TÜRKİYE AVRUPA’NIN İÇİNDE Mİ DIŞINDA MI? TARİH, KİMLİK VE JEOPOLİTİK GERÇEKLİKLER ÜZERİNDEN BİR DEĞERLENDİRME

upa-admin 12 Haziran 2025 509 Okunma 0
TÜRKİYE AVRUPA’NIN İÇİNDE Mİ DIŞINDA MI? TARİH, KİMLİK VE JEOPOLİTİK GERÇEKLİKLER ÜZERİNDEN BİR DEĞERLENDİRME

Kimliksel Arka Plan: Tarihsel ve Sosyolojik Süreklilik

Avrupa’da Türkiye’ye yönelik algı, tarihsel olarak ikili bir yapı arz etmektedir. Türkiye, bir yandan Avrupa kurumlarına dahil, NATO üyesi ve ticari partnerdir; öte yandan kültürel, siyasal ve tarihsel kodlarıyla sıklıkla “öteki” olarak konumlandırılmıştır. Bu durum, Türkiye’yi Avrupa için aynı anda hem “insider“, hem de “outsider” yapan yapısal bir çelişki doğurmuştur (Müftüler-Baç, 2011).

Bu çelişkinin düşünsel temelleri, Osmanlı’nın son döneminde şekillenen modernleşme tartışmalarına dayanır. Ziya Gökalp, Batı medeniyeti ile yerel kültür arasında ayrım yaparak, modernleşmenin teknik ve bilimsel yönlerinin benimsenebileceğini; ancak bu sürecin milli kimliği ortadan kaldırmadan yürütülmesi gerektiğini savunmuştur (Gökalp, 1992 [1918]). Bu yaklaşım, Türkiye’nin Batı’yla kurduğu ilişkide “seçici yakınlık” anlayışının gelişmesine yol açmış; araçsal iş birliği, normatif uyumun önüne geçmiştir.

Şerif Mardin (1973), bu sürecin siyasal izdüşümünü merkez-çevre kuramı çerçevesinde açıklar. Türkiye’de modernleşme, yukarıdan aşağıya devlet merkezli bir süreç olarak gerçekleşmiş; toplumun geniş çevre kesimleri bu dönüşümün dışında kalmıştır. Bu durum, Batılı siyasal kurumsallıkla Doğulu sosyokültürel yapının çatışmasına dayalı bir “melezlik” üretmiştir.

Emre Kongar (2000) ise, Türkiye’deki modernleşme sürecini “yüzeysel Batılılaşma” olarak nitelendirir. Siyasal modernleşme yaşanırken, kültürel dönüşüm sınırlı kalmış; bu nedenle Türkiye, Avrupa açısından “tam dönüşmemiş bir partner” olarak algılanmıştır.

Bu tartışmalar yalnızca Cumhuriyet’e değil, geç Osmanlı dönemine de uzanır. Osmanlı İmparatorluğu, İslam halifeliği sıfatını taşımasına rağmen, yönetim yapısı bakımından teokratik bir devlet modelinden çok, çok hukuklu ve bürokratik-merkeziyetçi bir yapıya sahipti (Karpat, 2001). 19. yüzyılda Tanzimat ve Islahat Fermanları ile başlayan reform süreci, Birinci ve İkinci Meşrutiyet dönemlerinde anayasa, parlamento, siyasi partiler ve basın özgürlüğü gibi modern siyasal kurumların oluşumuna zemin hazırlamıştır (Zürcher, 2004).

Bu reformlar kesintilere uğramış olsa da, kümülatif nitelik taşıyarak Cumhuriyet’in kurumsal altyapısını hazırlamıştır. Türkiye’nin modernleşmesi bu anlamda bir kopuştan çok, geç Osmanlı’dan devralınan bir süreklilik çizgisidir (Kandiyoti, 2002). Bu ikilem de Avrupa’nın gözünde Türkiye’nin hem tanıdık, hem yabancı kılan özgün kimlik ikilemini pekiştirmektedir.

Tarihsel ve sosyolojik perspektifler, Türkiye’nin Avrupa nezdinde neden hep “yarım kalmış bir proje” olarak görüldüğünü açıklamaya yardımcı olur. Ancak 2020’lerin ortasına gelindiğinde bu çerçevenin yerini giderek daha fazla jeopolitik gerçeklikler almaktadır. Bu çerçeveyi değerlendiren Ziya Öniş (2020), Türkiye–AB ilişkilerinin artık “normatif derinlikten çıkar temelli yüzeyselliğe” evrildiğini belirtir. Avrupa, Türkiye’yi artık dönüştürülmesi gereken değil, yönetilmesi gereken bir jeopolitik bir unsur olarak görmektedir.

Avrupa’nın Türkiye’ye yönelik bakışı, oriyentalist değer temelli ve bir dönüşüm hedefinden çıkarak popülist bir işbirliği stratejisine dönüşmüştür. Örneğin, 2024–2025 döneminde Türkiye’nin NATO içindeki rolü ön plana çıkmıştır.

