Geçmişten Günümüze Bask Sorunu
Bask Bölgesi, İspanya ile Fransa arasındaki sık ormanlı yüksek bölgelerde kömür, bakır, demir ve çinko yatakları bakımından zengin önemli bir sanayi alanıdır. Basklılar, doğal zenginlikleriyle beraber zamanla hızlı sanayileşmenin de getirdiği bir ekonomik refaha sahip olsalar da, hiçbir zaman bağımsız bir ulus olma ideallerinden vazgeçmemişlerdir. Her daim bağımsızlık arzusunda olan Basklara ve diğer etnik topluluklara 15. ve 18. yüzyıllar arasında İspanya’da uzun yıllar kısmı bir otonomiyi öngören “foral sistem” içerisinde çeşitli haklar tanındı. Bu sistem sayesinde, İspanya’nın belirli bölgelerindeki farklı etnik gruplar kendi yasalarını koyma, adli ve idari mekanizmalarını oluşturma, vergi oranlarını belirleme gibi çeşitli özerk haklara sahiplerdi. Monarşi yanlısı Karlistlerle, Fransız Devrimi’nden etkilenen monarşi karşıtı merkeziyetçiler arasında çıkan ve uzun yıllar süren İspanya iç savaşı 1873 yılında merkeziyetçiler lehine sona erdiğinde, Basklar dahil tüm farklı gruplar özerk haklarını kaybettiler. Tüm bölgeyi kontrol altına altına alan İspanyol Ordusu, bu süreçte Bask dilini ve diğer farklı dilleri yasakladığını ilan etti. Bir yandan Bask kimliğinin asimilasyonuna yönelik siyasal baskılar artarken, bir yandan da bu dönemde bölgedeki hızlı sanayileşmenin etkisiyle çevresinden yoğun göçler almaya başlayan bir yer olmasıyla kendi kimliğini korumaya çalışan bölge halkında Bask milliyetçiliğinin temelleri atıldı.[1]
Bu anlamda, Bask milliyetçiliğinin ilk siyasal ideologlarından kabul edilen Sabino Arana’nın öncülüğünde 1892 yılında kurulan ve özellikle İspanya’da II. Cumhuriyet döneminde önemli kazanımları olan PNV (Partido Nacionalista Vasco) – Bask Milliyetçi Partisi, bağımsızlığı hedefleyen bir siyasi parti kimliğiyle, Diktatör Franco’nun İspanya’nın yönetimine el koyduğu 1936 yılına kadar Bask bölgesinin tek kitle partisidir.[2] Nitekim iktidarı ele geçiren Diktatör Franco, Baskların Cumhuriyet döneminde yeniden elde ettiği tüm özerklik haklarını iptal edip, PNV’yi yasaklamıştır. Böylece, Franco rejiminin Bask halkı üzerinde her geçen gün artan baskı ve yasakları, Bask milliyetçilerinin bir kısmının şiddete evrilen bir illegal örgütlenme sürecine girmelerine neden olmuştur. Bask dil ve kültürünün yaşatılmasına dair hakların yeniden alınmasını ve nihai olarak da Bask bölgesinin bağımsızlığının kazanılmasını hedefleyen ETA (Euskadi Ta Askatasuna) – Bask Anayurdu ve Özgürlük, 31 Temmuz 1959’da kurulduğunu ilan etmiştir.[1]
ETA’nın Şiddet Eylemleri
ETA’nın eylemleri gerilla tipi kır çatışmalarından ziyade, ekseriyetle silahlı saldırı, suikast, bombalama ve sabotaj eylemleriyle gerçekleşmiştir. Bu anlamda ilk etapta salt güvenlik güçlerini hedef alsalar da, sonrasında bu eylemler güvenlik güçleriyle beraber Franco yanlısı ve sağcı muhafazakar siyasiler üzerinde yoğunlaşmıştır. ETA’nın can kaybına neden olan ilk ciddi eylemi, 1968 yılında bir trafik polisinin öldürülmesidir. Aynı yıl ölümle sonuçlanan çeşitli silahlı eylemlerle birçok güvenlik görevlisini hedef almıştır.[1] Örgüt, 1973 yılında Franco döneminin Başbakanı Luis Carreo Blanco’nun ölümüne neden olan bombalı eylemi sonrası tüm dünyanın dikkatini üzerine çekmiştir.[3] ETA, silahlı eylemleriyle bugüne kadar (resmi rakamlara göre) 829 kişinin ölümüne ve yaklaşık 2400 kişinin yaralanmasına sebep olmuştur. Aynı zamanda 60’tan fazla adam kaçırma ve sayısız silahlı saldırı eylemlerinde bulunmuştur.[4] ETA, toplam olarak 3400’den fazla terör eyleminde bulunurken, ETA’nın gençlik yapılanması “Kale Borroka” ise yaklaşık 3700 şiddet eylemi gerçekleştirmiştir.[5]
