ABD DIŞİŞLERİ BAKANI ANTONY BLINKEN’IN FOREIGN AFFAIRS MAKALESİ

upa-admin 05 Ekim 2024 199 Okunma 0
ABD DIŞİŞLERİ BAKANI ANTONY BLINKEN’IN FOREIGN AFFAIRS MAKALESİ

Amerika Birleşik Devletleri’nde (kısaca ABD) gündem artık 2024 Başkanlık seçimlerinde yarışan Demokrat Parti adayı Kamala Harris ile Cumhuriyetçi Parti adayı Donald Trump’a kilitlenmişken, Joe Biden (2021-2025) döneminin Dışişleri Bakanı (Sekreteri) olan ve Kamala Harris’in seçimi kazanması halinde bu görevini koruması beklenen Antony J. Blinken, 1 Ekim 2024 tarihinde ünlü Foreign Affairs dergisine “America’s Strategy of Renewal: Rebuilding Leadership for a New World” (Amerika’nın Yenilenme Stratejisi: Yeni Bir Dünya İçin Liderliğin Yeniden İnşası) başlıklı önemli bir makale yazmış ve 4 yıllık iktidarları döneminde dış politikada yaptıkları ve yapmaya çalıştıklarını kendi perspektifinden analiz etmiştir. Bu yazıda, bu makale özetlenecek ve değerlendirilecektir.

Blinken, makalesine, Rusya, İran, Kuzey Kore ve Çin gibi ülkelerin kurallara dayalı uluslararası düzene meydan okumaları nedeniyle yeni dönemde uluslararası ilişkilerde çok şiddetli bir rekabet düzeninin oluşacağını belirterek başlamakta ve içeride otokratik düzen uygulayan, dışarıda da nüfuz mücadelesi veren ve güç kullanımını meşrulaştıran bu tarz revizyonist devletler nedeniyle ABD’nin askeri ve teknolojik üstünlüğünü ve dünyadaki hâkim para birimi olan doları koruması gerektiğini ifade etmektedir. Blinken, bu bağlamda ABD’nin yaygın diplomatik ağı (networkü) ve iş birliklerinin de önemine vurgu yapmaktadır. Bu ülkelerin henüz bir blok oluşturmadığının da altını çizen ABD Dışişleri Bakanı, buna karşın ABD liderliğine meydan okuyan bu ülkelerle etkin mücadele için kararlı davranılması gerektiğini yazmaktadır.

Bu ülkelerin, Joe Biden-Kamala Harris ikilisinin iktidarı devraldıkları dönemde ABD’yi düşüşteki bir güç olarak değerlendirerek Amerikan çıkarlarına karşı agresif bir mücadele başlattıklarını iddia eden Blinken, buna karşın Demokrat liderliğin uyguladığı yenilenme stratejisi sayesinde ABD’nin rekabet gücünü arttırdığını ve liderliğini korumayı başardığını ifade etmektedir. ABD’nin liderliğindeki özgür, açık, güvenli ve müreffeh uluslararası düzende devletlerin partnerlerini seçmekte özgür olduklarını yazan Blinken’a göre, kendi liderlikleri sayesinde uluslararası hukuk ve Birleşmiş Milletler (BM) düzenine olan saygı ve uyum çabası da artmaktadır. Bu bağlamda, Blinken, Biden’ın Başkanlığında ABD’nin 4 yıl gibi kısa bir sürede daha güçlenmeyi başardığını iddia ederken, henüz işlerinin tamamlanmadığını ve revizyonist devletlerle mücadele için Amerikan liderliğinin daha da güçlendirilmesi gerektiğini ifade etmektedir.

