ABD DIŞİŞLERİ BAKANI ANTONY BLINKEN’IN 2024 DAVOS ZİRVESİ KONUŞMASI

upa-admin 26 Ocak 2024 312 Okunma 0
ABD DIŞİŞLERİ BAKANI ANTONY BLINKEN’IN 2024 DAVOS ZİRVESİ KONUŞMASI

İsviçre’nin Davos kasabasında her yıl düzenlenen Dünya Ekonomik Forumu (World Economic Forum), özellikle 2000’li yıllarda küresel siyasetin ve ekonominin önemli aktörlerinin bir araya geldiği yüksek profilli ve önemli bir etkinlik (platform) haline gelmiştir. Etkinliğin 2024 yılı faaliyeti kapsamında, 15-19 Ocak 2024 tarihlerinde yine küresel siyaset ve ekonominin çok önemli bazı aktörleri Davos’a akın etmişler ve Dünya Ekonomik Forumu’nda çeşitli konuşma, panel ve lobi faaliyetlerine iştirak etmişlerdir. Bu kişilerden birisi de, 26 Ocak 2021’den bu yana 71. Amerika Birleşik Devletleri (ABD) Dışişleri Bakanı olarak görev yapan deneyimli Amerikalı diplomat ve bürokrat Antony Blinken (1962-) olmuştur. Davos 2024 kapsamında Pulitzer ödüllü ünlü gazeteci ve The New York Times yazarı Thomas Friedman’ın moderatörlüğünü yaptığı bir oturuma katılan Blinken, bu oturumda Amerikan dış politikası hakkında merak edilen bazı hususlara yanıt vermeye çalışmıştır. Bu yazıda, Blinken’in özellikle Hamas-İsrail Savaşı ve Ortadoğu politikası kapsamında ifade ettiği görüşler özetlenecektir.

Son dönemde İsrail’in Gazze’de kullandığı aşırı güç kullanımı karşısında etkisiz kalması, 46. ABD Başkanı olarak görev yapan Joe Biden’ın ileri yaşı nedeniyle diplomaside pek etkin olamaması ve Rusya ve Çin gibi yükselen güçler karşısında mevzi kaybetmesi gibi hususlarda sıklıkla eleştirilen ABD’nin dış politika şefi durumunda olan Blinken, Friedman’ın sorusu üzerine, konuşmasına, Yemen’de Husilerin uluslararası ticareti engelleyen saldırılarına benzer şekilde ileri teknolojinin bazı gruplarca olumsuz amaçlar için kullanılabilmesinin yanı sıra, tarihte ilk kez, Arap devletleri ve diğer Müslüman devletlerin İsrail’le ilişkilerini normalleştirme yolunda oldukları tespitiyle başlamaktadır. Daha sonra, İsrail’in bölgede kendisini güvende hissedebilmesi için bir Filistin Devleti’nin kurulması gerektiğini belirten Blinken, ancak bu şekilde gerekli güvenlik ve entegrasyonun sağlanabileceğini vurgulamaktadır. Bunun için daha güçlü ve etkin bir Filistin Otoritesi’nin oluşturulması gerektiğini söyleyen Blinken, Filistin Devleti’nin kurulması ve Arap devletleriyle normalleşme sürecinin tamamlanması halinde, İsrail’in güvenliğine tehdit oluşturan İran’ın bölgede izole edileceğini ve yalnız kalacağını iddia etmektedir. Bunun gerçekleştirilebilir bir teori olduğunun altını çizen Amerikalı diplomat, ancak bu yolda zorlu kararlar alınması ve açık fikirli olunması gerektiğini belirtmektedir. Bu sürecin nasıl bir bölge, ülke ve dünyada yaşamak istediğimizle yakından alakalı olduğunu söyleyen Antony Blinken’a göre, Ortadoğu’da bölgeselleşme ve bu sürece İsrail’i de dahil etme anlamında tarihte daha önce görülmedik büyük bir şans olduğunu da sözlerine eklemektedir. Bu sürece İsrail yönetiminin de destek vermesi gerektiğini belirten Blinken, ancak bu ülkenin yönetimi konusunda İsrail halkının karar alması ve böylesi bir fırsatı kaçırmaması gerektiğini ifade etmektedir.