Özellikle zor durumda kaldığı dönemlerde kitlelerindeki heyecanı diriltip politizasyonu arttırarak taban kaybının önüne geçmek isteyen örgüt, genç sempatizanlarına şehirlerde “Kale Borroka” adı verilen küçük çaplı eylemler gerçekleştirilmesine dair talimatlar vermiştir. Genellikle 20 yaş altı ve çoğunluğu reşit olmayan gençlerden oluşan ve ETA’nın şehirlerdeki gençlik yapılanması olarak bilinen “Kale Borroka” eylemleri; şehirlerde ses getiren gösteriler yapma, kamu mallarını kundaklama, molotof kokteyli atma ve eylemleri bastırmaya çalışan polisle çatışma şeklinde gerçekleştirilmekteydi.[6] Örgüt, her zor durumda kaldığında imdadına yetişen bu radikal gençlik yapılanmasının dinamizmi sayesinde çabuk toparlanabilen bir özelliğe sahip olmuştur. Fakat temel beceri ve eğitimlerden yoksun bir şekilde tek kaynaklarını heyecanlarından alan bu gençler, çabuk ekarte edilebilmeleri açısından güvenlik güçlerinin de işini kolaylaştırmıştır.
Franco Sonrası Dönem
İspanya’da 1975 yılında Franco’nun ölümü ile beraber bir kaç sene içerisinde demokrasiye geçisin sağlanmasının bir sonucu olarak, 1978’de hazırlanan yeni anayasa (bağımsızlıktan başka alternatiflere sıcak bakmayan Bask bölgesinin reddetmesine karşın), ülkenin çoğunluğunun kararıyla referandum ile kabul edilmiş ve ülke bu anayasa ile güvence altına alınan 17 özerk bölgeye ve 2 özerk şehre ayrılmıştır.[7] Fakat tam bağımsızlık hedefi doğrultusunda “ulusların kendi kaderini tayin hakkının” olmadığı hiçbir kararı tanımayan ETA, özerklik sonrası da eylemlerine hız kesmeden devam etmiştir. Bu anlamda, ETA, özellikle ordu mensuplarına olan eylemlerini arttırmış ve buna neden olarak ülkedeki demokratikleşme rüzgarlarını gerekçe olarak gösteren ordu içerisindeki bazı komutanlar da 1981’de başarısız bir darbe teşebbüsünde bulunmuşlardır.[8]
1982 yılında iktidara gelen İspanyol Sosyalist İşçi Partisi (Partido Socialista Obrero Espanol-PSOE), ETA eylemleri karşısında direksiyonu ele almaya çalışacak ordunun olası bir darbe ihtimalinin yaşanmaması için, (el altından) devlet tarafından finanse edilen ve ordu tarafından yönetilen silahlı bir kontr-gerilla örgütü olan Anti-Terörizm Özgürlük Hareketi (Grupos Antiterroristas de Liberacion) GAL’i kurar. PSOE, bir yandan “ZEN” olarak adlandırılan (sosyal ve ekonomik açılımları içeren) plan doğrultusunda demokratikleşme sürecini devam ettirmeye çalışırken, bir yandan da ETA üyelerine yönelik (faili meçhul) infazlar gerçekleştirmeyi hedefleyen ve ETA ile mücadelede Fransa’yı daha etkin rol olmak zorunda bırakmak için Fransa sınırları içerisinde çeşitli huzur bozucu eylemler yapan GAL’i finanse etmektedir.[8] Fakat evdeki hesap çarşıya uymaz ve GAL’in birçok masum insanı da hedef alan kanlı saldırıları, Bask bölgesinde ETA’nın daha da güçlenmesine neden olacak derece silahlı mücadeleye katılımların artmasına yol açar. Bu durum, daha önce şiddet karşıtı olan Basklıların bile önemli oranda ETA ile yakınlaşmasını sağlar. GAL’in gerçekleştirdiği infazlara bakıldığında, katledilenlerin önemli bir kısmı ETA ile bağı olmayan veya sadece sempatizan düzeyinde kişilerdir. Nitekim 1995 yılına kadar devam eden uzun bir dava süreci sonunda GAL’i örtülü ödenekle finanse ettiği anlaşılan dönemin İçişleri Bakanı dahil bazı PSOE’li yetkililer uzun mahkumiyet cezaları aldılar.