ABD’nin stratejik sağlamlığının ekonomik rekabetçiliğine dayandığını belirten Amerikalı diplomata göre, Biden-Harris döneminde Amerika’daki altyapı hizmetlerini ve çeşitli endüstrileri geliştirmek için tarihi düzeyde yatırımlar yapılmış ve ciddi ilerlemeler sağlanmıştır. Bu sayede, yeni teknolojileri geliştirerek ABD’nin küresel enerji dönüşümünü sağlayacak lider ülke haline geldiğinin altını çizen Blinken’ın görüşüne göre, kendi dönemleri döneminde Amerikalı işçiler 1990’lardan bu yana en iyi dönemlerini yaşamışlardır. ABD’nin ekonomik büyüklüğünün (GDP) halen kendisinden sonra gelen üç ülkenin (Çin, Almanya ve Japonya) toplamından fazla olduğunu belirten Amerikalı Bakana göre temiz enerji, elektrikli arabalar ve yarı-iletkenler gibi kritik sektörlerde ABD liderliği sürmekte olup, doğrudan dış yatırım (FDI) konusunda da iktidarları döneminde ABD parlak bir süreçten geçmiştir.

Ekonomi ve teknolojideki önlemlerin yanı sıra diplomaside de ABD’nin dostlarını korumak ve genişletmek noktasında başarılı olduklarını iddia eden Blinken, sorumlu bir şekilde rekabet etmek bağlamında hareket ettiklerini ve rakip devletlere yönelik olarak rejim değişikliği politikası yerine bir arada yaşama (coexist) stratejisi uyguladıklarını belirterek, bu şekilde Amerikan müttefiklerinin güvenlik ve refahını arttırdıkları savını öne sürmektedir. ABD ile rekabet eden ülkeler arasında uluslararası sistemi dönüştürme kapasitesi anlamında bilhassa Çin’i öne çıkaran Antony J. Blinken, Pekin’i Washington’ın “uzun dönemli stratejik rakibi” olarak tanımlamaktadır. Çin’in agresif ekonomik politikaları karşısında Amerikan ve dost devlet üreticilerini koruyacaklarını yazan Blinken, Çin’in ekonomik yükselişini bir tür güvenlik meselesi olarak ele alarak bu konudaki şahin duruşlarını göstermektedir. Buna karşın, bu ülkeyle ekonomik ilişkilerinde sürtüşme istemediklerini yazan Blinken, iklim değişikliği, sentetik uyuşturucularla mücadele ve nükleer yayılma gibi konularda Pekin’le iş birliğini sürdürmek istediklerini kaydetmektedir.

Rusya ile ilişkiler konusunda ise daha karamsar düşünen Blinken, Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in rövanşist hedefleri nedeniyle Moskova’nın siber saldırılar ve ABD seçimlerine müdahale gibi uygulamaları nedeniyle bu ülkeye karşı güçle karşı koymaktan kaçınmayacaklarını yazmaktadır. Buna rağmen, Amerikalı devlet adamı, yeni START anlaşması ve stratejik istikrar diyaloğu gibi hususlarda Rusya ile birlikte çalışabileceklerini vurgulamaktadır.

Yazısının sonraki bölümünde İran ve Kuzey Kore konusuna geçen Blinken, bu iki devleti caydırmak konusunda kararlılıkla hareket ettiklerini ifade ederek, Trump döneminde İran nükleer anlaşmasından Amerikan yönetiminin cayması nedeniyle güvenlik açısından zor bir durumda kaldıklarını da yazmaktadır. İran’ın asla nükleer silahlara ulaşmasına izin verilmeyeceğini vurgulayan Blinken, Tahran’ın buna uygun hareket etmemesi halinde yaptırımlarla ekonomik gelişiminin engelleneceğini ifade etmektedir. Kuzey Kore ile de doğrudan görüşmelere açık olduklarını kaydeden Blinken, buna karşın herhangi bir ön koşul kabul etmediklerini yazmaktadır.

Müttefiklerinin başarısı için 4 önemli strateji uyguladıklarını kaydeden Antony Blinken, bu uğurda ilk olarak ülkelerinin ittifak ve iş birliklerine uygun hareket ettiklerini iddia etmektedir. NATO üyelerinin birinin saldırıya uğraması halinde birlikte hareket edileceğini vurgulayan Blinken, Japonya, Güney Kore ve diğer Asyalı müttefikler konusunda da Washington’ın güvenlik sağlamaya devam etmekten çekinmeyeceğini yazmaktadır. İkinci olarak, kendi iktidarları döneminde Hindistan, Avustralya ve Japonya ile önceden oluşturulan QUAD ittifakının canlandırıldığını iddia eden Blinken, ayrıca ABD-Avrupa Birliği Ticaret ve Teknoloji Konseyi, ABD-Hindistan Stratejik İş Birliği ve diğer bölgesel anlaşma ve ittifaklarla konumlarının güçlendirildiğini vurgulamaktadır.

