RUSYA NÜKLEER SİLAHI TERCİH EDER Mİ?

upa-admin 06 Haziran 2025 321 Okunma 0
RUSYA NÜKLEER SİLAHI TERCİH EDER Mİ?

Giriş

Rusya-Ukrayna Savaşı, 2022 Şubat ayında başlayan klasik bir askeri operasyon olmaktan hızla çıkarak, küresel jeopolitik dengeleri derinden sarsan çok boyutlu bir krize doğru gidiyor. Bugün, savaş, sadece cephe hatlarından ibaret değil; derin saldırılar, psikolojik operasyonlar ve stratejik doktrinler üzerinden şekilleniyor. Mayıs ayının son günlerinde yaşanan gelişmeler ise, savaşın farklı bir boyuta evrilme potansiyelini bizlere göstermekte. Bryansk ve Kursk gibi sınır bölgelerindeki Ukrayna kaynaklı sabotajlar (Örümcek Ağı Operasyonu), Rusya’nın iç güvenliğinin dokunulmaz olmadığını açıkça ortaya koydu. Bunun yanı sıra Rusya’nın stratejik derinliğinde bulunan Belaya, Ivanovo Severny ve Olenya hava üslerine yönelik geniş kapsamlı İHA saldırıları, Kremlin’in yalnızca askeri kapasitesini değil, aynı zamanda prestijini ve psikolojik üstünlüğünü de hedef aldı. Bu durum, Moskova’nın tarihsel olarak koruduğu “dokunulmaz iç coğrafya” kavramını ciddi anlamda sorgulamasına yol açıyor.

Kremlin’in bu saldırılara yanıtı askeri boyutun çok ötesinde, diplomatik ve retorik olarak da giderek sertleşiyor. Özellikle Almanya’nın Ukrayna’ya sağladığı ileri teknolojiye sahip silah sistemleri, Moskova tarafından açıkça “çatışmanın tarafı olmak” şeklinde yorumlanmakta. Kremlin sözcülerinin Almanya’ya yönelik sert suçlamaları ve eski Devlet Başkanı Dmitry Medvedev’in sosyal medyadaki “nükleer savaş” imalı mesajları, Moskova’nın tehditlerinin sadece retorik düzeyde kalmayabileceğini göstermektedir. Diğer tarafta, ABD Başkanı Donald Trump’ın “Ben olsaydım bu savaş çoktan biterdi” şeklindeki popülist açıklamalarının etkisizliği giderek daha net anlaşılıyor. Artık net olarak görülen şudur ki, Rusya’nın savaş stratejisi, kişisel liderlik tercihlerinden ziyade derin devlet refleksleri ve küresel güç dengeleri üzerine şekilleniyor. Bu karmaşık tablo karşısında beliren kritik soru şudur: Son gelişmeler ışığında, Rusya, taktik nükleer silah kullanımına gerçekten yaklaşmış mıdır? Bu sorunun cevabı yalnızca savaşın gidişatını değil, aynı zamanda önümüzdeki dönemin uluslararası güvenlik yapısını da derinden etkileyecektir.

Rusya’nın Nükleer Doktrini

2023 yılında Kremlin tarafından revize edilen, 2024 yılında son şeklini alan Rusya’nın nükleer doktrini, nükleer silah kullanımına dair önceki yaklaşımından belirgin bir şekilde ayrışarak, nükleer kapasitenin rolünü genişleten, kullanım kriterlerini ise daha esnek ve yoruma açık hâle getiren bir stratejik dönüşüme işaret ediyor. Kremlin’in resmi dokümanlarına yansıdığı şekliyle yeni nükleer doktrin, nükleer silahların kullanımını sadece “devletin varlığını tehdit eden durumlarda” değil, aynı zamanda “kriz ve çatışma süreçlerinde caydırıcı ve önleyici bir unsur” olarak konumlandırmaktadır. Bu bağlamda doktrin, dört ana senaryoda Rusya’nın nükleer silah kullanma yetkisini tanımlamaktadır:

  1. Rusya veya müttefiklerine yönelik bir balistik füze saldırısının doğrulanması durumunda,
  2. Rusya’ya yönelik doğrudan bir nükleer veya başka bir tür kitle imha silahı saldırısı gerçekleştiğinde,
  3. Rusya’nın nükleer tesislerine veya stratejik altyapısına yönelik saldırılar olduğunda,
  4. Ülkenin varlığını tehdit edecek düzeyde geniş kapsamlı konvansiyonel saldırılar karşısında.

