Kitabın Künyesi: Julian Casanova, İspanya İç Savaşı’nın Kısa Tarihi, Çeviren: Uygur Kocabaşoğlu, İstanbul: İletişim Yayınları, 2015.
A Short History of the Spanish Civil War
Zaragoza Üniversitesi’nde Tarih Profesörü olan Julian Casanova, İspanya İç Savaşı’nın Kısa Tarihi adlı kitabında (özgün ismi A Short History of the Spanish Civil War‘dur) 20. yüzyıl Avrupa tarihinde önemli bir yer teşkil eden, iki Dünya Savaşı arasında meydana gelmiş olan ve etkisini savaş sonrasında da koruyan İspanya İç Savaşı’nı siyasal yaklaşımlar, sınıfsal dengeler, dinsel ve uluslararası boyutlarıyla özetlemektedir.
İspanya İç Savaşı’nın Kısa Tarihi
Giriş kısmında, 1936 yılında İspanyol toplumunun kendi içinde hizipleşmeler yaşadığını aktaran yazar, o yıllarda Büyük Britanya hariç Avrupa’nın her yerinde liberal demokrasinin karşısında otoriter rejimlerin etkili olduğuna değinmektedir. 20. yüzyılda İspanya’da meydana gelen iç savaşın Avrupa’nın geri kalanında yaşanan çatışmalardan bağımsız olarak ele alınamayacağını belirten yazar, İspanya İç Savaşı’nı, tarihsel gelişimine bağlı olarak aktarmaktadır. İspanya monarşisine değinen İspanyol akademisyen, 20. yüzyılın başında son sömürgelerini de kaybeden İspanya İmparatorluğu’nun nihai çöküş aşamasında olduğunu aktarmaktadır. İspanya monarşisinin 19. yüzyıldan kalma klerikalizm ve militarizm gibi sorunların yanı sıra, Fas’taki savaş, Katalan milliyetçiliği ve örgütlü işçi hareketinin büyümesi gibi sorunlarla yüz yüze kaldığını ifade eden yazar, İspanya’nın 1900’le 1930 arasında belirgin bir modernleşme yaşadığını belirtmektedir. 1931’de yapılan yerel seçimin monarşi ile Cumhuriyet arasında bir referanduma dönüştüğünü de aktaran yazar, 50 vilayetten 41’inde Cumhuriyetçilerin zafer kazanmasını İspanya monarşisinin bitişi olarak yorumlamaktadır.
Cumhuriyete geçişin kansız ve barışçıl bir şekilde gerçekleştiğine değinen yazar, Cumhuriyetin; ordunun yeniden örgütlenmesi, kilise ve devletin ayrılması, tarım arazilerinin dağılımı, çalışan sınıfların ücretleri, kamusal eğitim gibi konularda radikal kararlar aldığını belirtmektedir. İspanya’nın daha önce bu kadar yoğun bir değişim ve demokratik ilerleme yaşamadığını aktaran yazar, Cumhuriyetin, İspanyol toplumu üzerinde sıkı bir kontrole sahip olan ordu ve Katolik Kilisesi’ne karşı sivil iktidarın egemenliğini kurmaya çalıştığını vurgulamaktadır. Cumhuriyetin çıkardığı kanunların anti-demokratik yapıya sahip karşı devrimci blok için ilkesel bir tehdit taşıdığını aktaran yazar, Cumhuriyetçi reformlara karşı olan bloğun sanayiciler, toprak sahipleri, Katolik Kilisesi ve ordudan oluştuğunu ifade etmektedir.
