveyt’e 23,4 milyon, Türkiye’ye 22,9 milyon, Ürdün’e 1,7 milyon ve Bahreyn’e de 1,5 milyon avro tutarında silah ve teçhizat satılmasına izin verilmiştir.[32]

Özellikle Arap Baharı veya Arap Devrimleri adı verilen sürecin ardından, Almanya’nın İngilizce “MENA” (Middle East and North Africa) adı verilen Ortadoğu ve Kuzey Afrika bölgesine yönelik ilgisi ve ayırdığı kaynaklar artmıştır. Bu görüşe dair temel dayanaklar ise; bölgede yaşanan büyük insani krizler nedeniyle Almanya’nın 2011 yılında 750 milyon avro düzeyinde olan bölgeye yönelik yardımını 2017 yılı itibariyle 3,6 milyar avroya yükseltmesi ve 2015 yılı sonundan beri özellikle Suriye’den yüz binlerce sığınmayı ülkesine kabul etmesidir.[33] Ancak Furness’in de belirttiği üzere, bu artan ilgi ve politika setine karşılık, bölgede Almanya’nın çıkarları ve amaçlarının ne olduğu başta olmak üzere birçok konuda belirsizlik sürmektedir.[34] Bunun temel sebebi de, Almanya’nın Birleşmiş Milletler (BM) Güvenlik Konseyi’nin daimi üyesi olan 5 devlet kadar bu meselelerde tecrübeli ve etkili olmamasıdır. Bu manada, Almanya, MENA bölgesinde etkili bir siyasal aktörden çok bir donör (para veren) durumundadır. Ancak Avrupa Birliği’nin yükselen profili neticesinde, Almanya da son yıllarda bölgede daha etkili bir aktör haline gelmeye başlamıştır.

Almanya Federal Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Bakanlığı’nın (BMZ) 2008 yılında yayınladığı bir rapor, Berlin’in bölgedeki önceliklerini ilan etmiştir. Bölgedeki artan fakirlik, toplumsal istikrarsızlıklar, siyasi baskılar ve demografik dönüşüme dikkat çeken rapor, güvenlik ve göçle ilgili sorunlar yaşanabileceğine önceden vurgu yapmış ve adeta yaklaşan Arap Baharı’nı işaret etmiştir.[35] Aynı raporda, Almanya’nın uluslararası lider olarak bölgede yatırım yapması gereken alanlar ise, su, yenilenebilir enerji ve mesleki eğitim olarak sıralanmıştır.[36] Ancak bu hedefleri gerçekleştirmede Almanya’nın tek başına başarılı olması mümkün olamamış ve neticede Batılı ülkelerin ve İsrail’in güvenlik kaygıları neticesinde İslam coğrafyasında İslam ve demokrasiyi bir arada yaşatacak yeni bir model fikrinin geliştirildiği Arap Baharı sürecinden istenilen sonuçlar elde edilememiştir. Almanya Dışişleri Bakanlığı da, Arap Baharı’nın yeşerttiği umutların geçtiğimiz 10 yılda yok edildiğine vurgu yaparak, 2021 yılında “Ta’ziz Demokrasi Ortaklığı” adlı yeni bir programı devreye sokmuştur.

Ta’ziz Demokrasi Ortaklığı (Ta’ziz Partnership for Democracy), Arapça “güç” ve “pekişme” anlamına gelen “ta’ziz” kelimesinden türetilmiş ve bölgedeki demokratik reformları ve yapıları desteklemek için 2021 yılında oluşturulmuştur.[37] Bu kapsamda Berlin tarafından seçilen partner ülkeler ise Tunus, Sudan, Lübnan ve Irak’tır.[38] Almanya’nın dünyanın en büyük dördüncü ekonomisi ve üçüncü dış ticaret ülkesi olduğu düşünülürse, Berlin’in bölgede ekonomik gücünü kullanarak daha etkin olması gayet mümkündür. Bu noktada İnat’ın işaret ettiği bir husus ise, dış ticaretle büyüyen Almanya için barış ve istikrar düzeninin korunmasının gerekliliğidir. Zira dış ticaret hacmi milli gelirinin yaklaşık üçte ikisi düzeyinde bir ticaret devleti olan Almanya için sorunların barışçı yollardan çözülmesi ve istikrar çok ama çok önemlidir.[39] Bu nedenle, İnat’a göre, Berlin için dış politikadaki bir diğer kritik husus da bölgeye yapılan yatırımların korunması ve ihracatın artırılmasıdır.[40] Bu noktada Alman yatırımlarının korunması için de, Amerikan sert gücünün varlığı kıymet taşımakta ve değer görmektedir. Nitekim Almanya, fiziki destek vermese de ABD’nin Körfez Savaşı (1991) gibi askeri operasyonlarına finansal ve lojistik destek sağlamıştır. Hatta Alman Ordusu Bundeswehr, 1999’da Kosova ve 2001’de Afganistan’a müdahale konusunda da müspet karar almış ve bu şekilde Almanya ilk kez yurt dışında asker konuşlandırmıştır.[41] Ancak 2003 Irak Savaşı’nda ABD uluslararası hukuka aykırı hareket ederek kendi kanunlarını uygulamaya kalkınca, Berlin, istisnai bir şekilde Fransa ve Türkiye ile beraber ve İngiltere’den farklı olarak savaşa karşı çıkmıştır.

Angela Merkel’in Suriyeli bir mülteciyle çektirdiği ve sosyal medyada meşhur selfie fotoğrafı

Angela Merkel döneminde ayrıca Suriye ve Irak’ta ortaya çıkan IŞİD terör örgütü nedeniyle, Almanya, IŞİD’le Mücadele Küresel Koalisyonu’na destek olmuş ve Alman Ordusu Bundeswehr, Birleşik Ortak Görev Gücü – Doğal Kararlılık Harekâtı (İngilizcesiyle Combined Joint Task Force – Operation Inherent Resolve, kısaca CJTF-OIR) kapsamında muharip olmayan askerlerini bölgede görevlendirmiştir.[42] Bölgede, Irak, Ürdün ve Suriye gibi ülkelerde yaklaşık 500 civarında Alman askeri bulunmaktadır.[43] Irak’ta 130 civarında olan Alman askeri varlığının büyük çoğunluğu ise (90) kuzeyde Kürt bölgesindeki Erbil şehrindedir.[44]