Bu dört madde arasında özellikle dördüncü madde, geniş ve esnek yoruma açık bir ifade içermektedir. “Ülkenin varlığını tehdit eden konvansiyonel saldırılar” ifadesi, çeşitli kriz senaryolarında Moskova tarafından rahatlıkla yorumlanabilecek ve genişletebilecek bir esneklik sağlamaktadır. Ukrayna Savaşı örneğinde, Rusya’nın derin bölgelerindeki kritik altyapıya yönelik insansız hava araçlı saldırılar, stratejik askeri tesislere yapılan sabotajlar veya Batı’nın Ukrayna’ya sağladığı uzun menzilli silah sistemleri, Kremlin tarafından potansiyel olarak “devletin varlığına yönelik tehdit” şeklinde değerlendirilebilir. Bu durum, Rusya’nın nükleer silah kullanımı eşiğini geçmiş dönemlere göre çok daha düşük bir seviyeye çekmektedir. Ayrıca Rusya’nın Belarus topraklarında konuşlandırdığı taktik nükleer silahlar, doktrinin sadece teorik değil, aynı zamanda somut coğrafi ve operasyonel unsurlar taşıdığını da ortaya koymaktadır. Belarus’ta bulunan taktik nükleer başlıkların varlığı hem Ukrayna’ya, hem de NATO ülkelerine yönelik güçlü bir psikolojik ve stratejik mesaj içermektedir. Kremlin, bu hamlesiyle nükleer tehdidin sadece savunmacı değil, saldırgan ve proaktif bir boyutunu da açıkça vurgulamaktadır. Bu yeni doktrin, üst düzey Rus yetkililerin kamuya açık ifadeleriyle de tutarlı bir bütünlük içindedir. Özellikle Rusya Güvenlik Konseyi Başkan Yardımcısı ve eski Devlet Başkanı Dmitry Medvedev’in 2023 ve 2024 yılları boyunca yaptığı sert açıklamalar, bu doktrinin retorik boyutunu daha da güçlendirmektedir. Medvedev’in Avrupa başkentlerine yönelik nükleer tehditleri içeren söylemleri, Kremlin’in nükleer stratejisinin sadece caydırıcı değil, aynı zamanda bir baskı ve psikolojik harekât aracı olarak da kullanılmaya başladığını göstermektedir.

Nükleer doktrindeki bu dönüşümün en önemli sonucu, Rusya’nın nükleer silah kullanımını “son çare” yerine, kriz anlarında “erken aşamada caydırıcı bir araç” olarak kabul eden stratejik anlayışıdır. Bu durum, uluslararası güvenlik mimarisi açısından ciddi bir belirsizlik ve risk faktörü oluşturmaktadır. Rusya’nın stratejik niyetleri ve taktik nükleer silahların kullanılma olasılığı konusundaki belirsizlik, sadece Ukrayna değil, tüm Avrupa ve uluslararası toplum açısından da yeni ve dikkatle değerlendirilmesi gereken bir güvenlik paradigmasını ortaya çıkarmıştır. Bu bağlamda, Rusya’nın 2024 yılı itibarıyla benimsediği nükleer doktrin, sadece askeri değil, aynı zamanda diplomatik ve siyasi boyutlarıyla da yakından takip edilmeyi zorunlu kılan önemli bir stratejik gelişme olarak ön plana çıkmaktadır.