Bu dönemde GAL’in ETA’yı aratmayan infazları altında önemli oranda itibar kaybeden ve çeşitli yolsuzluklarla adı anılan PSOE, 1995 genel seçimlerinde iktidarı José María Aznar’ın liderliğindeki muhafazakar Halk Partisi’ne (Partido Popular-PP) kaptırdı. Aznar hükümetinin ise sert güvenlikçi politikaları uygulamak dışında Bask sorununun çözümüne, dair herhangi bir çabası olmamıştır. Aksine, bu dönemde PP, mücadelesini siyasal zeminde sürdüren Basklı partilerin, basın organlarının ve STK’ların ETA’ya destek gerekçesiyle kapatılmaları için çeşitli yasal değişiklikler gerçekleştirmiştir. Bu süreçte muhafazakar Halk Partisi (PP) iktidarının sert politikalarına karşı, ETA da eylemlerini PP’nin yöneticilerine yöneltmiştir. Örneğin, Ermua Belediye Meclisi’nin PP’li üyesi Miguel Angel Blanco, 12 Temmuz 1997’de ETA tarafından kaçırılıp öldürülmüştür. Bir yandan iktidar politikalarını her geçen gün sertleştirirken, bir yandan da ETA’nın silahlı eylemlerinin artarak devam etmesi her iki tarafı da kısır bir döngü içerisine hapsetmiştir. Nihayetinde ETA’nın siyasal uzantısı olmakla itham edilen Herri Batasuna Partisi’nin 2003 yılında İspanya Yüksek Mahkemesi tarafından kapatılmasıyla, bu dönemde Bask sorununa siyasal zeminde bir muhatap bulmak neredeyse imkansız bir hale gelmiştir.
Zapatero Dönemi ve ETA’nın Etkisini Yitirmesi
11 Mart 2004 tarihinde Madrid’deki Cercania banliyö treninde 191 kişinin hayatını kaybettiği bombalı saldırıdan ötürü muhafazakar iktidarın ETA’yı suçlamasına rağmen El-Kaide’nin üstlenmesi neticesinde inandırıcılığını yitiren PP, 3 gün sonra gerçekleşen genel seçimleri kaybedip iktidarı Jose Luis Rodriguez Zapatero liderliğindeki PSOE’ye bırakınca[9], İspanya’nın ETA politikasında önemli değişimler oldu. PSOE hükümetinin Başbakanlık görevini üstlenen Zapatero, Aznar dönemindeki sert anlayışı terk ederek, ETA ile görüşmeye açık bir yaklaşım sergilemiştir. Bu anlamda, öncelikle ETA’nın elini zayıflatmak için muhafazakarlardan görevi devraldıktan sonra 2004 seçimleri öncesinde vaat ettiği gibi Zapatero iktidarı özerk yönetimlere daha fazla otonomi hakkının tanınması için kolları sıvadı. Bu doğrultuda ülkedeki tüm statükocu refleksleri ve milliyetçilerin tepkilerini göze alarak, bölgelere sağlanan özerklik haklarının bizatihi o bölgenin yöneticileri tarafından kullanılması ve özerk bölgelerin yönetim sorunlarına çözüm bulmak için önemli yasal değişiklikler gerçekleştirdi.[1] Bu değişikliklerin önemli bir kısmı 4 yıl sonra İspanya Anayasa Mahkemesi tarafından, anayasanın 2. maddesinin “İspanyol milletinin ayrılmaz birliğini, tüm İspanyalıların ortak ve bölünmez vatanı” ilkesine aykırı olduğu gerekçesiyle iptal edilmiş olsa da, o zamanki siyasal havanın yumuşamasının temellerini atmıştır.