Bu kapsamda üçüncü olarak dünya ekonomisinin yüzde 40’ını oluşturan 14 devletin katılımıyla Hint-Pasifik Ekonomik Çerçevesi ve Avustralya ve Birleşik Krallık’la birlikte AUKUS ittifakını oluşturduklarını hatırlatan Blinken, nükleer denizaltı yapımı ve bilimsel, teknolojik ve endüstriyel iş birlikleri sayesinde bölgesel olarak da güçlendiklerini ifade etmektedir. Blinken’ın bu kapsamda öne çıkardığı dördüncü konu ise çok boyutlu ve çok taraflı diplomasiye önem vererek birçok farklı ve yeni uluslararası platform ve iş birliği mekanizmasını iktidarları döneminde öne çıkarmaları hususudur. COVID-19 pandemisi döneminde güçlü bir liderlik gösterdiklerini de iddia eden Amerikalı Bakana göre uyuşturucu ve kayıtdışı göçle mücadele gibi konularda da muazzam başarılar kaydetmiş durumdadırlar. Bu kapsamda bir diğer girişim ise demokratik ülkeler arasında iş birliğini teşvik eden Demokrasi Zirvesi’dir. Blinken, sorumlu liderliklerine örnek olarak Çin’in de desteğiyle Birleşmiş Milletler’de yapay zekanın iyiye kullanımı konusunda tarite ilk kez bir karar almalarını belirtmektedir.

İktidarları süresince NATO üyeleri arasındaki iş birliğini geliştirdiklerini de yazan Blinken’a göre, bu dönemde ilk kez Çin NATO üyeleri tarafından bir tehdit olarak değerlendirilmeye alınmış ve Transatlantik güvenlik ve değerlerin korunması konusunda görüş birliğine varılmıştır. Bu bağlamda, Blinken, Çin’in Güney Çin Denizi ve Tayvan Boğazı’nda uygulayabileceği agresif politikalara karşı duracaklarını da yazarak, Ukrayna konusunda da Rusya’ya karşı durmaya devam edeceklerinin sinyallerini vermektedir. Rus işgali karşısında Ukrayna’nın güçlendirilerek vatan savunması yapmasının önünün açıldığını yazan Amerikalı diplomata göre, Birleşmiş Milletler’in temel ilkelerinden olan devletlerin egemenliği ve toprak bütünlüğüne aykırı olan bu saldırı karşısında Ukrayna ile dayanışma içerisinde durmaya devam etmeleri gerekmektedir. Çin’in bu süreçte Rusya ile ittifakını sürdürmesi ise Avrupalıların da Çin’i sistemik bir hasım olarak görmesi sonucuna yol açmış ve bu ülkenin Batı ülkeleri pazarlarına girişinde sorun yaşamasına neden olmuştur. Bu süreçte Rusya’da drone fabrikası kuran İran ve bu ülkeye silah sağlayan Kuzey Kore’nin de uluslararası düzene aykırı hareket ettiklerini iddia eden Blinken, Çin’in de Rusya ile stratejik metalarda ticarete devam ederek bu ülkenin silah yapımına katkı sunduğunu vurgulamaktadır.

Bu süreçte revizyonist ve sistem-dışı devletlerle içli dışlı halen gelen Rusya’nın teknolojik gücünü bu ülkelerle (örneğin Kuzey Kore ve İran) paylaşmaya başlamasının da ciddi bir risk olduğunu iddia eden Blinken’a göre bu tarz gelişmeler Japonya ve Güney Kore’nin güvenliği açısından müspet değildir. Bu tehditler karşısında İsveç ve Finlandiya’nın katılımıyla NATO ittifakının 32 üyeli daha güçlü bir hüviyet kazandığını belirten Amerikalı siyasetçiye göre üye ülkelerin 23’ü daha şimdiden kendi ulusal bütçelerinin yüzde 2’si düzeyinde savunma harcaması yapma hedefine de ulaşmıştır. Bu bağlamda, Japonya ve Filipinler gibi bölge ülkeleriyle ABD arasında artan iş birliği de Blinken’a göre iktidarları döneminin başarılarına eklenmelidir. Benzer şekilde, Blinken, AB ile Çin’in arasını bozmalarını ve İtalya’nın Kuşak Yol Projesi’nden ayrılmasını da ABD’nin bir dış politik başarısı olarak işaret etmektedir.