Almanya’da yeni işbaşı yapan üçlü koalisyon hükümeti döneminde, Almanya’da uzun yıllar iktidarda kalan CDU’lu kudretli Başbakan Angela Merkel dönemindeki politikalar büyük ölçüde sürdürülmüştür. Örneğin, insan hakları savunusu, otoriter ve totaliter rejimleri dengelemek adına çok taraflılık ve diplomasiyi teşvik etmek ve Suudi Arabistan ve BAE gibi insan hakları sicilleri sorunlu olan ülkelere silah ambargosu uygulamak ve silah satışlarında kısıtlama yapmak gibi politikalar aynen devam ettirilmiş, hatta silah satışları konusunda Merkel hükümetlerinden daha kısıtlayıcı bir pozisyon alınmıştır.[45] Benzer şekilde, tarihsel bir sorumluluk olarak Almanya’nın İsrail’e yönelik desteği de her hükümet döneminde sürdürülmüştür ve sürdürülecektir. Fakat Filistin Sorunu’nda siyasi çözümü desteklemek ve iki devletli çözümü savunmak, Almanya’da İsrail veya Yahudi karşıtı bir politika olarak algılanmamaktadır.[46] Bunun yanı sıra, yaşanan iç savaş ve siyasi istikrarsızlık ortamı nedeniyle Suriye ve Yemen kaynaklı göçün durdurulması konusu da tüm Avrupa ülkelerini ve Türkiye’yi ilgilendirdiği gibi Almanya’yı da yakından ilgilendirmektedir. Zira Almanya, son yıllarda Suriye ve Ukrayna kaynaklı olarak çok sayıda sığınmacıya kucak açmış[47] ve bu konuda Avrupalı diğer devletlere kıyasla daha özgürlükçü davranan bir ülkedir.

Yeni hükümetin bölgeye yönelik politikalarındaki önceliklerini değerlendiren Tobias Borck ve Sebastian Sons, bunu 3 başlık altında toplamışlardır. İlk olarak, Suriye, Yemen, Libya ve daha birçok bölge ülkesinde çatışma yönetimi ve krizlerin önlenmesi konusunda geçici diplomatik mekanizmalar ve bölgesel iş birliği forumlarının oluşturulması ve desteklenmesi, Almanya dış politikasında koalisyon hükümetinin benimsediği bir formüldür.[48] İkinci olarak, Berlin, bölge ülkeleriyle ve bilhassa da Körfez ülkeleriyle ilişkilerinde ABD, İngiltere ve Fransa gibi geleneksel aktörlerin ardında kaldığını bilerek, bu ülkeye yönelik yeni bir “enerji diplomasisi” veya “yeşil diplomasi” hamlesi planlamaktadır.[49] Zengin Körfez ülkeleriyle iklim değişikliğiyle mücadelede iş birliği ve yenilenebilir enerjinin yaygınlaştırılması gibi temalar etrafında geliştirilmek istenen bu yeni yaklaşım kapsamında, Suudi Arabistan Yeşil Girişimi (Saudi Green Initiative), Ortadoğu Yeşil Girişimi (Middle East Green Initiative) ve AB-Körfez İş Birliği Konseyi Temiz Enerji Ağı (EU-GCC Clean Energy Network) gibi girişimler önem kazanmıştır. Üçüncü ve son olarak ise, dış politikada Yeşiller’in yaklaşımının ağır bastığı ve Dışişleri Bakanı Annalena Baerbock’un öne çıktığı bu politika kapsamında, Berlin, bölge-içi ve dışı çok boyutlu kalkınma programlarına destek vermektedir.[50] Bu konuda yakın geçmişte yaşanan somut bir gelişme ise, 2017 yılında Alman Kalkınma İşbirliği Ajansı (GIZ) ile İslam Kalkınma Bankası’nın bir mutabakat zaptı imzalamalarıdır.[51]

Almanya’da Ortadoğu konusunda akademik ve stratejik araştırmalar yapan çeşitli kuruluşlar da bulunmaktadır. Örneğin, Küresel ve Bölgesel Çalışmalar Enstitüsü-GIGA (German Institute of Global and Area Studies), 1964 yılında kurulmuş ve Ortadoğu üzerine uzmanlaşan köklü bir düşünce kuruluşudur.[52] Almanya Dışişleri Bakanlığı ile koordineli çalışan GIGA’nın Lübnan-Beyrut’ta ve Tunus-Tunis’te araştırma platformları bulunmaktadır.[53] Ayrıca, kuruluş, Tunis Üniversitesi’nin Magreb Çalışmaları Enstitüsü’nün partneridir.[54] Benzer şekilde, Alman düşünce kuruluşu SWP’nin Ortadoğu ve Kuzey Afrika’ya yönelik bir programı da bulunmaktadır.[55] Ek olarak, Alman Dış İlişkiler Konseyi’nin (DGAP) de bir Ortadoğu ve Kuzey Afrika programı bulunmaktadır.[56] Özgür Berlin Üniversitesi’ndeki Ortadoğu ve Kuzey Afrika Politikası Merkezi (CMENAP) de, Almanya açısından önemli bir girişimdir.[57] Bunun gibi daha birçok girişim ve kürsü sayesinde, Almanya, günümüzde Ortadoğu ve Kuzey Afrika’yı da öğrenmiş ve AB’nin fonları ve diplomatik ağı sayesinde de bölgede etkili bir aktör haline gelmiştir. Ancak AB içerisinde Birliği ayakta tutan ikiliden Almanya ile Fransa’yı kıyaslamak gerekirse, Almanya’nın ekonomide, Fransa’nın ise diplomaside daha önde olduğu söylenebilir.

Ekonomik bağlamda bölgeye yaklaşıldığında ise, Almanya’nın devasa bir dış ticaret ülkesi olmasına karşın bölgede çok önemli ekonomik partnerlerinin olmadığı ve bu bağlamda yalnızca Türkiye’nin kayda değer bir devlet olduğu söylenmelidir. Nitekim Almanya’nın 2022 yılı resmi dış ticaret verileri incelendiğinde, Berlin’in ihracatta bölgedeki en önemli ortağının 15. sıradaki Türkiye, ithalatta da yine 18. sıradaki Türkiye olduğu görülmektedir.[58] İhracatta bu coğrafyada Türkiye’den sonra gelen en önemli devletler 38. sıradaki Suudi Arabistan ve 41. sıradaki İsrail iken, ithalatta ise Türkiye’den sonra ancak 46. sıradaki Libya’nın marjinal bir etkisinden söz edilebilir.[59] Bu nedenle, Almanya’nın ekonomisine yön veren dış ticaret politikasında Ortadoğu ve Kuzey Afrika’nın çok büyük bir etkisinden söz etmek mümkün değilse bile, Türkiye’nin Alman dış ticaretinde önemli bir aktör olduğu ve bu bağlamda hem Almanya’daki sayıları birkaç milyonu bulan Türk kökenli veya Türkiye vatandaşlarının pozitif etkisi, hem de yoğun ekonomik ilişkiler sayesinde Almanya’nın bölgedeki pivot ülkesinin Türkiye olduğu tespiti yapılabilir.