Saldırılar ve Kırmızı Çizgilerin Testi

Rusya’nın sınır ve iç bölgelerine yönelik saldırılar, 2024 yılının Ağustos ayından itibaren belirgin bir artış göstermekte ve özellikle 2025’in ilk yarısında da devam etmektedir. Bryansk ve Kursk gibi kritik sınır bölgelerinde meydana gelen sabotaj eylemleri, sadece askeri altyapıyı değil, aynı zamanda sivil ulaşım güzergâhlarını da hedef alarak Kremlin’in iç güvenlik algısını ciddi anlamda zedeliyor. Kremlin’in uzun süredir “dokunulmaz” kabul ettiği iç bölgelerde yaşanan bu saldırılar, stratejik olarak psikolojik ve askeri hedeflerin birleştiği bir alan yaratmaktadır. Mayıs 2025’in son haftasında Bryansk bölgesinde meydana gelen olay, saldırıların niteliğini açıkça ortaya koymaktadır. Burada, stratejik öneme sahip bir demiryolu köprüsü, bilinçli ve koordineli bir biçimde patlayıcılarla sabote edilmiştir. Patlamanın trenin köprü üzerindeyken gerçekleşmesi sonucu, çok sayıda sivil hayatını kaybetmiş ve yaralanmalar olmuştur. Bu saldırının Rus kamuoyu üzerinde yarattığı travmatik etki, Kremlin yönetimini askeri ve siyasi düzeyde zorunlu açıklamalar yapmaya sevk etmiş ve saldırının arkasında Ukrayna özel servislerinin bulunduğu belirtilmiştir. Kiev yönetimi ise saldırıların sorumluluğunu üstlenmemiştir. Ancak operasyonların niteliği, açıkça örtülü ve sofistike istihbarat ve sabotaj kapasitesiyle gerçekleştirildiğini göstermektedir.

Fakat Bryansk saldırısından daha derin bir etki yaratan gelişme, Rusya’nın kritik askeri üslerine yönelik eş zamanlı insansız hava aracı (İHA) saldırılarıdır. Belaya (Ural bölgesi), Dyagilevo (Ryazan bölgesi), Ivanovo Severny (Merkez Federal Bölgesi) ve Olenya (Murmansk bölgesi) gibi üsler, eş zamanlı ve koordineli saldırılara maruz kalmıştır. Bu saldırılar, teknik kapasitenin yanında istihbarat ve lojistik koordinasyonun ne kadar üst düzeye çıktığını göstermektedir. Özellikle A-50 erken uyarı ve kontrol uçaklarının ağır hasar görmesi veya imha edilmesi, Rusya’nın hava savunma sistemlerine ciddi darbe vurmuştur. Bu durum, Kremlin’in askeri caydırıcılığını ve iç güvenlik algısını derinden sarstı. Daha önce güvenli kabul edilen bölgelerin artık aktif çatışma alanına dönüştüğü gerçeği, Moskova açısından kritik bir dönüm noktasına işaret ediyor.

Bu saldırıların arkasında sadece Ukrayna’nın olmadığını, Batı’nın -özellikle NATO ülkelerinin- sağladığı askeri, teknolojik ve istihbari desteğin kritik bir rol oynadığını Kremlin sıklıkla dile getirmektedir. Bu noktada Almanya’nın Ukrayna’ya sağladığı uzun menzilli ve gelişmiş füze sistemleri Kremlin tarafından açıkça “çatışmaya doğrudan müdahil olma” şeklinde yorumlanmıştır. Dmitry Medvedev’in özellikle sosyal medyadan yaptığı sert ve nükleer vurgulu açıklamalar, bu bağlamda sembolik anlamdan çok daha ötesine geçmekte ve Kremlin’in stratejik eşik değerlerinin ciddi biçimde yeniden gözden geçirildiğini göstermektedir. Rusya’nın kırmızı çizgilerinin test edildiği bu süreç, artık yalnızca cephede değil, devletin iç bölgelerinde de ciddi güvenlik açıklarının ve psikolojik kırılganlıkların oluştuğunu ortaya koymaktadır. Kremlin’in bu yeni gerçekliğe vereceği tepki, klasik askeri reflekslerin ötesinde, siyasi ve stratejik düzeyde daha kapsamlı bir yeniden değerlendirme sürecini gerektirebilir. Nükleer caydırıcılığın daha açık biçimde vurgulandığı bu ortamda, Rusya’nın hangi noktada eşiği geçtiğini veya geçmeye yaklaştığını net biçimde tanımlamak giderek zorlaşmakta ve belirsizleşmektedir.