Blinken, Gazze’de yaşanan insanlık dramı konusunda ise sadece durumu analiz etmekle yetinmekle ve kendisinin de sorumluluğunun olduğu bu büyük trajedi konusunda hiçbir somut çözüm önerisi veya politika seti önermemektedir. Benzer şekilde, Blinken, İsrail’in bu konudaki hukuk tanımaz tavrını ve aşırı güç kullanımını da eleştirmekten kaçınmaktadır.

Sonuç olarak, seçim sürecinde bir siyasetçi olarak daha çok yaptıklarını övme amacıyla bu yazıyı kaleme alan Antony Blinken’ın Amerikan liderliği ve idealleri konusunda fazla iyimser bir bakış açısının olduğu belirtilmelidir. Zira ABD liderliğine yönelik dünya genelinde ve özellikle de küresel güneyde son yıllarda büyük tepkiler oluşmakta olup, bunun sebebi de ABD’nin İsrail’in aşırı güç kullanımı konusunda hiçbir çaba içerisinde olmaması ve geleneksel müttefiklerini de ayrımcı/seçici ve çifte standartlara dayalı uygulamaları nedeniyle küstürmesidir. Örneğin, terörle mücadele konusunda güçlü ilkeleri olan ABD, ne kadar ilginçtir ki Suriye’de açık bir şekilde kendisinin de terör örgütü olarak kabul ettiği PKK’nın uzantısı olan YPG ve PYD’ye alenen destek vermekte ve tarihsel müttefiki Türkiye’nin aleyhine şiddet unsurlarını güçlendirmektedir. Benzer şekilde, uluslararası hukuku çok önemsediğini iddia eden ABD yönetimi, on yıllarca Ermenistan’ın Karabağ işgaline destek olmuş ve bunun çözümlenmesi noktasında kolaylaştırıcılıktan ziyade zorlaştırıcı bir rol oynamıştır. Ek olarak, ABD’nin Rusya’nın Ukrayna politikaları konusundaki tutumu olay özelinde haklı gözükmekle birlikte, yıllardır Moskova’ya verilen sözlerin tutulmaması ve NATO’nun sürekli olarak Rusya aleyhine genişlemesi de dış politik tutarlılık açısından eleştirilebilecek hususlardır. Son olarak, ABD’nin Çin’in ekonomik yükselişini aleni bir tehdit ve varoluşsal bir risk olarak değerlendirmesi de doğru bir politika olmayabilir. Zira Çin’in uluslararası hukuk ve askeri müdahaleler konusundaki tavrı ABD ile kıyaslandığında bugüne kadar çok daha barışçıl olmuş ve Pekin, diğer ülkelere askeri ittifaklar yerine ekonomik iş birlikleri önererek barışçıl bir şekilde yükselebilmiştir.

Tüm bu nedenlerle, Blinken’ın yazısı daha çok bir seçim propagandası olarak değerlendirilebilir ki, seçimlerde de Demokrat Parti adayı Kamala Harris’in kazanması hiç kolay olmayacaktır. Zira anketler ve ABD’deki siyasi atmosfere bakıldığında, ABD’deki seçim sisteminin de etkisiyle, Donald Trump ve MAGA ekibinin başarı şansı bu defa oldukça yüksek gözükmektedir. Trump’ın uğradığı suikast girişimi ve izolasyonist eğilimleri de dünyanın geri kalanı ve ABD içerisinde önemli bir gruptan yoğun destek almaktadır.

Prof. Dr. Ozan ÖRMECİ

Leave A Response »

Time limit is exhausted. Please reload the CAPTCHA.