2018-2022 döneminde önde gelen ülkelerin dünya silah ticaretindeki payları

Ayrıca Ortadoğu ve Kuzey Afrika, tüm diğer Batılı devletler gibi iki temel konuda Berlin için önemlidir: (1) enerji kaynakları, (2) silah satışları. 2018-2022 dönemi verilerine bakıldığında, Almanya’nın dünya silah ticaretinde yüzde 4,2 payla ABD, Rusya ve Fransa gibi ülkelerin çok gerisinde kaldığı görülse de[60], bölge ülkelerine yapılan ve özellikle sağ veya sağ ağırlıklı hükümetlerin daha esnek davrandığı silah satışları da Alman ekonomisi için önemli bir kalemdir. Almanya’nın bu konudaki en önemli müşterisi ise Mısır’dır.[61] Suudi Arabistan, BAE ve Katar gibi Körfez ülkeleri de zaman zaman Almanya’dan silah alımları yapabilmektedir.

Başbakan Scholz, BAE ile yeni bir enerji anlaşması yaptı (2022)

Ayrıca enerjide kendisine yeten bir ülke olmayan Almanya için, Körfez ülkelerinden yapılan doğalgaz ve petrol ithalatı da önemli bir konudur. Özellikle Rusya’nın Ukrayna işgali nedeniyle Batı dünyasından izole edilmesi sonrasında, Almanya için bu bölgenin önemi bilhassa LNG (sıvılaştırılmış doğalgaz) konusunda artmıştır ve muhtemelen daha da artacaktır. Örneğin, 2022 yılı Eylül ayında Başbakan Olaf Scholz, BAE’ye giderek bu ülkeyle yeni bir enerji anlaşması imzalamıştır. Geleneksel olarak hem doğalgaz, hem de petrol konusunda Rusya ile yakın iş birliği olan Berlin, Moskova’ya yönelik yaptırımlar nedeniyle günümüzde başka pazarlara yönelmektedir. Bu konudaki alternatif ülkeler ise; petrol konusunda ABD, Kazakistan, Norveç, doğalgazda ise Norveç ve Hollanda’dır. Son dönemde bu listeye Körfez ülkeleri eklenmiş ve gelecekte Doğu Akdeniz bağlamında da pozitif gelişmeler olması umulmaktadır.

2021 ve 2022’de Almanya’nın doğalgaz ithalatı[62]

Almanya’nın 2021 ve 2022 yıllarındaki gaz alımları incelendiğinde, ülkenin çok bilinçli ve stratejik şekilde Rusya’dan gaz alımlarını kıstığı ve Norveç, Hollanda ve diğer kaynak ülkelere yöneldiği görülmektedir. Almanya ve genel olarak AB’nin planlı-programlı hareket etme ilkesi de düşünüldüğünde, Berlin’in bir süre zorlanmasına karşın bu sorunu aşabilecek yeterli kaynakları temin edecek gücünün olduğu düşünülmektedir. Ancak elbette bu yeni politikanın maliyeti, ucuz Rus doğalgazına kıyasla daha yüksek olacak ve bu da Alman ekonomisinde zaten silahlanmaya ayrılan payın yükseldiği de düşünüldüğünde, halk memnuniyetini olumsuz etkileyebilecektir. Bu ise, genelde tek dönemlik Başbakan ve hükümetlerin olmadığı Almanya’da sosyal demokratların (SPD) sonraki seçimde zorlanmalarına neden olabilir. Nitekim güncel anketler de[63], SPD’nin CDU/CSU ve aşırı sağcı AfD’nin ardında üçüncü durumunda olduğunu göstermektedir. Ancak seçimin 2025 yılı sonlarında olduğu düşünüldüğünde, henüz SPD ve Scholz’un sorunu çözme ve durumu toparlama imkânı fazlasıyla vardır.

Önemli Konularda Almanya’nın Pozisyonu

Bu bölümde, Ortadoğu bölgesindeki en önemli 3 sorun kabul edilebilecek olan İsrail-Filistin Sorunu, İran nükleer programı ve Kürt Sorunu konularında Almanya’nın aldığı pozisyonlar ve uyguladığı politikalar değerlendirilecektir.

İsrail-Filistin Sorunu: Almanya Dışişleri Bakanlığı resmi internet sitesine göre, 1948 yılında İsrail’in kurulması ardından başlayan Filistin Sorunu, İsrail’in bölgedeki topraklarının boyutu ve iki devletin sınırları, çoğunlukla Ürdün’de bulunan Filistinli mültecilerin durumu, kutsal bir yer olan Kudüs’ün statüsü, uluslararası hukuka göre Filistin’e ait olan yerlerdeki İsrailli yerleşimcilerin durumu ve bölgedeki su kaynaklarının paylaşılması gibi kritik unsurlar barındırmaktadır.[64] Yine Dışişleri Bakanlığı resmi sitesine göre, Almanya, İsrail’in güvenliği ve Yahudilerin demokratik devletinin korunması konusunda tarihsel bir sorumluluğa sahip olup, Filistinlilerin de kendi devletlerinin olması noktasında Avrupalı paydaşlarıyla görüş birliği içerisindedir. Bu nedenle, Berlin, müzakere sonucu uzlaşmayla varılan iki devletli çözümü tek geçerli alternatif olarak görmektedir.[65] Bu bağlamda Berlin ve Brüksel’in kırmızı çizgileri ise uluslararası hukuka uygun şekilde 1967 sınırlarına dönülmesi ve İsrail’in işgal ettiği topraklardan çekilmesidir.