Julian Casanova
Cumhuriyete karşı olan büyük toprak sahipleriyle kentli profesyonellerin egemen olduğu Özerk Sağcı İspanyol Konfederasyonu’ndan (CEDA) bahseden yazar, bu partinin İspanyol sağının ilk kitlesel sağ partisi olduğunu vurgulamaktadır. Cumhuriyetin sekter yasalarıyla mücadele etmeyi amaçlayan partinin seçimlerden istediği sonucu alamadığını aktaran yazar, bu durumun parlamenter yollardan iktidarı kazanamayan Katolik sağ ve faşistlerin Cumhuriyete yönelik zor kullanmasına yol açtığını belirtmektedir. Cumhuriyetin sadece düzenin savunucuları tarafından tehdit edilmediğine de değinen yazar, Ulusal İşçi Konfederasyonu (CNT) etrafında örgütlenen güçlü anarko-sendikalist bir hareketin varlığından bahsetmektedir. Sendikalist özellikler taşıyan bu hareketin temsili sistemi reddettiğine değinen yazar, sınıf ayrıcalıklarını ortadan kaldırmaya çalışan bu grubun devrimi amaçladığını ifade etmektedir. Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra Avrupa’da yüzyıllardır var olan monarşilerin yıkılmaya başladığını belirten yazar yerine geçen cumhuriyet rejimlerinin de karşı devrimci hareketler, askeri ayaklanmalar ve faşistler tarafından devrildiğine dikkat çekmektedir. İspanya İç Savaşı’nın istisnai bir hareket olduğunu belirten yazar, 1936 Temmuz’unda bir askeri ayaklanma olmasaydı iç savaşın yaşanmayacağını vurgulamaktadır.
Birinci Dünya Savaşı’nda ortaya çıkan ve İkinci Dünya Savaşı’nda başat bir rol oynayan faşizm ve komünizmin Cumhuriyet yıllarında İspanya’daki etkisinin çok az olduğunu belirten yazar, bu iki ideolojinin İspanya’daki iç savaşla birlikte güçlü bir destek aldığını açıklamaktadır. Faşizmin İspanya’da diğer ülkelere nazaran geç ortaya çıktığına atıfta bulunan yazar, Almanya’da iktidara gelen Hitler’in Cumhuriyeti yıkma girişimlerinde bulunan aşırı sağın ilgisini çektiğini vurgulamaktadır. 1936 yılına kadar İspanya’da ne faşistlerin, ne de komünistlerin Cumhuriyeti istikrarsızlaştırabilecek kaynaklara sahip olmadığını aktaran yazar, Cumhuriyete öldürücü darbenin onun savunma mekanizmasının kalbi olan ordudan geldiğini belirtmektedir. Otoriter ve korporatif bir devleti savunan sağcı monarşist Jose Calvo Sotelo’nun Cumhuriyetin polis gücü tarafından öldürülmesinin olayların çıkışına zemin hazırladığını belirten İspanyol yazar, Franco’nun da dahil olduğu bir grup generalin düzeni yeniden kurmak için ayaklandığını ifade etmektedir. Askeri ayaklanmanın orduda derin bir bölünmeye yol açtığını belirten yazar, ordunun bir bütün olarak Cumhuriyete karşı çıkmadığını ve ayaklanmada en etkin rolü subay kadrolarının oynadığını aktarmaktadır. İsyancıların Hitler ve Mussolini’den yardım aldığına değinen Casanova, Cumhuriyetin bu süreçte Fransa ve Büyük Britanya’dan yardım talep ettiğine yer vermektedir.
Fransa’daki kamuoyunun yardım konusunda ikiye bölündüğünü aktaran yazar, Büyük Britanya’daki muhafazakar yönetimin de Almanya’yla aralarındaki yatıştırma politikasının bozulmasından endişe edip Cumhuriyete yardım etmediğini belirtmiştir. İspanya’daki çatışmanın kısa sürede uluslararası bir boyut aldığına dikkat çeken yazar, isyancıların Nazi Almanya’sı ve Faşist İtalya tarafından desteklendiğini, Cumhuriyetin ise Sovyetlerden yardım aldığını aktarmaktadır. Askeri ayaklanma ve devrimci karşı koyuşun İspanya’yı ikiye böldüğüne de dikkat çeken yazar, isyancıların etkili olduğu bölgelerde siyasal düşmanlarına yönelik terör sistemi kurduklarını belirtmektedir. Kanunların devre dışı kaldığını, insan haklarının reddedildiğinin altını çizen yazar, şiddetin kutsandığı İspanya’da şehirlerin durumuna yer vermektedir. George Orwell’in Barcelona’daki gözlemlerine atıfta bulunan yazar, “sürekli devrim” dalgasının ortaya çıktığından bahsetmektedir.