Daha sonra İsrail’in karşılaştığı 4 güncel zorlukla ilgili tespitle devam eden oturumda, Thomas Friedman, bu bağlamda; (1) İsrail’in Gazze’de aşırı güç kullanımı nedeniyle uluslararası kamuoyunda haklılık kozunu kaybetmeye başladığı, (2) Gazze’de savaş sonrasında kendisine yeni düzeni kurmada yardımcı olabilecek yerel bir ortakla hareket etmediği, (3) Bölge barışı için gerekli olan bölgesel entegrasyonda bir Filistin Devleti’nin olması gerektiği halde İsrail’in buna yanaşmadığı ve (4) İsrail’le barış içerisinde yaşayabilecek bir Filistin Devleti’nin kurulamadığı görüşlerini ileri sürmekte ve Blinken da bu görüşlere katılmaktadır. Blinken, bu bağlamda Filistinlilerin de İsrail halkı gibi doğru yönde hareket etmesi ve barış yönünde gayret göstermesi gerektiğini belirtirken, aynı zamanda etkin bir Filistin yönetiminin yolsuzluklardan arınmış ve temel hizmetleri iyi şekilde sağlayabilen yapıda olması gerektiğini ve bunun için de İsrail’le iş birliği yapılmasının doğru bir hamle olacağını söylemektedir. Büyük bir insani trajedinin ortasında olduklarını kabul eden Blinken, bu nedenle bu sürecin en kısa zamanda başlatılması gerektiğini de ifade etmektedir. Thomas Friedman’ın sorusu üzerine, en zorlu zamanda Dışişleri Bakanı olarak görev yapıp yapmadığı konusunda ise, Blinken, ABD Başkanı Biden’ın ABD içerisinde yaptığı büyük yatırımların ve ABD’nin yeni ve yüksek teknolojilerdeki üstün başarısının uluslararası arenada da görüldüğünü vurgulamakta ve ABD’nin son dönemde geleneksel müttefikleriyle ilişkilerini yeniden güçlendirdiğini vurgulayarak, ülkesinin uluslararası siyasetteki gücünün hiç de azalmadığını ima etmektedir. Rusya ve Çin gibi ülkelerle rekabet konusunda bugün Batılı ülkelerin netleşmiş bir ajandaları olduğunu iddia eden Amerikan Dışişleri Bakanı, ikinci önemli başarıları olarak da Ortadoğu’daki tüm ülkelerin bölge siyasetine yön vermesi için ABD’nin geri dönmesi konusundaki isteklerini işaret etmektedir. ABD’nin Ortadoğu bölgesine angaje olmaması durumunda iki ihtimalin olduğunu vurgulayan deneyimli diplomata göre, (1) bölgede farklı ve Batılı değerleri (insan hakları, demokrasi, kadın hakları vs.) benimsemeyen bir güç oyun kurucu haline gelebilir veya (2) hiçbir ülkenin oyun kurucu olamaması durumunda bölgede büyük bir güç boşluğu ve kaos ortamı oluşabilir. Bu olumsuz senaryoların yanı sıra, ABD’nin de hiçbir zaman bölgede tek başına oyun kurucu olamayacağını söyleyen Blinken’a göre, ancak müttefikleriyle beraber hareket edecek bir ABD’nin varlığı halinde bölgede istikrar ortamı oluşabilecektir.