Almanya, İsrail’in Arap ve İslam dünyasıyla başlattığı “normalleşme” sürecini de desteklemektedir. Bu anlamda, Filistin Sorunu konusunda her iki tarafla da görüşmeler gerçekleştiren Almanya, Filistin’e destek anlamında da en çok çaba gösteren Batılı devletlerden birisidir.[66] Hatta Berlin, Filistin Kurtuluş Örgütü-FKÖ’ye en çok destek veren dördüncü ülke durumundadır.[67] Almanya, yıllardır olduğu gibi günümüzde de İsrail-Filistin Sorunu’nda iki devletli çözümü savunmaktadır.[68] Bu konuda Almanya ile Fransa ve genel olarak AB ülkeleri arasında bir uyum söz konusudur. Bu noktada Almanya ve AB’nin tavrındaki önemli bir nüans ise, iki devletli çözüme destek verirken, seçimle işbaşına gelmesine karşın Hamas’ın terör örgütleri listesine dahil edilmiş olmasıdır.[69] Bu bağlamda, Berlin ve Brüksel, Hamas ve İslamcılık’tan arındırılmış bir Filistin bağımsızlık mücadelesine destek vermektedir. Diğer önemli bölgesel aktörlerden Türkiye ise, sosyolojik gerçekler doğrultusunda, Hamas’ın da barış sürecinde yer alması gerektiğini savunmaktadır.[70] Almanya’nınsa Hamas’la herhangi bir diplomatik/siyasi bağı bulunmamaktadır.

Şansölye Merkel Knesset’e hitap ediyor (2008)

Almanya’nın İsrail’e karşı dış politikasında eleştirel tutumdan uzak durmaya gayret etmesi ise gayet anlaşılabilir bir durumdur. Zira Holokost faciası nedeniyle, Almanya, dünya Yahudilerine karşı büyük bir sorumluk duygusu geliştirmiş ve onların aleyhine bir iş yapmamaya özel dikkat etmektedir. Bu bağlamda, İsrail, -ekonomik ilişkiler çok gelişmemiş olsa da- ABD’den sonra Almanya’nın bölgedeki en yakın müttefikidir.[71] Bu minvalde, Şansölye Merkel’in 2008 yılında İsrail parlamentosu Knesset’e hitap etmesi tarihi bir dönüm noktası olmuş ve iki müttefik arasındaki uyumu ortaya koymuştur. Bunu yapan ilk Alman lider olarak tarihe geçen Merkel, konuşmasında, İsrail’in kuruluşunun 60. yıldönümünü kutlayarak, Almanya’nın İsrail’in güvenliği konusundaki hassasiyetini açıkça belirtmiştir.[72] Merkel, konuşmasında, İsrail ile Almanya’nın daima müttefik kalacaklarını da söylemiş ve Holokost’tan duyduğu utancı itiraf etmiştir.[73]

İran Nükleer Programı: Almanya, İran’la ilişkileri şaşırtıcı derecede iyi olan bir devlettir. Bunun bir sebebi de, İran kökenli 300.000’in üzerinde kişinin Almanya’da yaşamasıdır.[74] Berlin, 1979 İran İslam Devrimi’ne karşı çıksa da, ilginç bir şekilde devrim sonrasında İran’la daha yakın ilişkiler geliştirmeyi başarmıştır. Öyle ki, Almanya, 2015 yılı verilerine göre İran’ın en büyük ikinci dış ticaret ortağı ve en büyük donör ülkesi haline gelmiştir.[75] Ayrıca İranlı yetenekli akademisyen ve sporcular da Avrupa’da genelde Almanya’da çalışmaktadırlar.

Almanya, ABD’nin şiddetle karşı çıktığı İran nükleer programına ilkesel olarak kendisi de karşı çıksa da, Washington’dan farklı olarak İran’a karşı daima “eleştirel diyalog politikası”nı uygulamaya çalışmıştır.[76] Zamanla Barack Obama döneminde ABD de bu çizgiyi benimsemiş; neticede ortaya büyük bir diplomatik başarı olarak JCPOA (İran nükleer anlaşması) çıkmış ve İran’ın nükleer silah yapmasının önüne geçilmiştir. Ancak daha sonra Donald Trump’ın bu anlaşmadan çekilmesi ve İsrail’in de Başbakan Benyamin Netanyahu önderliğinde anlaşmaya karşı çıkması nedeniyle, günümüzde İran, nükleer silahlara ulaşması an meselesi olan bir devlet haline gelmiştir. Yani ABD’nin nükleer anlaşmadan ayrılması neticesinde, Ortadoğu’da İsrail’den sonra bir ülkeye daha nükleer silah teknolojisi ulaşmıştır. Bu durum ise, kuşkusuz, başka ülkeleri de nükleer silahlara erişmek noktasında cesaretlendirecek ve bölgedeki güvenlik ortamını bozacaktır. Lakin ünlü Uluslararası İlişkiler teorisyeni Kenneth Waltz’un 2012’de yazdığı gibi[77], kimilerine göre bölgedeki çatışmaları durdurmak ve istikrarı sağlamak için “nükleer denge” faydalı bile olabilecektir.

Almanya, İran konusunda ticareti ve diyaloğu önceleyen yaklaşımını sürdürse de, Batı dünyasının birçok konudaki politikasında belirleyici aktör ABD olduğu ve Washington’ın da İsrail’e hemen hemen her koşulda desteği konusunda herhangi bir çekincesi olmadığı için, Almanya, Fransa ve İngiltere gibi Batılı ülkelerin çabaları bu konuda gölgede kalabilmektedir. Nitekim yeni hükümetin Batı müttefikliği ve insan hakları konusunda özellikle de Yeşiller’in etkisiyle daha cüretkâr olmasının da etkisiyle, son dönemde Berlin’den yapılan açıklamaların tonu sertleşmektedir. Örneğin, 2022 yılı sonlarında, Almanya Dışişleri Bakanı Annalena Baerbock, insan hakları konusundaki olumsuz tutumu nedeniyle İran’la ilişkilerin sertleştiğini belirten açıklamalar yapmıştır.[78]

Kürt Sorunu: Almanya’nın bölgeye yönelik politikalarında özellikle Türkiye ile sorun yaratan bir konu ise Kürt politikasıdır. Almanya, yeni dönemde politikalarını İdealizm eksenli ve insan hakları temelinde geliştirdiği için, diğer devletlerin de buna benzer yaklaşımlar sergilemesini beklemektedir. Ancak Nazi geçmişi nedeniyle bu konularda çok titiz olan Almanya’dan farklı davranan diğer bölge devletleri, rahatlıkla güvenlik gerekçelerini öne sürerek daha kısıtlayıcı ve insan haklarını rafa kaldıran politikalara yönelebilmektedirler. Bu bağlamda, nüfusları 50 milyonu aşmasına karşın henüz bir devletleri olmayan Kürtlerin durumu da tüm Batılı ülkeler gibi Almanya’nın da dikkatini çekmektedir. Ayrıca Almanya’da 500.000’i Türkiye kökenli yaklaşık 600.000 kadar Kürt olduğu düşünülmektedir ki[79], bu da Türk diasporası kadar olmasa da, güçlü bir Kürt diasporasının da varlığına işaret eder.