Taktik Nükleer Silah Kullanımı Olasılığı

Rusya’nın nükleer silahlara yönelik stratejik tutumu, uzun yıllardır sadece askeri caydırıcılık amacıyla sınırlı kalmamış; aynı zamanda diplomatik baskı ve psikolojik savaş unsuru olarak da aktif şekilde kullanılmıştır. 2024 yılının ortalarında başlayan ve 2025 yılı başında yoğunlaşan iç saldırılar, Rus topraklarının derinliğindeki askeri tesislere yönelik operasyonlar ve özellikle Batı’nın Ukrayna’ya sağladığı gelişmiş silah sistemlerinin kapsamının genişlemesi, Kremlin’in nükleer silah söylemlerini eyleme geçirme ihtimalini giderek daha ciddi bir gündem maddesine dönüştürmektedir. Bu noktada cevaplanması gereken temel soru şudur: Rusya gerçekten taktik nükleer silah kullanma eşiğine yaklaştı mı, yoksa bu söylemler hâlen stratejik caydırıcılığın etkin bir parçası olarak mı sürdürülüyor?

Taktik nükleer silahlar, genel anlamda düşük tahrip gücüne, sınırlı etki yarıçapına ve kısa menzile sahip nükleer mühimmat olarak tanımlanmaktadır. Stratejik nükleer silahlardan farklı olarak, geniş şehirleri hedeflemekten ziyade, muharebe alanındaki düşman unsurlarını etkisiz hâle getirmeye veya belirli bölgeleri savunulamaz kılmaya yönelik üretilmişlerdir. Rusya’nın yaklaşık 2.000 civarında olduğu tahmin edilen “taktik” nükleer mühimmatının varlığı, Batı’nın sürekli tetikte kalmasının temel sebeplerinden biridir. Rusya açısından bu silahların önemi, düşmana psikolojik üstünlük sağlamak ve gerektiğinde cephe hattında net bir mesaj vermek olarak iki boyutlu bir stratejik yaklaşımı içermektedir.

Rusya’nın nükleer silah kullanma ihtimali ile ilgili değerlendirmelerde öne çıkan senaryolar, genellikle NATO’nun doğrudan savaşa müdahale etmesi veya çatışmaların Ukrayna sınırlarını aşarak Rusya’nın iç bölgelerinde ciddi güvenlik krizlerine yol açması durumlarına odaklanmıştır. Ancak son aylarda ortaya çıkan tablo, Kremlin’in nükleer silah kullanım eşiğini daha da aşağı çekmiş olabileceğine yönelik endişeleri artırmaktadır. Almanya’nın Ukrayna’ya sağladığı uzun menzilli füze sistemleri ve diğer ağır silah ve roketler (ATACAMS da dahil olmak üzere), Kremlin tarafından savaşta doğrudan taraf olmanın göstergesi şeklinde yorumlanmaktadır.

Rusya’nın mevcut şartlar altında olası taktik nükleer silah kullanımı bağlamında değerlendirilebilecek iki temel senaryo bulunmaktadır:

Birinci senaryo, sınırlı ölçekli, kontrollü bir nükleer gösteri gerçekleştirmektir. Bu senaryo kapsamında, Rusya, cephe hattına yakın bir bölgede veya Belarus toprakları gibi yakın müttefik ülkelerde boş ve stratejik olarak az riskli bir alanda küçük ölçekli bir nükleer deneme gerçekleştirerek net bir uyarıda bulunabilir. Böyle bir hareket, sahadaki askeri unsurları doğrudan hedef almasa dahi, Batı ve Ukrayna üzerindeki psikolojik baskıyı arttırarak çatışmanın seyrini değiştirme gücüne sahiptir. Bu adım, Kremlin için yüksek risk barındırmakla birlikte, psikolojik etkisi nedeniyle tercih edilebilir bir stratejik hamle olarak görülebilir.

İkinci senaryo ise, Rusya’nın mevcut politikasını sürdürerek, taktik nükleer silahların kullanılacağına dair söylemlerle Batı dünyası üzerinde sürekli bir psikolojik baskı yaratma stratejisidir. Kremlin, bu politikayı şu ana kadar etkin bir şekilde kullanmış ve özellikle Avrupa kamuoylarında endişe yaratmayı başarmıştır. Avrupa ülkelerinin birçoğunda, Rusya’nın nükleer tehditleri nedeniyle Ukrayna’ya yönelik silah sevkiyatlarının yavaşlatılması veya kamuoyu tepkilerinin ortaya çıkması, bu stratejinin somut bir göstergesidir. Bu bağlamda, Kremlin’in söylem düzeyindeki nükleer tehdidi aktif bir diplomatik araç olarak sürdürmeye devam etmesi kuvvetle muhtemeldir.