Ordudaki isyancıların ve Falanjistlerin öfkesinin Cumhuriyet otoritelerini hedef aldığını belirten yazar, bu dönemde sosyalist, komünist ve Cumhuriyetçi toplamda 40 milletvekilinin öldürüldüğüne yer vermektedir. Askeri darbenin ülkede bir otorite boşluğuna yol açtığını belirten yazar, Falanjist bölükler ve devrimci komiteler gibi özerk güçlerin ortaya çıktığını vurgulayarak, bu grupların daha önce devlet tarafından yürütülen ceza ve adalet alanında faaliyet gösterdiğine değinmektedir. Savaşta Katolik Kilisesi’nin sivil çatışmayı Haçlı Seferleri’ne dönüştürdüğünü belirten Casanova, askeri ayaklanmayı kutsayan kilisenin şiddeti azaltmak bir yana, isyancıların yenildiği yerlerde halkın ruhbana olan düşmanlığını ateşleyerek şiddeti körüklediğini vurgulamaktadır. İspanya İç Savaşı’nın dinsel boyutunu ele alan yazar, Katolikliğin İspanya’da siyasal muhafazakarlık ve toplumsal düzenle özdeşleştiğine dikkat çekmektedir. Katolikliğin İspanyolların tarihsel dini olarak görüldüğüne değinen yazar, din ile devletin sıkı bir uyum içinde olduğunu vurgulasa da liberal entelektüeller, burjuva solu ve militan işçilerin katılımıyla anti-klerikalizmin de İspanya’da var olduğunu ifade etmektedir. İspanya’daki ayaklanmanın din adına yapılmadığını isyancıların liberalizm, Cumhuriyetçilik ve devrimci ideolojileri defetmeyi amaçladığını belirten yazar, kilisenin isyancıları desteklemesini düzenin devamı ve anti-klerikalizmden kurtulmakla açıklamaktadır. Kilisenin Franco’yu etkili bir şekilde idealize ederek İspanya’nın yüce lideri olarak konumlandırdığına değinen yazar, savaşın dinsel bir boyut almasıyla toplumsal ve siyasal sorunların görmezden gelindiğini ve şiddetin meşrulaştığını aktarmaktadır. Darbenin başarısız olduğu yerlerde anti-klerikalizmin etkili olduğunu belirten yazar, bu süreçte birçok din adamının öldürüldüğünü, kiliselerin yağmalandığını vurgulamaktadır. Yazar, anti-klerikal şiddetin dinden ziyade Katolik Kilisesi’ne karşı olduğunu da belirtmiştir.
İspanya İç Savaşı’nı uluslararası boyutlarıyla da ele alan Julian Casanova, başlangıçta tek bir ülkenin yurttaşları arasındaki anlaşmazlığın kısa zamanda uluslararası aktörlerin de katıldığı büyük çaplı bir savaşa evrildiğini anlatmaktadır. Cumhuriyetin diplomatik anlamda Batı Avrupa ülkelerince pek sevilmediğine vurgu yapan yazar, şehirlerde toplumsal devrimin başlaması ve komünizmin yayılması tehlikesine karşı Büyük Britanya’nın İspanya İç Savaşı’na müdahale etmeme kararı aldığını belirtmektedir. Hitler’in iktidara gelmesinden sonra Britanya ve Fransa’nın yeni bir savaşı engellemek için Nazi Almanya’sına karşı yatıştırma politikası izlediğini aktaran yazar, 1936 askeri darbesinin iç savaşa dönüşmesinde Üçüncü Reich’ın desteğinin önemli olduğunu ifade etmektedir. Birleşik Devletlerin pozisyonunun da Britanya’dan farklı olmadığını belirten yazar, Avrupa hükümetlerinin iç savaşa doğrudan ya da dolaylı müdahale etmesini engelleyecek İspanya’ya Adem-i Müdahale Anlaşması’nın imzalandığının altını çizmektedir. Bu anlaşmayla askeri isyancılarla meşru hükümetin aynı potaya koyulduğunu vurgulayan yazar, Hitler, Mussolini ve Salazar’ın anlaşmaya uymayarak Franco’ya destek verdiğini belirtmektedir. İtalya ve Almanya’nın Adem-i Müdahale anlaşmasını ihlal etmesine değinen yazar, Britanya ve Fransa’nın bu duruma cılız tepkiler vermesini anlaşmanın başarısızlığı olarak değerlendirmektedir. Nazilerin Franco’ya yardımında komünizmin yayılmasını engellemek dışında başka stratejik hedeflerin de var olduğuna değinen yazar, Hitler’in demokratik, Fransa yanlısı bir rejim yerine Üçüncü Reich’a benzer bir yönetimi İspanya’da görmek istediğine dikkat çekmektedir.