Son yıllarda, Almanya’nın Kürt politikasına desteği, ABD ve diğer Batılı ülkelere benzer şekilde artmıştır. Bunun sebebi ise, bölgede Suriye ve Irak gibi ülkelerde güçlenen IŞİD ve El Kaide gibi radikal İslamcı çizgideki terör örgütleri karşısında, PKK/PYD/YPG gibi Marksist-Leninist, seküler ve Kürt milliyetçisi çizgideki ve İslamcı olmayan terör örgütlerinin daha az zararlı kabul edilmesidir. Geleneksel müttefik olan Türkiye’nin Batı dünyasından uzaklaşarak Rusya ile yakınlaşması ve Türkiye’nin demokratik gerileme sürecine girmesi de Berlin, Brüksel, Londra, Washington ve genel olarak tüm Batı dünyasındaki pozitif Kürt imajını güçlendirmektedir. Köse ise, Almanya’nın Kürt ve Alevi politikalarıyla Türkiye iç siyasetini etkilemeye çalıştığını iddia etmektedir.[80] Hakikaten de, Almanya’nın Kürt politikası yeni oluşmuş değildir; zira IŞİD öncesinde de Alman bazı siyasetçilerin (bu konuda en bilinen kişi Yeşiller Partisi’nden Claudia Roth’dur) Kürt bölgesine yönelik ziyaretleri Türkiye medyasında Türkiye karşıtı bir faaliyetmiş gibi lanse edilmiştir. Ancak bu politikanın ne kadar Türkiye karşıtı olduğu da tartışılır; çünkü hem Türk yetkililer de başta Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi olmak üzere birçok Kürt grubuyla yakın ilişkiler içerisindedir, hem de Alman siyasetçilerin verdikleri mesajlar Türkiye karşıtı ve terör yanlısı değildir. Örneğin, Roth, yıllar öncesinden beri PKK’nın koşulsuz silah bırakmasını savunmakta[81] ve Türkiye’nin demokratikleşmesini ve AB üyeliğini desteklemektedir. Almanya’da genel olarak Sol Parti ve Yeşiller’in bu konuda Türkiye’ye daha eleştirel yaklaştıkları söylenebilir. SPD’de de bazı solcu gruplar bu partilere daha yakındır. Almanya’da sağcı partiler CDU-CSU ve FDP ise Türkiye’ye terörle mücadele bağlamında destek vermek konusunda daha isteklidirler.[82] Kemal İnat’a göre ise, Almanya’da bilhassa sol gruplar, radikal İslamcılıkla mücadele bağlamında Kürt terör gruplarını işlevsel bulmakta ve onlar aracılığıyla Ortadoğu’da bir “arka bahçe” oluşturmaya çalışmaktadırlar.[83]

Ayrıca PKK 1993’ten beri Almanya’da yasaklı bir terör örgütü olarak kabul edilmektedir.[84] Tüm AB ülkeleri ve AB de PKK’yı terör örgütü kapsamına almıştır. Buna karşın, PKK çizgisinde bazı derneklerin Almanya ve genel olarak Avrupa’da faaliyetleri serbesttir ki, bu da Ankara’nın tepkisine neden olmaktadır. Bu gibi dernekler, radikal kişi ve grupları barındırdıkları için zaman zaman güvenlik sorunlarına neden olabilmektedirler ki, örneğin 2022 yılı sonlarında Fransa’da böyle bir olay yaşanmıştır.[85] Ayrıca ABD başta olmak üzere Batılı ülkelerin IŞİD’le mücadele etmesi için Kürt milislere gönderdikleri silahlar da Türkiye’nin tepki ve endişelerine neden olmaktadır. Ayrıca Alman siyasetçilerinin açıklamaları ve Alman basınında da zaman zaman Türkiye ve Türk Silahlı Kuvvetleri aleyhine abartılı haberler yapılması Türkiye kamuoyunu üzmektedir. Örneğin, eski Genelkurmay Başkanı Necdet Özel döneminde TSK’nın kimyasal silah ve zehirli gazlarla saldırı yaptığı iddiası geçmişte çok konuşulmuştur.[86] Alman makamlarının bu konudaki iddiaları bizce abartılı olmakla birlikte, bu konuda tutarlı bir politika mevcuttur. Örneğin, Berlin, Arap Birliği’nin Suriye’yi üyeliğe yeniden kabul etmesine karşın, kimyasal silahlarla sivillere yönelik katliamlar yapan Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad’la normalleşmeye karşı çıkmaktadır.[87] Ayrıca, Almanya, uluslararası hukuk temelinde, 2017 yılında Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nin yaptığı bağımsızlık referandumuna da destek vermemiştir.[88]

Bu konu, Ortadoğu ve Türkiye’nin geleceği açısından çok önemli olup, bu bağlamda NATO müttefiklerinin koordineli bir yaklaşım geliştirmeleri şarttır. Esad’la normalleşmeye sıcak bakmayan Almanya için, bu konuda belirleyici unsur, kuşkusuz Washington’ın tavrı olacaktır. Türkiye ise, kendi üniter yapısını ve güvenlik kaygılarını giderecek politikalara eklemlenebilir ama aksi halde Batı ile ilişkilerde sorunlar devam edecektir. Bu da, Türkiye’yi ekonomik ve siyasi açılardan zorlayacaktır.

Sonuç

Sonuç olarak, pek fazla kaynak bulunmayan Almanya’nın Ortadoğu ve Kuzey Afrika politikası hakkında yazılan bu yazıda şu sonuçlara ulaşılmıştır: Ortadoğu ve Kuzey Afrika, Almanya dış politikası ve ona yön veren Almanya dış ticaret politikasında baskın bir bölge değildir. Almanya’nın bölgedeki en önemli ve belki de tek önemli ekonomik partneri Türkiye’dir. Osmanlı ile kurulan müttefiklik ilişkisine dayanan ve köklü bir mazisi olan Türkiye ile bağlar, milyonlarca Türk nüfusun da etkisiyle yıllar içerisinde çok gelişmiştir. Ayrıca tarihsel sorumluluk gereği Almanya’nın İsrail’e yönelik bir siyasi desteğinden de söz edilebilir. Ancak Almanya’nın dış politikadaki etkisi AB süreciyle birlikte yeni gelişen bir olgu olduğu için, bu konudaki değerlendirmeler henüz kapsamlı değildir. Almanya’nın bölgeden ithal ettiği enerji kaynakları ve bölgeye yaptığı silah satışları da Berlin’in politikasına yön veren önemli unsurlardır.