Oturumun sonraki bölümünde, ünlü gazeteci Thomas Friedman, Yemen’de Husilerin uluslararası ticaret ve deniz taşımacılığını engelleyen tutumları karşısında harekete geçilmezse küresel ekonominin zora gireceğini ve tüm ülkelerde enflasyonist baskının artacağını vurgularken, ABD’nin ve İngiltere’nin müdahalelerinin bölgesel bir savaşa dönüşmesi halinde ise yine bölgede çok olumsuz bir durumun oluşabileceğini ifade etmektedir. Friedman, Donald Trump gibi popülist bir politikacının bölgedeki istikrarsızlık ortamından seçim zamanında istifade edebileceğini de belirtirken, Başkan Trump’ın İran nükleer anlaşması-JCPOA’yi bozmasının Amerikan dış politikasındaki en büyük hatalardan birisi olduğunu da sözlerine eklemektedir. Blinken da bu görüşe katılmakta ve Obama döneminde müttefiklerin ve Çin ve Rusya gibi aktörlerin desteğiyle (P5+1) varılan İran nükleer anlaşmasının doğru bir adım olduğunu ve bu şekilde Tahran’ın nükleer amaçlarını kısıtlayabildiklerini, oysa Trump’ın anlaşmayı bozması nedeniyle artık İran nükleer programını kontrol etmelerinin zor olduğunu söylemektedir. Oturumun Ortadoğu bağlamındaki son bölümünde ise, Friedman’ın sorusu üzerine, Blinken, ABD için Yahudilerin hayatının Müslümanlardan daha değerli olduğu yönündeki görüşü reddetmekte ve herkese eşit yaklaştıklarını iddia etmektedir. Blinken, Gazze’de yaşananların da kendisini çok olumsuz etkilediğini ve bu konuda neler yapılabileceği (güvenlik sağlama, sivil ölümlerini önleme, insani yardım, bölge barışı vs.) konusunda çalıştıklarını vurgulamaktadır. 7 Ekim’de yaşananların İsrail halkının psikolojisi üzerindeki etkilerine de değinen Blinken, bunun bir daha asla yaşanmaması adına İsrail’in güvenlik kaygılarının giderilmesi gerektiğini de belirtmektedir. Bu bağlamda, Blinken, son olarak, “dehumanization” yani insandışılaştırma eğilimlerinin çok tehlikeli olduğunu da özellikle vurgulamaktadır.

Konuşmanın sonraki bölümünde, Blinken, Ukrayna-Rusya Savaşı ve Çin/Tayvan gerginliği gibi farklı konulara değinmektedir. Konuşmanın Ortadoğu bağlamındaki bölümlerinin genel bir değerlendirmesini yapmak gerekirse, Sekreter (Bakan) Blinken’ın ABD’nin geleneksel dış politika çizgisinde hareket ederek İsrail’in güvenliği konusunu öncelikli gündemi kabul ettiğini, ancak Filistin Sorunu’nun çözümü konusunda halen umutlu olduğunu belirtmek gerekir. Lakin bu bağlamda Amerikan yönetiminin İsrail’de Netenyahu yönetimine söz geçirememesi ve 2024 ABD Başkanlık seçimleri öncesinde Yahudi (İsrail) lobisi ile karşı karşıya gelmemek adına kararlı adımlar atamamasının ABD’nin inandırıcılığına zarar verdiğini belirtmek gerekir. Ayrıca bölge ülkelerinin ABD’ye olan güvenlerinin de Afganistan’da yaşananlar sonrasında arttığını iddia etmek bence gerçekçi değildir. Bu nedenle, ABD’nin öncelikle Gazze’de akan kanı derhal durdurması ve daha büyük bir insani trajediyi önlemesi gerektiği söylenmelidir. Bunun yanında, İsrail ve Filistin’de -ABD’deki seçim sonrasında oluşacak yeni dönemde- makul yönetimlerin işbaşına getirilerek İsrail-Filistin Sorunu’na iki devletli kalıcı bir çözüm bulunması ve İbrahim Anlaşmaları sürecinin devam ettirilerek (Suudi Arabistan’ı da anlaşmaya dahil ederek) bölgenin normalleştirilmesinin gerektiği söylenebilir. Bunun sonraki adımı ise, kuşkusuz, İsrail-İran gerginliğinin belli bir sınırlamaya tabi tutulması ve olası bir bölgesel ve nükleer savaşın önlenmesi olacaktır. ABD, halen bölgede oyun kurucu olabilecek tek aktör durumundadır ve müttefiklerinin yanında, Rusya ve Çin gibi büyük güçleri de belli ölçülerde süreçlere dahil ederek, Ortadoğu’da barış ve istikrarı ancak Washington sağlayabilir. Bu süreçte bir diğer kritik eşik ise, hiç şüphesiz, Türk-Amerikan ilişkilerinin düzeltilmesi olacaktır.

Doç. Dr. Ozan ÖRMECİ

Leave A Response »

Time limit is exhausted. Please reload the CAPTCHA.