Zapatero’nun yasal hamlelerinin başlangıcı “Cafe a la Carta” (Herkese İstediği Gibi Kahve) politikasıyla, yani her otonom bölgenin özerklik yetki alanını istediği şekilde belirleme fikriyle ortaya çıkmıştır. Örneğin, buna göre, isteyen bölge isterse polis teşkilatını kendisi kuracak, isterse bu hizmeti merkezi hükümetin sağlaması için talep edebilecektir. Dolayısıyla, bölgelere sunulan standart yetkilendirmelerden ziyade o bölgenin talebinin öncelikli olması esas alınmıştır. Bu politikayı “kahve örneği” üzerinden ifade etmek gerekirse, herkes sadece tek çeşit kahve içmeyecek, herkes kahvesini istediği gibi yapabilecektir. Bu minvalde, Zapatero, İspanya’nın sadece tek bir millet olmadığını, milletlerin milleti olduğunu iddia ederek “Çoğul İspanya” fikrini de ortaya atmış ve bu çerçevede ilk olarak Katalanlara millet statüsü vermiş, böylece yine merkeze bağlı ancak genişletilmiş bir özerklik sistemi kurulmuştur.[10] Zapatero hükümeti, talep edilmesi halinde Bask bölgesinde de benzeri bir modelin hayata geçebileceğini birçok kez belirtmiştir.
Zapatero’nun Bask Sorunu’na dair en önemli hamlesi, ETA’nın silahları bırakması koşuluyla 2005 yılında müzakere yapma yetkisini İspanyol Parlamentosu’ndan almasıdır. 2006 yılında ETA’nın kalıcı ateşkes ilan etmesinin ardından, Zapatero parlamentoda bir basın toplantısı gerçekleştirerek ETA’yla barış görüşmelerine başlayacağını resmen açıklamıştır. Zapatero, “ETA’yla diyaloğa başlarken, siyasi meselelerin ancak halk iradesinin meşru temsilcileriyle çözüleceği anlayışına sadık kalacağını” vurgulamıştır. Parlamentodan aldığı yetkiyle hareket edeceğini söyleyen Başbakan Zapatero, 2003 yılından beri herhangi bir kanlı eyleme karışmayan ETA’nın sözünü tutacağına inandığını belirtmiştir.[11] Bu açıklamasının ardından, başta muhafazakar Halk Partisi olmak üzere milliyetçi kesimlerden gelen “teröristlerle pazarlık olmaz” tepkilerine karşı “Bu kanı durdurmak için her türlü bedeli ödemeye ve her şeyi yapmaya hazırım.” sözüyle karşılık vermiştir. Fakat maalesef bu süreçte Oslo ve Cenevre’de İspanya devlet yetkilileri ve ETA’nın örgüt temsilcileri arasında gerçekleşen görüşmeler çeşitli anlaşmazlıklar nedeniyle bir sonuca bağlanamamıştır. Bu görüşmeler devam ederken, 30 Aralık 2006 tarihinde ETA’nın eylem kanadı içerisinde barış görüşmelerine karşı bir grup tarafından düzenlenen ve Madrid Barajas havalimanında 2 kişinin ölümüne neden olan saldırı tüm müzakerelerin askıya alınmasına neden olmuştur.
ETA’nın Ateşkes İlanları ve Dağılma Süreci
Zapatero’nun tüm çabalarına karşın, Madrid Barajas havalimanındaki saldırısıyla beraber yaşanan kırılma noktasından sonra ETA’nın eylem kanadı sosyolojik ve siyasal bağı olan tabandan destek alamamaya başladı. Bask meselesinde en önemli sorunlardan birisi olan; tecrit altındaki örgüt üyesi Basklı siyasi mahkûmların önemli bir kısmı ETA’ya şiddete son verme çağrısında bulundular. ETA’nın siyasi destekçileri de, eylem kanadının yanında olmayıp, tamamen barışçıl yollarla mücadeleye devam etmek istediklerini açıkladılar. Tabandan artık destek bulamayan ETA içerisindeki şiddet yanlısı grup çözülmeye ve silahla mücadele azminde olanlar ise her geçen gün biraz daha daralan bir çember içerisinde emniyet güçleri tarafından çok daha çabuk bir şekilde yakalandıkları bir sürece girdiler. 