Neticede, tüm sorunlara rağmen, Almanya için bu bölgedeki en önemli ülke Türkiye’dir ve bunun değişmesi de pek mümkün gözükmemektedir. Bu nedenle, Berlin ile Ankara hattında Kürt Sorunu gibi temel bazı meselelerde uzlaşma arayışında olmak ve ortak politikalar geliştirmek son derece faydalı olacaktır.

Doç. Dr. Ozan ÖRMECİ

 

[1] Uğur Kurtaran (2015), “Osmanlı Prusya İlişkilerinin Gelişiminde Prusya Elçisi Karl Adolf Von Rexin’in Faaliyetleri (1755-1761)”, Uluslararası İlişkiler, Cilt 12, Sayı: 47, s. 116.

[2] Encyclopedia.com, “Germany And The Middle East”, Erişim Tarihi: 06.09.2023, Erişim Adresi: https://www.encyclopedia.com/humanities/encyclopedias-almanacs-transcripts-and-maps/germany-and-middle-east.

[3] Mustafa Albayrak (1995), “Osmanlı-Alman İlişkilerinin Gelişimi ve Bağdat Demiryolu’nun Yapımı”, OTAM Ankara Üniversitesi Osmanlı Tarihi Araştırma ve Uygulama Merkezi Dergisi, Sayı: 6 (1), s. 1.

[4] Bakınız; Uğur Kurtaran (2015), “Osmanlı Prusya İlişkilerinin Gelişiminde Prusya Elçisi Karl Adolf Von Rexin’in Faaliyetleri (1755-1761)”, Uluslararası İlişkiler, Cilt 12, Sayı: 47, ss. 115-131.

[5] Mustafa Albayrak (1995), “Osmanlı-Alman İlişkilerinin Gelişimi ve Bağdat Demiryolu’nun Yapımı”, ss. 1-2.

[6] A.g.e., s. 2.

[7] Bakınız; TDV İslam Ansiklopedisi, “MOLTKE, Helmuth von”, Erişim Tarihi: 06.09.2023, Erişim Adresi: https://islamansiklopedisi.org.tr/moltke-helmuth-von.

[8] Mustafa Albayrak (1995), “Osmanlı-Alman İlişkilerinin Gelişimi ve Bağdat Demiryolu’nun Yapımı”, s. 2.

[9] A.g.e.

[10] TDV İslam Ansiklopedisi, “GOLTZ, Wilhelm Colmar von der”, Erişim Tarihi: 07.09.2023, Erişim Adresi: https://islamansiklopedisi.org.tr/goltz-wilhelm-colmar-von-der.

[11] William Hale (2013), Turkish Foreign Policy since 1774-2000, 3rd edition, Routledge.

[12] TDV İslam Ansiklopedisi, “Bağdat Demiryolu”, Erişim Tarihi: 07.09.2023, Erişim Adresi: https://islamansiklopedisi.org.tr/bagdat-demiryolu.

[13] Halim Gençoğlu (2021), “Almanya’nın Afrika sömürüsü”, Independent Türkçe, 16.09.2021, Erişim Tarihi: 07.09.2023, Erişim Adresi: https://www.indyturk.com/node/412206/t%C3%BCrki%CC%87yeden-sesler/almanyan%C4%B1n-afrika-s%C3%B6m%C3%BCr%C3%BCs%C3%BC.

[14] Mustafa Albayrak (1995), “Osmanlı-Alman İlişkilerinin Gelişimi ve Bağdat Demiryolu’nun Yapımı”, s. 6.

[15] TRT Haber (2020), “Avrupa’nın kanlı sömürgeci geçmişi peşini bırakmıyor”, 18.06.2020, Erişim Tarihi: 07.09.2023, Erişim Adresi: https://www.trthaber.com/haber/dunya/avrupanin-kanli-somurgeci-gecmisi-pesini-birakmiyor-493865.html.

[16] Muhammed Salih Demirtaş (2019), “Almanya’nın Afrika’da tutunma çabaları”, Anadolu Ajansı, 11.03.2019, Erişim Tarihi: 07.09.2023, Erişim Adresi: https://www.aa.com.tr/tr/analiz/almanyanin-afrikada-tutunma-cabalari/1414697#:~:text=S%C3%B6m%C3%BCrge%20d%C3%B6nemi%20miras%C4%B1%20ve%20etkileri,Togoland%20(Togo)%20ve%20Kamerun.

[17] BBC News (2021), “Germany officially recognises colonial-era Namibia genocide”, 28.05.2021, Erişim Tarihi: 07.09.2023, Erişim Adresi: https://www.bbc.com/news/world-europe-57279008.

[18] 1917 ziyaretinin video kaydı için; https://www.youtube.com/watch?v=XGkpqXqgNVY.

[19] Francis Nicosia (1980), “Arab Nationalism and National Socialist Germany, 1933-1939: Ideological and Strategic Incompability”, International Journal of Middle East Studies, Cilt 12, Sayı: 3, Kasım 1980, ss. 352-353.

[20] A.g.e., s. 353.

[21] Euronews (2015), “Netanyahu: “Hitler’e soykırım fikrini Kudüs müftüsü verdi””, 21.10.2015, Erişim Tarihi: 07.09.2023, Erişim Adresi: https://tr.euronews.com/2015/10/21/netanyahu-hitler-e-soykirim-fikrini-kudus-muftusu-verdi.

[22] The New York Times (1994), “Rommel Was Never A Nazi Party Member”, 21.04.1994, Erişim Tarihi: 08.09.2023, Erişim Adresi: https://www.nytimes.com/1994/04/21/opinion/l-rommel-was-never-a-nazi-party-member-850454.html.

[23] Ozan Örmeci (2023), “Almanya Dış Politika Geleneği”, Uluslararası Politika Akademisi, 03.08.2023, Erişim Tarihi: 06.09.2023, Erişim Adresi: http://politikaakademisi.org/2023/08/03/almanya-dis-politika-gelenegi/.

[24] Ralf Bosen (2021), “Germany’s foreign policy dilemma”, DW, 14.09.2021, Erişim Tarihi: 06.09.2023, Erişim Adresi: https://www.dw.com/en/germany-and-the-middle-east-a-tale-of-morals-and-markets/a-59120611.