Ancak taktik nükleer silah kullanımının gerçekleşip gerçekleşmeyeceği konusunda en belirleyici faktörlerden biri de Rusya’nın küresel stratejik ortaklarının, özellikle Çin ve Hindistan’ın göstereceği tepkidir. Bu iki ülke, Kremlin’in taktik nükleer silah kullanması hâlinde diplomatik ilişkilerinde belirgin bir yeniden değerlendirme yapabileceklerini çeşitli platformlarda dile getirmiştir (özellikle Rus kamuoyunda uluslararası ilişkiler uzmanları bu noktanın altını ısrarla çizmekteler). Dolayısıyla, Kremlin açısından nükleer silah kullanımı yalnızca askeri sonuçlar değil, aynı zamanda uzun vadeli diplomatik ve ekonomik yaptırımlar açısından da ciddi bir riski beraberinde getirmektedir.

Rusya’nın taktik nükleer silah kullanım olasılığı, günümüzde hiç olmadığı kadar ciddi bir uluslararası tartışma konusu haline gelmiş olsa da, Moskova, mevcut aşamada bu tür silahları sahada kullanmanın yaratacağı ağır bedellerin farkındadır. Ancak nükleer tehdidin sürekli canlı tutulması politikası, Kremlin açısından vazgeçilmez bir stratejik araçtır ve görünür gelecekte de bu yaklaşımın sürdürülmesi muhtemeldir. Kullanmak, Rusya açısından bugün gerçekçi bir senaryo olarak değerlendirilmese bile, tehdidin sürekli canlı tutulması, ülke içinde şehirlere saldırıların devamı gibi kötü senaryolar karşısında Moskova’nın elindeki en güçlü diplomatik ve stratejik silah olmaya devam edecektir.

Genel Değerlendirme

2025 yazına girerken Rusya-Ukrayna Savaşı, yalnızca askeri çatışmanın sınırlarını aşarak diplomatik, stratejik ve psikolojik düzlemlerde yeni bir safhaya geliyor. Özellikle Rusya topraklarında meydana gelen derin sabotaj eylemleri ve hava üslerine yönelik koordineli saldırılar, savaşın klasik cephe hatları dışına taştığının en somut göstergeleridir. Almanya gibi NATO ülkelerinin giderek artan silah ve mühimmat desteği, Moskova tarafından doğrudan savaşta taraf olmak şeklinde algılanmakta, bu da Rusya’nın savaşta kullandığı kırmızı çizgilerin birer birer aşılmasına yol açmaktadır. Bununla birlikte, Kremlin’in bu gelişmelere hangi boyutta yanıt vereceği, mevcut belirsizliğini koruyan ve üzerinde durulması gereken kritik bir sorudur.

Rusya Federasyonu’nun tarihî devlet refleksleri incelendiğinde, kriz dönemlerinde genellikle maksimalist ve radikal bir söylem benimsediği, ancak fiilî müdahale aşamasında genelde daha kontrollü ve hesaplı davrandığı görülmektedir. Fakat mevcut savaşın geldiği son evre, Batı’nın artan müdahale derecesi ve Ukrayna’nın savaşın ilk evrelerinde gösteremediği derin saldırı kapasitesini kazanmasıyla birlikte, Moskova’nın stratejik sabrını önemli ölçüde zorlamaktadır. Bu çerçevede, Kremlin’in taktik nükleer silah kullanımına yönelik açık tehdit söylemleri, daha önce benzeri görülmemiş şekilde “ciddi bir kullanım seçeneği” olarak kamuoyuna sunulmaktadır. Bu durum, uluslararası kamuoyunda endişeleri artırdığı gibi savaşın boyutlarını daha da karmaşıklaştırmaktadır.

Öte yandan, Kremlin’in mevcut pozisyonunu değerlendirirken, yalnızca Rusya’nın niyetlerini değil, küresel aktörlerin olası tepkilerini de göz önünde bulundurmak gerekmektedir. Rusya’nın böyle bir adım atması hâlinde stratejik ortaklarından izole edilme ihtimali, Moskova’nın şu anki söylemlerinin sahada gerçekliğe dönüşmesini engelleyen en önemli unsurlar arasında yer almaktadır.