  • Financial Times (2024a), Türkiye’nin Karadeniz güvenliği açısından “askeri pivot” konumunda olduğunu belirtirken;
  • Reuters (2024), Türkiye’nin AB’nin 150 milyar avroluk SAFE savunma fonuna dahil edilmek üzere diplomatik girişimlerde bulunduğunu aktarır.
  • Der Spiegel (2024), Erdoğan’ın Avrupa ile olan ilişkileri çatışma yönetimi ve stratejik denge arayışı üzerinden yönettiğini yazar.

Göç politikaları ise teknik iş birliğinin merkezine yerleşmiştir. Peki bu ne derece iş birliğidir veya ne derece görece uluslar nezdinde tek taraflı yarar sağlamaktadır? Türkiye, Avrupa için tampon bölge konuma getirilmiş ve bu da iki tarafın vatandaşları açısından aynı derecede fayda analizi yapmayı mümkün kılmamıştır.

  • Öyledir ki, Le Monde (2024), Türkiye’yi Avrupa’nın “göç tamponu” olarak tanımlamaktadır.
  • ICMPD (2024) raporunda, Türkiye ile yürütülen göç iş birliğinin artık insan hakları değil, teknik kapasiteye dayalı bir zeminde ilerlediği vurgulanır.
  • AB Komisyonu ise, 2025 başında Türkiye’ye yönelik yeni fon paketleri üzerinde çalışmaya başlamıştır.

Demokrasi ve hukuk devleti konularında ise Avrupa’daki eleştiriler giderek daha temkinli hâle gelmiştir.

  • Financial Times (2024b), İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’na yönelik davaları “demokratik gerileme” olarak nitelendirirken,
  • Politico Europe ve Der Spiegel, AB içinde Türkiye konusunda oluşan ikili pozisyonu kayda geçirir: bir tarafta normatif baskıyı sürdürmek isteyen aktörler, diğer yanda stratejik çıkarları önceleyen aktörler olarak bu çerçeve sekillenir.

Aşağıda özet bir tabloda düşünce kuruluşların ve medyanın Türkiye algısını sizlerin bilgisine sunmak istiyorum.

Kuruluş Yaklaşım Tematik Odak
ECFR Türkiye Avrupa güvenliğinin “eşik ülkesi Dış politika
Carnegie Europe Türkiye enerji ve diplomasi ekseninde “jeopolitik aktör Bölgesel diplomasi
EPC Türkiye iklim ve güvenlik geçişinde kritik ülke Yeşil güvenlik
ICMPD Göç yönetimi teknikleşti, normatif beklenti düştü Mülteci politikaları
Financial Times Türkiye NATO’da askeri pivot ülke Güvenlik
Reuters SAFE savunma fonu için diplomatik temaslar Savunma fonları / diplomasi
Der Spiegel Avrupa çatışma denge oyununa sessizce uyum sağlıyor Stratejik denge / dış politika
Le Monde Türkiye Avrupa’nın göç tamponu olarak tanımlanıyor Göç / sınır politikaları
Politico Europe Türkiye konusunda AB içinde ikili pozisyonlar mevcut AB iç politikaları ve normatif çelişkiler

 

Türkiye, Avrupa için hâlâ hem insider, hem de outsider kimligiyle ne Doğu, ne Batı’ya ait bir yerde konumlanmaya devam etmektedir; aynı Türk toplumun kendi içinde yaşadığı ikilimlerin bir yansıması gibi. Yani Avrupa perspektifinden bakıldığında ne kültürel olarak tam içeride, ne siyasal olarak tamamen dışarıdadır. Gökalp’in “seçici yakınlık” anlayışından Mardin’in merkez-çevre analizine, Kongar’ın yüzeysel modernleşme eleştirisinden Öniş’in stratejik çıkar vurgusuna kadar Türkiye’nin Avrupa ile ilişkisi çok katmanlı bir kimlik ve güç müzakeresidir, adeta.

Cansu Ece GÖKŞİN

 

KAYNAKÇA

  • (2024). “EU to exclude Turkey from rearmament fund”.
  • (2024). “Migration Governance in the Mediterranean”.
  • Financial Times (2024a). “Military briefing: Turkey’s strategic role in NATO”.
  • Financial Times (2024b). “The alarming detention of the Turkish president’s rival”.
  • Gökalp, Z. (1992). Türkleşmek, İslamlaşmak, Muasırlaşmak (Orijinal eser 1918).
  • Kandiyoti, D. (2002). The Politics of Gender and the Ottoman Legacy.
  • Karpat, K. (2001). The Politicization of Islam. Oxford University Press.
  • Kongar, E. (2000). 21. Yüzyılda Türkiye. Remzi Kitabevi.
  • Le Monde (2024). “Why are European leaders obsessed with immigration?”.
  • Mardin, Ş. (1973). Center-Periphery Relations in Turkey. Daedalus, 102(1), 169–190.
  • Müftüler-Baç, M. (2011). Turkey’s political reform and the impact of the European Union. South European Society and Politics, 16(2), 229–246.
  • Öniş, Z. (2020). Turkey’s New Foreign Policy and the Decline of Normative Power Europe. Turkish Studies, 21(2), 153–173.
  • Politico Europe (2024). “EU’s contradictory approach to Turkey”.
  • Zürcher, E. J. (2004). Turkey: A Modern History. I.B. Tauris.

Leave A Response »

Time limit is exhausted. Please reload the CAPTCHA.