2007 Mayıs ayında ETA’nın silahlı kanat sorumlusu olarak kabul edilen Javier Lopez Pena’nın da aralarında bulunduğu 6 üst düzey ETA militanı Fransız Polisi tarafından Fransa’nın Bordeaux şehrinde yakalandı. Ardından 2007 Temmuz ayı içerisinde İspanyol polisinin düzenlediği bir operasyonla ETA’nın silahlı kanadının en tehlikeli grubu olarak kabul edilen “Vizcaya” hücresi, başlarındaki komutanıyla beraber 9 üyesi ile birlikte yakalandı. 2008-2009 yılları arasında içlerinde ETA’nın silahlı kanat lideri Miguel De Garikoitz Aspiazu Rubina ve askeri kanat sorumlusu Jurdan Martitegi’nin de olduğu silahlı mücadelede direnen birçok üst düzey ETA yöneticisi yakalanıp tutuklandı. Taban desteğinin yanında lojistik imkanlarını ve insan kaynağını önemli ölçüde yitiren ETA, 10 Eylül 2010’da tekrar ateşkes ilan etmek durumunda kaldı. 10 Ocak 2011 itibari ile ise ETA Eylül ayında açıkladıkları ateşkes kararının “kalıcı ve uluslararası gözlemciler tarafından denetime açık olduğunu” duyurdu. ETA, 20 Ekim 2011 tarihinde yayınladığı bir videoda ise silahlı mücadeleye artık tamamen son verdiklerini ve demokratik bir çözüm için İspanyol ve Fransız hükümetleriyle diyaloga hazır olduklarını açıkladı.[12]
2017 yılındaki mevcut durumda, ETA, silahla aralarına tamamen mesafe koyduklarını göstermek adına artık gizli cephaneliklerinin yerlerini söyleyen bir sürece girdi. Bu anlamda Fransa sınırları içerisinde silah ve patlayıcıların olduğu 8 cephaneliğin yeri sivil arabulucular aracılığıyla Fransız makamlarına iletildi. Fransa İçişleri Bakanı Matthias Feki, ETA’nın tek taraflı olarak silahsızlanmasını ve sivil arabulucular vesilesiyle örgüte ait 8 cephaneliğinin yerlerinin Fransız polisine bildirmesini “büyük bir adım” olarak yorumlarken, İspanya’daki muhafazakar Halk Partisi’nin azınlık iktidarının İçişleri Bakanı Juan Ignacio Zoido, bu gelişmeyi sadece “medyatik şov” olarak değerlendirdi. Yıllarca süren bir silahlı mücadeleden sonra gerçekleşen böylesi bir büyük gelişmeye karşın hükümet adına açıklama yapan Zoido, “ETA mağlubiyetini küçültmek için medyatik işler yapmak yerine mağdurlarından özür dileyip, bir daha ortaya çıkmamak üzere kendini tamamen feshetmelidir.” diyerek, muhafazakar İspanya hükümetinin ETA’nın bu kararından yeterince memnun olmadığını gösterdi.[13]
Sonuç
Jose Luis Rodriguez Zapatero liderliğindeki PSOE, silahlı örgütlerle (terörle) mücadele yönteminde o güne kadar devam eden ezberlerin dışına çıkarak çok farklı bir yol izlemiştir. Zapatero, kendi siyasi kariyerini bile riske atarak başlattığı ETA ile müzakere ve özerk yönetimlere istedikleri gibi hak (cafe a la carta) stratejisi silahlı mücadeleye gücünü aldığı taban nezdinde meşru bir alan bırakmamıştır. Zapatero, tamamen şeffaf bir şekilde gerçekleşen ETA ile görüşmeler süresince halkı sürekli bilgilendirilerek yanına çekmeyi başarırken, parlamentodaki diğer partileri de her türlü itirazlarına rağmen gelişmelerden haberdar etmiştir. Bu süreçte yapmak istenen şeyin bir çeşit taviz veya pazarlık olmadığı, ülkenin huzuru ve çıkarları gereği bunun gerçekleştiğini halka anlatabilmiştir.[1] Zapatero, her şeyden önce ETA’nın siyasi kanadını ikna ederek, şiddete yönelme potansiyeli olan silahlı kanadının halk nezdinde etkisizleştirmeyi başarmıştır. Zapatero döneminde İspanya’nın yürüttüğü politikanın ETA silahlı mücadelesinin toplumsal meşruiyetini Bask bölgesinde önemli oranda zayıflattığını söylemek mümkündür.