Bununla birlikte, mevcut uluslararası ortamda ABD Başkanı Donald Trump’ın “savaşın kısa sürede sona ereceği” söylemlerinin sahadaki gerçeklikten uzak olduğu net bir biçimde görülmüştür. Trump’ın söylemleri Ukrayna sahasındaki gelişmelere etki etmekten ziyade, iç politikaya yönelik popülist hamleler olarak kalmıştır. Bu durum ise, Rusya açısından farklı ve daha radikal stratejik reflekslere başvurma riskini beraberinde getirebilir.

Güncel koşullar çerçevesinde Kremlin’in izlediği politika, uluslararası ilişkiler literatüründe “eşik stratejisi” (brinkmanship) olarak adlandırılan yaklaşıma benzemektedir. Bu stratejide, devlet doğrudan bir çatışma veya nükleer saldırıya girişmemekle birlikte, sürekli olarak çatışma eşiğine yakın durarak karşı tarafa psikolojik baskı yapar ve bu sayede pazarlık gücünü artırmayı hedefler. Kremlin, özellikle Belarus’a konuşlandırdığı taktik nükleer silahlarla ve Dmitry Medvedev gibi üst düzey yetkililerin sert söylemleriyle sürekli olarak bu eşikte hareket ettiğini göstermektedir.

Fakat bu stratejinin uzun vadede sürdürülebilir olduğunu düşünmek mümkün değildir. Çünkü bu durum, hem iç, hem de dış aktörlerde sürekli bir tedirginlik yaratmakta ve bu belirsizlik, istikrarı sağlamak yerine çatışmayı daha da derinleştirme riskini taşımaktadır. Rusya’nın önünde iki temel seçenek bulunmaktadır: ya mevcut tehdit politikasından geri adım atarak uluslararası sistemle yeniden dengeli bir ilişki kurmak, ya da tehditlerinden birini gerçekçi bir hamleye dönüştürerek, uluslararası sistemdeki rolünü radikal biçimde değiştirmek.

Bu açıdan bakıldığında, önümüzdeki dönemde gerçekleşecek askeri operasyonların ve Rusya’nın özellikle Ukrayna sınırına yığdığı kuvvetlerin hangi kapsamda kullanılacağının netleşmesi, Kremlin’in hangi stratejiyi tercih edeceğinin de önemli bir göstergesi olacaktır. Rusya’nın sahadaki durumunu askeri olarak dezavantajlı görmesi ve kırmızı çizgilerinin ihlal edildiğine karar vermesi hâlinde, taktik nükleer silahların kullanılma ihtimali artık uzak bir teorik senaryo olmaktan çıkıp somut bir tehdit hâline gelecektir. Dolayısıyla, 2025 yılı itibarıyla Rusya-Ukrayna Savaşı kritik bir dönüm noktasında bulunmaktadır. Taktik nükleer silahlar henüz kullanılmamıştır; ancak artık bu ihtimal akademik, askeri ve siyasi çevrelerde ciddi şekilde ele alınan gerçekçi bir senaryo olarak kabul edilmelidir. Unutulmamalıdır ki, üç yıl önce kimse Putin’in Ukrayna’ya kapsamlı bir askeri operasyon başlatacağına da ciddi bir ihtimal tanımıyordu. Bugün de benzer şekilde, çoğu uluslararası ilişkiler ve politika uzmanları Rusya’nın nükleer silah kullanacağına ihtimal vermemekte. Ancak bu yaklaşım, içgüdülere, Batı merkezli değerlendirme kalıplarına ve klasik uluslararası normlara dayanmakta; oysa Kremlin’in stratejik reflekslerini doğru okuyabilmek için çok daha derinlikli ve bağlamsal bir analiz gerekmektedir. Rusya, dışarıdan kolaylıkla çözümlenebilecek bir devlet yapısına sahip değildir. Bu nedenle, Moskova’nın davranışlarını anlamak için önyargılardan arınmış, normatif beklentilere değil gerçekçi ve nesnel göstergelere dayanan bir bakış açısı geliştirmek zorunludur.

Kapak fotoğrafı: AlJazeera

Sadık ARPACI
Uluslararası İlişkiler, Rusya Uzmanı
Tel: +90 545 932 36 77
Email: by.sadik@hotmail.com

 

Leave A Response »

Time limit is exhausted. Please reload the CAPTCHA.