[25] Kristina Kausch (2015), “Enabling or evading? Germany in the Middle East”, Hivos & FRIDE, Policy Brief, Sayı: 191, Ocak 2015, s. 1.

[26] Yusuf Sayın, “Yeni Ortadoğu’da Türkiye ve Almanya İşbirliği: İmkânlar, Engeller ve Fırsatlar”, Erişim Tarihi: 06.09.2023, Erişim Adresi: https://acikerisim.isikun.edu.tr/xmlui/bitstream/handle/11729/2471/Yeni_Ortadoguda_Turkiye_ve_Almanya_isbirligi_imk%E2nlar_engeller_ve_firsatlar.pdf;jsessionid=43F8AB8815E50F7D30A92186BEC595D3, s. 98.

[27] A.g.e.

[28] Müjge Küçükkeleş (2013), “AB’nin Ortadoğu Politikası ve Arap Baharına Bakışı”, SETA Analiz, Sayı: 63, Ocak 2013, s. 20.

[29] A.g.e.

[30] DW Türkçe (2021), “Almanya’nın Ortadoğu politikası”, 20.09.2021, Erişim Tarihi: 06.09.2023, Erişim Adresi: https://www.dw.com/tr/almanyan%C4%B1n-ortado%C4%9Fu-politikas%C4%B1-de%C4%9Ferler-ile-%C3%A7%C4%B1karlar%C4%B1n-%C3%A7at%C4%B1%C5%9Fmas%C4%B1/a-59211026.

[31] A.g.e.

[32] A.g.e.

[33] Mark Furness (2020), “’Donorship’ and strategic policy-making: Germany’s Middle Eastern and North African aid programme since the Arab uprisings”, Development Policy Review, Cilt 38 (Ownership in a post-aid effectiveness era: Comparative perspectives), s. O71.

[34] A.g.e.

[35] A.g.e., s. O75.

[36] A.g.e.

[37] Federal Foreign Office (2021), “Ta’ziz partnership with the countries of North Africa and the Middle East”, 20.10.2021, Erişim Tarihi: 06.09.2023, Erişim Adresi: https://www.auswaertiges-amt.de/en/aussenpolitik/regionaleschwerpunkte/nahermittlererosten/taziz-partnership/228356.

[38] A.g.e.

[39] Kemal İnat (2015), “Almanya’nın Ortadoğu Politikası”, ORMER, 05.07.2015, Erişim Tarihi: 06.09.2023, Erişim Adresi: https://www.ormer.sakarya.edu.tr/20,3,,39,almanya_nin_ortadogu_politikasi.html.

[40] A.g.e.

[41] Kristina Kausch (2015), “Enabling or evading? Germany in the Middle East”, Hivos & FRIDE, Policy Brief, Sayı: 191, Ocak 2015, ss. 1-2.

[42] Kate Martyr (2020), “The German Bundeswehr’s missions in the Middle East”, DW, 01.07.2020, Erişim Tarihi: 06.09.2023, Erişim Adresi: https://www.dw.com/en/the-german-bundeswehrs-missions-in-the-middle-east/a-51917262.

[43] A.g.e.

[44] A.g.e.

[45] Tobias Borck & Sebastian Sons (2022), “Germany’s New Government and the Middle East”, RUSI, 14.01.2022, Erişim Tarihi: 06.09.2023, Erişim Adresi: https://rusi.org/explore-our-research/publications/commentary/germanys-new-government-and-middle-east.

[46] A.g.e.

[47] Örneğin, Suriye’den Almanya’ya gelen sığınmacı sayısı 800.000 (770.000) civarındadır. Bakınız; T24 (2021), “Almanya’nın Ortadoğu politikası: Değerler ile çıkarların çatışması”, 20.09.2021, Erişim Tarihi: 06.09.2023, Erişim Adresi: https://t24.com.tr/haber/almanya-nin-ortadogu-politikasi-degerler-ile-cikarlarin-catismasi,979998.

[48] Tobias Borck & Sebastian Sons (2022), “Germany’s New Government and the Middle East”, RUSI, 14.01.2022, Erişim Tarihi: 06.09.2023, Erişim Adresi: https://rusi.org/explore-our-research/publications/commentary/germanys-new-government-and-middle-east.

[49] A.g.e.

[50] A.g.e.

[51] GIZ, “Cooperation with Arab Donors (CAD)”, Erişim Tarihi: 06.09.2023, Erişim Adresi: https://www.giz.de/en/worldwide/14363.html.

[52] Web sitesi için; https://www.giga-hamburg.de/en.

[53] Bakınız; https://www.giga-hamburg.de/en/the-giga/institutes/giga-institute-for-middle-east-studies.

[54] Bakınız; https://www.uni-marburg.de/en/cnms/research/mecam/overview.

[55] Bakınız; https://www.euromesco.net/institute/german-institute-for-international-and-security-affairs-swp/.

[56] Bakınız; https://dgap.org/en/research/programs/middle-east-and-north-africa-program.

[57] Bakınız; https://www.polsoz.fu-berlin.de/en/polwiss/forschung/international/vorderer-orient/ueber_uns/index.html.

[58] Destatis.de, “Ranking of Germany’s trading partners in Foreign Trade”, Erişim Tarihi: 07.09.2023, Erişim Adresi: https://www.destatis.de/EN/Themes/Economy/Foreign-Trade/Tables/order-rank-germany-trading-partners.pdf?__blob=publicationFile.

[59] A.g.e.

[60] Statista, “Market share of the leading exporters of major weapons between 2018 and 2022, by country”, Erişim Tarihi: 08.09.2023, Erişim Adresi: https://www.statista.com/statistics/267131/market-share-of-the-leadings-exporters-of-conventional-weapons/.

[61] DW (2022), “German weapons exports hit record with bumper Egypt sales”, 18.01.2022, Erişim Tarihi: 08.09.2023, Erişim Adresi: https://www.dw.com/en/german-weapons-exports-hit-record-with-bumper-egypt-sales/a-60466572.

[62] Malte Humpert (2023), “Norway Now Germany’s Largest Gas Supplier, Future Supply from Arctic To Support Exports”, High North News, 11.01.2023, Erişim Tarihi: 08.09.2023, Erişim Adresi: https://www.highnorthnews.com/en/norway-now-germanys-largest-gas-supplier-future-supply-arctic-support-exports.

[63] Bakınız; https://www.wahlrecht.de/umfragen/insa.htm.