Sovyet dış politikasının ise İspanya’daki iç savaş konusunda ikilem içerisinde olduğunu belirten yazar, Sovyetlerin başlangıçta Cumhuriyeti desteklemediğini vurgulasa da, zaman içerisinde Hitler’in pozisyonunun güçleneceği endişesine kapılan Stalin’in Cumhuriyete silah ve lojistik yardımında bulunduğunu aktarmaktadır. İspanya’daki iç savaşın uluslararası bir boyut almasının sadece silah ve lojistik yardımıyla gerçekleşmediğine değinen yazar, Komünist Enternasyonal tarafından örgütlenen Uluslararası Tugaylarla anti-faşistlerin de savaşa katıldığını aktarmaktadır. İspanya İç Savaşı’nın salt faşizmle demokrasi arasındaki bir savaş olarak görülemeyeceğini vurgulayan Casanova, bu savaşın farklı toplumsal düzen kavrayışları olanlar arasında bir sınıf savaşı ve Katolik Kilisesi’yle anti-klerikalizm arasında bir din savaşı olarak görüldüğünün de altını çizmektedir. Savaş ve devrim sürecini birlikte ele alan yazar, askeri darbe olmasaydı devrimci sürecin harekete geçmeyeceğinden bahsetmektedir. Yaşanan otorite boşluğunda anarşistlerin önemli bir güç elde ettiğine değinen yazar, Cumhuriyetin reformlar konusunda ileriye gidemediği yerlerde anarşistlerin devrimle bunu başarmak istediğini ve bu amaçla devrimci komiteler kurduğunu ifade etmektedir.
İç savaş sırasında isyancılara Franco’nun Cumhuriyete ise bir sendika lideri olan Juan Negrin’in önderlik yaptığına değinen yazar, Cumhuriyetteki önemli siyasi kişilerin bir sendika liderinin başkanlık ettiği ve komünistlerin de bulunduğu hükümete olumlu bakmadığını belirtse de o günün olağanüstü şartlarında devrimci zemini güçlendirecek tek çözümün bu olduğundan bahsetmektedir. Cumhuriyetin savaşı kazanacak gücü olmadığına değinen yazar, uluslararası arabuluculuk yoluyla görüşme yapmak için en ideal kişinin iyi eğitim görmüş Negrin olduğunu aktarmaktadır. Cumhuriyetin sadece savaşla değil, açlıkla da mücadele ettiğini vurgulayan yazar, İspanya’nın büyük şehirlerinde tüketim maddelerinde meydana gelen fiyat artışıyla karaborsanın protestolara yol açtığını belirtmektedir. Askeri ayaklanmanın ortaya çıktığı 1936 yılında Avrupa’da sağcı otoriter rejimlerin güçlenmeye başladığını aktaran Casanova, bu durumun Katoliklik, düzen ve mülkiyetin savunulmasıyla temellendirildiğini ifade etmektedir. Askeri isyancıların liberalizme, parlamenter sisteme ve hür seçimlere karşı otoriter mantaliteyi savunduğunu belirten İspanyol tarihçi, isyancıların Cumhuriyet başta olmak üzere sosyalizm, anarşizm ve tüm devrimci ideolojilere karşı İspanyol ulusal hareketini temsil ettiğine değinmektedir.