Sonuç olarak, Zapetero’nun ETA ile ilgili izlediği strateji ETA’nın silahlı kanadının marjinalize edilmesine ve sorunu salt siyasi zeminde çözüm amaçlı yaklaşımların ivme kazanmasına neden olmuştur. Bu anlamda, ETA içerisinde barışçıl yollarla Bask sorununa çözüm bulmayı amaçlayan siyasi kanat sosyalist iktidarın sunduğu çözüm politikalarının bir tarafı olarak (silahtan tamamen arındırılmaya kadar giden) bu sürece önemli bir katkı sunmuştur. Silahların devrede olmadığı bir ortamda İspanya’nın bölünmesinin bile fikir özgürlüğü kapsamında tartışılabileceği bir siyasal ortamda şiddete meyillenecek herhangi bir gerekçe kalmamıştır. ETA’nın silahlı kanadının uluslararası alanda destek bulamaması, Bask siyasetine etkisini yitirmesi, silahlı mücadeleyle istenilen sonuca ulaşılamayacağı görüşü ve Zapatero ile beraber Bask sorununun tartışılıp bir orta yol bulma çabası, şu an İspanya’da muhafazakar iktidarın nimetlerini yediği silahların bırakıldığı mevcut huzur içindeki bir ortama evrilmesini sağlamıştır.
Özcan ÖĞÜT
Kaynaklar
1- ŞİMŞEK, Yılmaz, (2012) “İspanya’nın Terörle Mücadelesinde ETA Örneği”, Dünyadan Örneklerle Terörle Mücadele, Ankara: USAK Yayınları.
2- ÖZTÜRK, Ümit, (2004) “Bask Bölgesi: İspanya’da Ayrılıkçılık Sorunu”, Kemal İnat, Burhanettin Duran ve Muhittin Ataman, Dünya Çatışma Bölgeleri, Ankara: Nobel Yayınları.
3- BBC, (2017) “İspanya’da ETA tamamen silahsızlanacak”. 18 Mart 2017 http://www.bbc.com/turkce/haberler-dunya-39316015, Erişim Tarihi: 22.07.2017.
4- SHABAD, Goldie ve RAMO, Francisco Jose Llera, (1995) Political Violence in Democratic State: Basque Terrorism in Spain, Terrorism in Context, University Park: The Pennsylvania State University Press.
5- YILMAZ, Ömer, (2006) “İspanya’nın Terörle Mücadele Tecrübesi: Medeniyetler İttifakı Olabilir mi?”, Terörizm: Terör, Terörizm ve Küresel Terörle Mücadelede Ulusal ve Bölgesel Deneyimler, Ankara: USAK Yayınları.
6- MARİANNA, Heiberg, (2007) “ETA: Redeeming an Arcadia Lost”, Terror, Insurgency, and The State: Ending Protracted Conflicts, University Park: University of Pennsylvania Press.
7- ÖĞÜT, Özcan, (2012) “Catalonia Is Not Spain”, Uluslararası Politika Akademisi, http://politikaakademisi.org/2012/09/27/catalonia-is-not-spain, Erişim Tarihi: 22.07.2017.
8- PAKSOY, Emre, (2011) “İspanya, Eta ve Öğrettikleri”, Derin Düşünce,
http://www.derindusunce.org/2011/01/05/ispanya-eta-ve-ogrettikleri, Erişim Tarihi: 22.07.2017.
9- ÖĞÜT, Özcan, (2015) “21. Yüzyılda İspanyol Siyaseti”, Uluslararası Politika Akademisi,
http://politikaakademisi.org/2015/03/11/21-yuzyilda-ispanyol-siyaseti, Erişim Tarihi: 22.07.2017
10- ÖZÇER, Akın, (2006), Çoğul İspanya: Anayasal Sistemi ve Ayrılıkçı Terörle Mücadele Yöntemi, Ankara: İmge Kitabevi.
11- RADİKAL, (2006) “Zapatero: ETA’yla Masaya Oturuyoruz”. 30 Haziran 2006,
http://www.radikal.com.tr/yorum/zapatero-etayla-masaya-oturuyoruz-784720, Erişim Tarihi: 22.07.2017.
12- BİA, (2011) “ETA Silah Bıraktı”, Bia Haber Merkezi, 21 Ekim 2011
http://bianet.org/bianet/dunya/133556-eta-silah-birakti, Erişim Tarihi: 22.07.2017.
13- KÖKER, Mustafa, (2017) “ETA silah bıraktı mı tartışması”, Eurovizyon, 9 Nisan 2017,
http://www.eurovizyon.co.uk/dunya/eta-silah-birakti-mi-tartismasi-h50033.html, Erişim Tarihi: 22.07.2017.