[64] Federal Foreign Office (2021), “The Middle East conflict”, 19.10.2021, Erişim Tarihi: 06.09.2023, Erişim Adresi: https://www.auswaertiges-amt.de/en/aussenpolitik/regionaleschwerpunkte/nahermittlererosten/middleeastconflict/228366.

[65] A.g.e.

[66] A.g.e.

[67] Kristina Kausch (2015), “Enabling or evading? Germany in the Middle East”, s. 5.

[68] Beyza Binnur Dönmez (2022), “Germany, Egypt, France, Jordan back 2-state solution for Middle East peace”, AA, 19.02.2022, Erişim Tarihi: 06.09.2023, Erişim Adresi: https://www.aa.com.tr/en/politics/germany-egypt-france-jordan-back-2-state-solution-for-middle-east-peace/2507391.

[69] Official Journal of the European Union (2009), “COUNCIL COMMON POSITION 2009/468/CFSP of 15 June 2009 updating Common Position 2001/931/CFSP on the application of specific measures to combat terrorism and repealing Common Position 2009/67/CFSP”, 16.06.2009, Erişim Tarihi: 06.09.2023, Erişim Adresi: https://eur-lex.europa.eu/legal-content/EN/TXT/PDF/?uri=CELEX:32009E0468&qid=1412596355797&from=EN.

[70] Gazete Duvar (2023), “Erdoğan, Abbas ve Hamas lideri Heniyye ile görüştü”, 26.07.2023, Erişim Tarihi: 06.09.2023, Erişim Adresi: https://www.gazeteduvar.com.tr/erdogan-abbas-ve-hamas-lideri-heniyye-ile-gorustu-haber-1630030.

[71] Kristina Kausch (2015), “Enabling or evading? Germany in the Middle East”, s. 5.

[72] C-Span (2008), “German Chancellor Address”, 19.03.2008, Erişim Tarihi: 06.09.2023, Erişim Adresi: https://www.c-span.org/video/?203562-1/german-chancellor-address.

[73] A.g.e.

[74] Destatis (2022), “Bevölkerung in Privathaushalten 2022 nach Migrationshintergrund”, Erişim Tarihi: 06.09.2023, Erişim Adresi: https://www.destatis.de/DE/Themen/Gesellschaft-Umwelt/Bevoelkerung/Migration-Integration/Tabellen/migrationshintergrund-staatsangehoerigkeit-staaten.html.

[75] Kristina Kausch (2015), “Enabling or evading? Germany in the Middle East”, s. 6.

[76] Kemal İnat (2015), “Almanya’nın Ortadoğu Politikası”, ORMER, 05.07.2015, Erişim Tarihi: 06.09.2023, Erişim Adresi: https://www.ormer.sakarya.edu.tr/20,3,,39,almanya_nin_ortadogu_politikasi.html.

[77] Kenneth M. Waltz (2012), “Why Iran Should Get the Bomb: Nuclear Balancing Would Mean Stability”, Foreign Affairs, Temmuz/Ağustos 2012, Erişim Tarihi: 06.09.2023, Erişim Adresi: https://www.foreignaffairs.com/articles/iran/2012-06-15/why-iran-should-get-bomb.

[78] Cüneyt Karadağ (2022), “Almanya’nın İran’a karşı tutumu sertleşiyor”, Anadolu Ajansı, 26.10.2022, Erişim Tarihi: 08.09.2023, Erişim Adresi: https://www.aa.com.tr/tr/dunya/almanyanin-irana-karsi-tutumu-sertlesiyor/2721262.

[79] The Globalist (2016), “Germany’s Kurds”, 21.10.2016, Erişim Tarihi: 07.09.2023, Erişim Adresi: https://www.theglobalist.com/germany-kurds-turkey-politics-isis/.

[80] Talha Köse (2016), “Almanya’nın Alevi ve Kürt Politikası”, Kriter, Temmuz 2016, Yıl: 1, Sayı: 3, Erişim Tarihi: 07.09.2023, Erişim Adresi: https://kriterdergi.com/dis-politika/almanyanin-alevi-ve-kurt-politikasi.

[81] VOA Türkçe (2006), “Claudia Roth: ‘PKK Koşulsuz Silah Bırakmalı’”, 26.04.2006, Erişim Tarihi: 08.09.2023, Erişim Adresi: https://www.voaturkce.com/a/a-17-2006-04-26-voa9-88035707/851760.html.

[82] Ömer Yılmaz (2015), “Almanya’nın Kürt ve PKK Politikası: Denge ve Strateji”, içinde (derleyenler: Burhanettin Duran & Kemal İnat) Türk Dış Politikası Yıllığı, İstanbul: SETA Yayınları, s. 15.

[83] Kemal İnat (2016), “Almanya’nın PKK ve Kürt Politikası”, ORMER, Erişim Tarihi: 08.09.2023, Erişim Adresi: https://ormer.sakarya.edu.tr/20,3,,49,almanya_nin_pkk_ve_kurt_politikasi.html.

[84] Ömer Yılmaz (2015), “Almanya’nın Kürt ve PKK Politikası: Denge ve Strateji”, s. 11.

[85] Euronews (2022), “Paris’te Kürt derneğine saldırı: Şüpheli kim, hakkında neler biliniyor?”, 23.12.2022, Erişim Tarihi: 08.09.2023, Erişim Adresi: https://tr.euronews.com/2022/12/23/pariste-kurt-dernegine-saldiri-supheli-kim-hakkinda-neler-biliniyor.

[86] NTV (2011), “Almanya’dan Özel’e kimyasal suçlaması”, 04.08.2011, Erişim Tarihi: 08.09.2023, Erişim Adresi: https://www.ntv.com.tr/dunya/almanyadan-ozele-kimyasal-suclamasi,pbtA4yQ5tkaN7lVmqEBp4A.

[87] Ensonhaber (2023), “Almanya: Esad’a karşı tutumumuz değişmedi”, 08.05.2023, Erişim Tarihi: 08.09.2023, Erişim Adresi: https://www.ensonhaber.com/dunya/almanya-esada-karsi-tutumumuz-degismedi.

[88] AA (2017), “Berlin opposes Iraqi Kurdish independence vote”, 15.09.2017, Erişim Tarihi: 08.09.2023, Erişim Adresi: https://www.aa.com.tr/en/europe/germany-opposes-iraqi-kurdish-independence-vote/911381.

Leave A Response »

Time limit is exhausted. Please reload the CAPTCHA.