Franco diktatörlüğünün kökenlerini açıklayan yazar, Katolik gelenekle faşist ideoloji arasındaki ortak bağın cumhuriyetin toplumsal ve kültürel politikalarını yok etmek üzerine inşa edildiğini vurgulamaktadır. Franco’nun Ortaçağların cengaveri anlamına gelen Caudillo unvanıyla anıldığına değinen yazar, o dönemin en ünlü sloganının ‘’Tek Vatan, Tek Devlet, Tek Caudillo’’ olduğunu belirtmektedir. Franco’nun sosyalist ve komünist imalar içeren bütün eserleri yok ettiğine de vurgu yapan tarihçi-yazar, Cumhuriyetin eğitim politikasına karşı kilisenin hiyerarşisini getirdiğini aktarmaktadır. Bu dönemde dinin yeniden canlandırılmaya çalışıldığını, sokak adlarının değiştirildiğini belirten Julian Casanova, Cumhuriyet yıllarında kaldırılan haçın, okullara geri dönmesinin de sembolik bir önem taşıdığına değinmektedir. Franco’nun zaferinin Cumhuriyetçilik, demokratik radikalizm, anti-klerikalizm gibi ideolojileri savunan siyasal kültürün tüm kazanımlarını yok ettiğini aktaran yazar, faşistlerin hükümette iyi yerlere geldiğini, basın ve propaganda aygıtına egemen olduğunu vurgulamaktadır. Duygu yüklü ritüel ve mitoslarla Katoliklerin ve Falanjistlerin gücünü pekiştirdiğine değinen Casanova, anarşist ve sosyalistlerin el koyup kolektif hale getirdiği toprakların eski sahiplerine verildiğine dikkat çekmektedir. Özel mülkiyetin ve kapitalist düzenin savunulmasının Cumhuriyeti yıkmak isteyen gerici koalisyonun temel direği haline geldiğini belirten İspanyol akademisyen, savaş sonunda tek bir adamın egemenliğinin tahsis edildiği bu diktatörlüğün totaliter olduğuna dikkat çekmektedir.
İç savaştan sonra yenilenlerin yok edilmek istendiğine vurgu yapan Julian Casanova, 1 Nisan 1939’dan sonra Cumhuriyetçilere yönelik kitlesel öldürme, hapis ve işkencenin başladığını belirtmektedir. Yenenlerle yenilenler ‘’vatanseverlerle hainler’’ ya da ‘’milliyetçilerle kızıllar’’ arasındaki şiddet ve bölünmenin İspanyol toplumunda iç savaştan sonra da uzun süre devam ettiğini belirten yazar, bu durumun ülkenin siyasal kültürünü etkilediğini aktarmaktadır. Diktatörlüğe direniş gösterenlerin küçük çaplı gerilla savaşını başlattığına dikkat çeken yazar, özellikle iç savaştan sonra Cumhuriyetçilerin kitlesel olarak Fransa’ya göç ettiğinden bahsetmektedir. İç savaş sırasında Cumhuriyete karşı olumlu bir bakış açısına sahip olmayan Fransa’nın bu kitlesel istilaya karşı baskı önlemleri aldığını belirten yazar, Franco’nun zaferinin işçi hareketini de yıprattığına değinmektedir.
Franco’nun savaştaki galibiyetini Katolik İspanya’nın mutlak zaferi olarak değerlendiren Casanova, Katolik inancın bir kez daha İspanya’da resmi din haline geldiğine yer vermektedir. Kıtadaki en sağlam altı demokrasiden üçünün Naziler tarafından işgal edildiğine değinen yazar, demokrasi ve devrim düşüncesinin yerini düzen ve aşırı milliyetçiliğin aldığı tek ülkenin İspanya olmadığına değinmektedir. Franco’nun zaferinin aynı zamanda Hitler ve Mussolini’nin de zaferi olduğunu belirten yazar, Cumhuriyetin yenilgisini ise demokrasilerin mağlubiyeti olarak yorumlamaktadır. Sonuç olarak, düzen patria ve din atmosferinin, demokrasi, Cumhuriyet ve devrim atmosferini yıktığını belirten yazar, Franco’nun uzun diktatörlüğünün diğer Batılı kapitalist ülkelerle karşılaştırıldığında olağanüstü niteliklere sahip olduğunun altını çizmektedir.
Sonuç olarak, Julian Casanova’nın kaleme aldığı İspanya İç Savaşı’nın Kısa Tarihi adlı eser, Avrupa’da faşizmin ve sağcı otoriter rejimlerin güçlendiği bir dönemde İspanya’da savaş süresince yaşanılanları tarihsel gelişimine bağlı kalarak anlatmasıyla İspanya İç Savaşı’nı okumak ve araştırmak isteyenler için önemli bir kaynak işlevi görmektedir.
İsmail Uğur AKSOY